Dünyadaki ve Avrupa’daki ekonomik krizler Türkiye için fırsatlar yarattı. Bu fırsatlardan birisi de Türk Lirası’nın güçlü para olma yolunda ilerleyerek uluslararası kabul görmüş hale gelebilmesi. Bunu sağlamak amacıyla, ekonomi yönetimi bir süredir İran, Pakistan, Rusya ve Çin ile Türk Lirası üzerinden ticaret yapabilmesini sağlamaya çalışıyor. Son olarak, Merkez Bankası da Çin Merkez Bankası ile bir Swap Anlaşması yaptı. Ancak, bu girişimlerin hiç birinden dişe dokunur bir gelişme elde edilemedi.
Merkez Bankaları arasında yapılan Swap Anlaşmaları, karşılıklı olarak kendi paralarının diğer Merkez Bankası’na bir süre için ödünç verilmesine dayanıyor. Örnek olarak, Türk Merkez Bankası anlaşılan süre için Çin Merkez Bankası’na belli miktarda Türk Lirası verecek ve karşılığında da pariteye göre aynı miktarda Yuan alacak. Çinli tüccarların Türkiye’ye mal satmaları halinde ödemeleri Yuan olarak yapılabileceği gibi, Türk tüccarların da Çin’e mal satmaları halinde ödemeleri Türk Lirası ile gerçekleşebilecek.
Teoride bu ödemeler sistemi kolay uygulanır gibi görülüyorsa da, pratikte işlemesi çok zor. Çünkü, hem Türk Lirası hem Yuan’ın değeri belirlenirken önce dolara geçilmesi
Dünkü yazımda, Avrupa Birliği’nde (AB) kapitalist sistemin kurallarının işletilemediğinden bahsetmiş; Avrupa Merkez Bankası (ECB), AB hazinesi ve maliyesi ile ilgili olarak alınması gereken tedbirleri sıralamıştım. Bugün, diğer olası tedbir konularından bahsetmek istiyorum:
Kapitalist sistemin kuralları işletilebilseydi, Avrupa Birliği (AB) bu kadar derin bir kriz içine sürüklenmez ve dünyanın da daha derin bir ekonomik kriz içine sürüklenme olasılığı yaşanmazdı. AB’deki mevcut ekonomik yapı ile olması gereken ekonomik yapı arasındaki farkları şöyle açıklayabiliriz:
* Avrupa Merkez Bankası (ECB) ile ilgili
* Hazine ile ilgili olarak
Dünyanın en büyük kamu araştırması şirketlerinden birisi olan Gallup’un Başkanı Jim Clifton’un bir kaç hafta önce çıkan “The Coming Jobs War” kitabındaki iddiası bu. Clifton’a göre, nüfusu yarattığı “kaliteli iş”ten fazla artan ülkeler yok olmaya mahkûm. Bırakın ülkeleri, yeterli kaliteli iş yaratamayan şehirler bile, istikrarsızlık ve fakirliğin yaratığı kaos ile karşı karşıya kalacak.
“Kaliteli iş”, haftada 30 saat veya üstünde çalışılan, sürekli ve sosyal güvenliği olan iş anlamına geliyor. “Kalitesiz işler”, insanların ölmeden yaşamaya çalıştıkları, ellerindeki varlıkların takası veya kendi ürettikleri basit varlıklarla yaşamlarını sürdürdükleri, devamlılık göstermeyen işleri ifade ediyor. “Kalitesiz işler”, gerçek bir ekonomik enerji yaratamıyor. “Kaliteli iş”e sahip olmayana insanlar, gittikçe sefilleşiyor, tembelleşiyor, ümidini kaybediyor ve mutsuzlaşıyor. “Kaliteli iş”e sahip olmamak, giderek açlığa, terörist gruplara katılmaya, göçe mecbur kalmaya, toplum kurallarını dinlememeye, aşırı uçtaki politik hareketlere kaymaya ve kayıt altına alınamayan ekonomik faaliyetlerin artmasına neden oluyor.
“Kaliteli iş” yaratılacak ekonomik faaliyetler gerçekleştirilemedikçe
Spencer Stuart’ın ABD’nin 500 büyük şirketinin (Standard and Poor’s 500) yönetim kurulu üyeliklerinin yapısı konusunda geçen ay yaptığı araştırma, çok ilginç karşılaştırmalı sonuçlar veriyor. Harward Business Rewiev da Kasım 2011 sayısında, bu araştırmaya yer verdi. Araştırma, borsaya açık büyük şirketlerin yönetim kurulu üyelerinin durumunu 1987 yılı ile karşılaştırıyor.
500 büyük şirketin yönetim kurulu yapısının ortalaması alındığında, ilginç durumlarla karşılaşılıyor:
* 1987 yılında, yönetim kurulu üyelerinin % 3’ü 64 yaşın üstündeki kişilerden oluşurken, bu oran 2011
yılında % 37’ye çıkmış. Yani, yönetim kurullarında giderek daha yaşlı üyeler yer alıyor. Halen en yaşlı yönetim kurulu
üyesi C. M. Mortimer 95 yaşında.
En genç yönetim kurulu üyesi
N. Bancroft’un yaşı ise 31.
Sermaye Piyasası Kurulu(SPK)muz, “bağımsız yönetim kurulu üyeliği” konusunda bir karar aldı; Tebliğ yayımladı ve hemen uygulamaya başladı. Oysa ABD’nin sermaye piyasasını düzenleyen ve denetleyen kurumu Securities and Exchange Commission(SEC)’un karar alma biçimi çok daha değişik.
ABD’de kural koyucu kurumların alacağı karlarla ilgili yöntem, yasa ile belirlenmiş durumda. Bakınız bir karar alınması ve Tebliğ yayımlanması için hangi aşamalardan geçiliyor:
1. Konulacak kural belirlenmeden önce, yalnız bu kurala tabi olacaklara değil, halka da uygulamanın nedeni ve faydaları anlatılır. Karar almadan önce, bir bilgi notu(concept release) yayımlanarak ve bu notta dünya uygulamalarına, tartışmalı yaklaşımlara yer verilerek; kamuoyunun ve ilgili tarafların konu hakkında görüş ve tekliflerini bildirmeleri istenir.
2. Kurulan bir Komisyon, görüş ve teklifleri değerlendirip, çıkarılacak tebliğin veya yönetmeliğin kesinleşmesi öngörülen yazılı biçimini(rule proposal) açıklar. Kamuoyunun ve ilgili tarafların bu metne 30 ila 60 gün arasında itiraz hakları vardır. Bu “resmi teklif”in açıklanması sırasında, varsa daha önce yürürlükte olan metin ve yeniliğin gerekçelerine de yer verilir.
Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), 11 Ekim 2011 tarihinde yayımladığı bir Tebliğ ile Kurumsal Yönetim İlkeleri’ni belirlemeye başladı. Bu ilkelerin ilk uygulaması olarak da, bankalar hariç İMKB 30 endeksine giren halka açık şirketler hedef alındı. Bu şirketlerin Yönetim Kurulu üyeliklerinin 1/3’ünün “bağımsız üyeler”den oluşması yükümlülüğü getirildi. Tebliğ’i takiben yazdığım iki yazıda ben de bu prensiplerin uygulanmasına destek verdim. Ancak, Tebliğ’in alalacele uygulamaya konulması, halka açık şirketleri oldukça telaşlandırmışa benziyor.
Yeniden değerlendirilmeli
SPK’nın şu noktaları bir kez daha gözden geçirmesi gerekiyor:
Tebliğ’de uygulamanın başlaması için bir süre yok. Oysa, ABD’de bile “bağımsız yönetim kurulu üyelikleri” ile ilgili uygulamanın başlatılması için 180 gün süre verildi. Daha sonra bu süre yapılan başvurular değerlendirilerek, 180 gün daha uzatıldı.
“Bağımsız yönetim kurulu üyeliği” ile ilgili uygulamalar, hem kurumsal yönetim ilkelerini ilk kez uygulamaya koyan ABD’de hem de Avrupa Birliği (AB)’nde, SPK benzeri düzenleme ve denetleme yapan kurumlar tarafından değil, “teşkilatlanmış borsalar” tarafından belirleniyor ve takip ediliyor. Bizde de,
“Yunan’dan hediye alırken bile dikkat et” sözü Truva Atı’nın Truvalılara Yunanlıların bir hediyesi olmasından kaynaklanıyor. “Pandora’nın Kutusu” deyişi de ilk ölümlü kadın tanrı olan Pandora’nın kendisine açmama şartıyla verilen kutuyu açmasıyla şeytanı ve tüm kötülükleri serbest bırakması anlamında kullanılıyor. “Truva Atı” ve “Pandora’nın Kutusu” deyişleri bugün hâlâ güvensizlik ve kötülüğün yayılması manasında. Homeros’a göre Truva Atı’nı Odysseus icat etmişti. Truva Savaşı Bronz çağının sona erip, “İstilacı Devletler Çağı”nın başlangıcı oldu.
Batı Anadolu’da yerleşik Frik Kralı Midas’ın dokunduğu her şeyi “altın”a çevirmesi “Midas dokunuşu” deyiminin dünya literatürüne yerleşmesine neden oldu. Ancak sonunda, Midas bile bu özelliğinin geri alınmasını istedi. Bu davranış, “para her şey değildir” anlayışının temelidir. “Gordion’un düğümü” olarak bilinen ve İskender tarafından bir kılıç darbesiyle çözülen düğüm, o sıralarda Gordion adını da kullanan Midas’a aitti.
Herkül’ün annesi bir ölümlü ancak babası tanrıların kralı Zeus’tu. Daha birkaç aylıkken Zeus’un yeni eşi tanrıça Hera’nın göğsünden akan sütü emen Herkül o denli çok süt emmişti ki sütün fazlası “Samanyolu”nu