Geçen hafta Merkez Bankası örtülü de olsa bir faiz artırım kararı aldı. Zaten, IMF de faiz artırımı istiyordu. Bu karar, bankaların Merkez Bankası’ndan kullandıkları fonları pahalılaştırırken mevduat ve kredi faizlerinde de bir artışa neden olacak.
Zorunlu olarak yapılan Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) artışının etkisi de eklenince, Merkez Bankası kararlarının enflasyon rakamlarını yükseltici yönde zorlama yapacağı anlaşılıyor. Bu durumda, önümüzdeki aylarda mal ve servis fiyatlarında artışlar da kaçınılmaz olacak. Artan faizlerle birlikte Hazine, borçlanması sırasında daha yüksek faiz ödeyecek. Ancak, yabancılar yeniden Hazine tahvil ve bonolarına ilgi göstermeye başlayacaklar.
Döviz satışı yeterli olmadı
Merkez Bankası döviz kurunu yükseltmemek için, sadece döviz satmakla yetinmeyip, faiz silahını da çekmek zorunda kaldı. Bu davranış, Merkez Bankası yöneticilerinin döviz fiyatının artışı karşısında ciddi bir tedirginlik yaşadığını gösteriyor. Bu tedirginlik, giderek bankalar ve vatandaşta da tedirginlik ve belirsizlik yaratabilir. Tedirginlik yabancılara da yansırsa, Borsa endeksinde ve ülke notumuzda da düşüşlerle karşılaşabiliriz.
Döviz talebindeki artış, doğrudan
Önceki yazımda belirttiğim devrim niteliğindeki sermaye piyasası kuralları, yalnız halka açık şirketler için değil, henüz halka açılmamış tüm büyük şirketler için de uygulanmalı. Kaçış olmamalı. Uluslararası finansal piyasalardan fon sağlama olanaklarının arttırılması, finansal krizlerin ve şirket skandallarının arkasında yatan nedenlerden en önemlisi olduğu bilinen “kötü yönetim”den şirketlerin kurtarılması, ekonomimizin ve sermaye piyasamızın rekabet gücünün arttırılması için, yalnız halka açık şirketlerin değil tüm büyük şirketlerin de bu prensipleri uygulaması gerekli.
Getirilen sistematik uygulamalarla, şirketlerin pay ve menfaat sahiplerine eşit davranması ve ortaya çıkabilecek çıkar çatışmalarının önüne geçilmesi de sağlanacak.
Yönetim kurulu üyelerinin durumu
Yeni Tebliğ’de, Yönetim Kurulu üyelikleri konusunda, olumlu büyük değişiklikler var:
- Yönetim Kurulu üyelerinin yetenek, beceri ve deneyim düzeyleri ile bağımsızlık derecesi, Yönetim Kurulu’nun performans düzeyini ve başarısını belirler ve şirketin hedeflerine ulaşmadaki başarısını doğrudan etkiler. Öte yandan, Yönetim Kurulu tarafından oluşturulacak komitelerin başkanlarının da “bağımsız üye” olması
Geçen hafta yayınlanan Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) tebliği yalnız sermaye piyasamızda değil, Türk ekonomisinde de bir devrim niteliğinde. Tebliğe göre, bankalar hariç İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın (İMKB) en büyük 30 şirketinin yönetim kurullarının yüzde 30’u bağımsız üyelerden oluşacak.
SPK Başkanı Vedat Akgiray’ın yaptığı açıklamaya göre, bu uygulama 1-2 yıl içerisinde İMKB’de işlem gören tüm şirketleri kapsayabilecek. Bankalarla ilgili mevzuatın Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nu ilgilendirmesi, özelleştirilmiş olan bazı şirketlerdeki “altın hisse” gibi özel durumların daha derinliğine incelenme ihtiyacı ve bunlara benzer düzenleme gereksinimleri nedeniyle, uygulama şimdilik İMKB’de işlem gören şirketlerin tümünü kapsamamış görülüyor.
Getirilen yenilikler, tüm gelişmiş ülkelerde küçük farklılıklarla zaten var. Böylece, güçlü şirketlerin daha şeffaf, kurumsal yönetim ilkelerine daha uygun ve daha profesyonel yönetilmesi amaçlanıyor.
Tebliğin ilk uygulaması Turkcell’de gerçekleşti. Böylece, Turkcell’in yönetimi ne Çukurova’nın ne Alfa’nın ve ne de TeliaSonera’nın eline geçmiş oldu. Tebliğ gereğince, borsanın dev 23 şirketine 54 yeni bağımsız üye
Geçtiğimiz 20 yılda Avrupa Birliği’nde iki farklı devletler topluluğu oluştu. Birinci grupta Almanya, Fransa, İngiltere gibi ürettiğinden daha az veya ürettiği kadar tüketen ülkeler var. İkinci grup ise, Yunanistan, Portekiz, İrlanda gibi ürettiğinden çok daha fazlasını tüketen ülkeler. Bugünlerde yaşadığımız gibi, üretmeden tüketen ülkeler düzenin değişmemesini, yani başkalarının haklarını yemeyi sürdürmeyi istiyorlar; bunun için sokaklardalar.
Halklarının eğitim düzeyi yüksek olan Avrupa Birliği(AB) ülkeleri vatandaşları durumun farkında.
Gelinen nokta, eski düzenin devam etmeyecek olduğu. Ancak, kurulacak yeni düzenin ne olacağı belli değil. Yeni oluşturulacak düzenin adı konulmadığı takdirde de, global krizin “ikinci dip”i yapması neredeyse kaçınılmaz.
Avrupa Birliği’nde Almanya’nın hegemonyasının artacağı ve güçlü ülkelerin çalışmadan tüketen ülkelerin maliye politikalarını kontrol etmeye başlayacakları anlaşılıyor. Bütün mesele, alınacak tedbirlerin üretmeden bol bol tüketen ülkelerin vatandaşlarına nasıl anlatılacağı.
Sisli havada ‘Merkez’
Bu karışık global ortamda Merkez Bankamız, örnek sayılacak bir para politikası yürütmeye çalışıyor. “Bağımsızlık”
Para, ekonomilerden hızlı globalleşti. Ülkeler ve piyasalar arasında çok süratle yer değiştirebilen para, farklı ekonomik tedbirler, kıyas kabul etmeyen faiz oranı farklılıkları ve üretimlerdeki henüz giderilemeyen farklı maliyetler nedeniyle kolayca en çok kazandıran ekonomiye veya piyasaya kayabiliyor.
Tüm dünyada çok süratle hareket edebilen para, kaldıraçlı yatırım enstrümanları ve riski en aza indirebilme mekanizmaları(hedging) sayesinde gerçek miktarının çok daha üstünde tutarlarla piyasalara girmeye ve borsaları etkisi altına almaya başladı. Böylece, normal getirilerin 20-40 kat üzerinde getiriler elde edebildi. Örneğin, bir ülkedeki mevduat faiz oranı % 2 iken, bu manivelalar kullanılarak % 110’a varan getiriler elde edilebiliyordu. Paradan para kazanma güdüsü geçtiğimiz 10 yılda o denli arttı ki, üretim yapmanın ve üretilen malı pazarlamanın artı değeri gittikçe azaldı. Ülkemizde de aynı sıkıntı ile karşılaştık.
Merkez bankaları kontrolü kaybetti
Merkez bankalarının yarattığı para miktarı normal olarak çarpan etkisi bile düşünülse, basılan paranın 3-7 misline ancak yükselebilirken; yeni küresel iklimin getirdiği şartlar altında, kaldıraçlı enstrümanlar da
Yunanistan’daki bütçe açığı 18 milyar euro’ya ulaştı. Yıl sonu bütçe açığı hedefi olan 19.8 milyar euro’da açığın tutulabilmesi neredeyse imkânsız. Alınan tedbirlere bağlı olarak ekonominin küçülmesi, vergi gelirlerini düşürmeye başladı. Dolayısıyla, bütçe açığının hedef tutturması olanaksızlaşıyor. Yunanistan’da uygulanan politikalara karşı olanların sayısı 9/10’a ulaştı. Araştırmalar, Ana Muhalefet Partisi’nin oylarının İktidar Partisi (PASOK)’ni % 4 geçtiğini gösteriyor. Avrupa Birliği(AB) yardım etmezse, Yunanistan ekim ayı içinde iflas edecek.
-AB’deki krizi rahatlatmada kaçınılmaz olarak Almanya öncü rol oynuyor. Bu durum, Almanya’nın kurtarma operasyonlarına katılım payını da yükseltti. Katılım yükü, 123 milyar euro’dan 211 milyar euro’ya yükselmek durumunda kaldı. Almanya’nın bu fedakârlığına rağmen, Yunanistan’daki dar boğazın aşılamayacağı anlaşılınca, iç politika karıştı. Kurtarma planlarının bir “B planı” olmaması Başbakan Merkel’i zorluyor. Merkel şimdiye kadar, 6 eyaletteki seçimleri kaybetti ve kaybetmeye de devam ediyor. Almanya’da halkın % 53’ü, alınan kurtarma kararlarına karşı.
- Ağustos ayından başlayarak Almanya hariç Avrupa’nın bütün büyük
Herkesin hesapladığının aksine, Avrupa Birliği’ndeki (AB) krizin, aslında İngiltere dışındaki 4 büyük AB ülkesinin krizi olduğu anlaşılıyor. Doğal olarak, topun ağzındaki ülkeler güçsüz ekonomileri nedeniyle Yunanistan, Portekiz ve İrlanda gibi görünüyor. Ancak, gerçek kriz aşağıdaki çizelgelerde de görüleceği gibi 4 büyük AB ülkesinde. Zaten, bu nedenle de Yunanistan “kurtarılmak zorunda olunan” ülke konumunda. Şimdi, 4 büyük AB ülkesinin Gayri Safi Milli Hasıla ’larına (GSMH) ve borç yüklerinin GSMH’larına oranına bakalım:
Görülüyor ki, Almanya’nın ve Fransa’nın durumu bile pek farklı değil. Tabii ki, gelişmiş ekonomilerde alınan borcun verilen borca oranı da çok önemli. Sonraki çizelge, 4 büyük AB ülkesinin birbirlerine ve zorda olan ülkelere verdiği banka kredilerini gösteriyor. Birisinin verdiği ötekinin aldığı anlamında olduğu için rahat bir karşılaştırma yapılabiliyor.
Dünyamızda hem ekonomik, hem sosyal hem de doğal afetlerle gelen bunalımlar yaşanıyor. Anlaşılan, her şey yenilenecek. Kendini yenilemeyen, yeniliğe direnen ülkeler ya küçülecek ya da yok olacaklar. Demokratik sistem ve kurumları yaşatan, aynı zamanda da son sözü söyleyecek güçlü otoriteleri barındıran ülkeler ve bölgesel birlikler ayakta kalacak. Bunalımların tümü ile baş edilmeye çalışılıyor:
* Afrika’da, insanlar açlıktan ölüyor; ekonomik yardım yapılarak oradaki bunalım çözülmeye çalışılıyor.
* Japonya’da, deprem ve tsunami sonrası yaşanan felaketin yaraları sarılmaya ve Japonya ihracatı artmaya başladı.
* Türkiye dahil gelişmekte olan güçlü demokratik ülkeler, dünya krizinin yıkıcı etkilerinden az hasarla çıkıyor.
* Çin’de büyüme yavaşlasa bile ekonomik kriz az hissediliyor ve bu ortam sosyal patlamaları engelliyor.
* Zengin petrol kaynakları ve döviz geliri bulunan büyük Ortadoğu bölgesine dahil ülkelerde diktatörlükler yıkılıyor. Bu ülkelerde halk, yalnız demokrasi değil, ekonomik getirilerden de daha çok pay almak istiyor. Bu ülkelerde ekonomik değil, sosyal bunalımlar var.
* Rusya, bölündükten sonraki yaralarını süratle sarıyor; yeniden uluslararası ortamda