Netflix dizilerini izlemeyi seviyorsanız, Spiritüel konulara, Mistisizme, Şamanizme Dünya Tarihine, Tarihe ve Göbekli Tepe’ye ilginiz varsa, Dünyanın Uyanışı ya da Farkındalığın Farkında Olmak, Ruhsal Büyüme gibi konular üzerinde düşünüyorsanız ve Çevreye, Doğaya, Dünyaya, Yeşile duyarlı biri iseniz bu köşe yazım ilginizi çekebilir. Eğer bu konular ilginizi çekmiyorsa devam etmenizse gerek yok, okumayı bırakabilirsiniz. Ama bildiğim bir şey var ki o da bu dünyada hiçbir şeyin tesadüf olmadığı ve mademki başladınız okumaya demek ki okumanız gerektiği için olduğu…
Netflix ’in ikinci Türkiye yapımı orijinal dizisi ‘Atiye’ nin ilk sezonu geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Şengül Boybaş‘ın ‘Dünyanın Uyanışı’ adlı kitabından uyarlanan dizi nin ilk sezonunu baştan sona izledim tamamladım. Kitaba ve dizinin konusuna geçmeden önce Atiye dizisinin bizler için pek çok açıdan önemli olduğuna değinmek istiyorum.
Birincisi dizinin 190 ülkede gösteriliyor olması ülkemiz
Her sene bu zamanlar benim 201X’im başlıklı bir yazı yazıyorum. İyisiyle kötüsüyle o yılı nasıl geçirdim, hangi dersleri, öğretileri aldım, kendime ve başkalarına neler kattım, neleri ne uğruna feda ettim ve ne kadar yol aldım onları çıkarıyorum. Bir nevi kalbim ve beynimle olan iç hesaplaşma/konuşma diyebiliriz buna.
Böylesine özel bir şeyi sizlerle paylaşmamın da daha öncesinde de yazdığım gibi iki nedeni var. Birincisi, hayatımda kalpten kalbe bağ kurmadığım kimseyi barındırmamaya niyet etmiş biri olarak, hayatımın yansımalarını kaleme aldığım köşe yazılarımı okuyan sizlerle de böylesi anlamlı bir bağ kurmayı hedefliyorum.
İkincisi hayat ne kadar zor ya da acı dolu olursa olsun beni en çok yukarı çeken, hayata dair farkındalığımı artıran ve pozitif psikoloji efekti ile her zaman küllerimden doğmamı sağlayan bu yöntemi sizlere aktarmak telaşı güdüyorum. Belki benden feyz alırısınız ve bu farkındalık ile hayatınız üzerine düşünüyor olmanın katma değerini yaşarsınız diye.
Ben 2019’umu hatta son birkaç senemi de diyebilirim ‘KENDİMİ SEVMEM
Papaz yahnisi tarifini vermek değil amacım, ‘değişim’den söz temek istiyorum. Değişim denince tüyleri diken diken olan, değişmek istemeyip buna direnen, kişinin değişmesini yenilenme değil de ‘karakter aşınması’ sananlar için böyle bir başlık atmayı tercih ettim.
Dünya dönüyor, artık kimse bundan şüphe etmiyor. Dünya nasıl dönüyorsa, değişiyor da. Hatta baş döndürücü bir hızla değişiyor. Ama nedense bazıları değişen dünyada hiç değişmeden yaşamayı seçiyor. Oysa dünya böylesine hızlı değişirken, hiç kimsenin ya da hiçbir kuruluşun değişmeden ayakta kalmaya gücünün yetmeyeceği kaçınılmaz bir gerçek. Değişimi yakalayamayanlar, yerinde sayanlar zaman içinde yok olup gidiyor zaten.
Bayıla bayıla yediğim papaz yahnisi yemeğinin nasıl değişime ayak uydurarak kendini günümüze taşıdığından bahsetmek istiyorum. Bir rivayete göre, Ermeni papazı hasta komşusunu ziyaret ederken elinde bir tas dolusu soğan ve balıktan yapılmış bir yemek götürmüş. Komşusu iyileşince, bu güzel
Black Friday namı diğer Kara Cuma! Neyin nesidir bu Kara Cuma? Bu hafta size aslı astarını anlatmaya niyetliyim. Ortalıkta alışveriş çılgınlığı baş gösterirken, neden böyle olduğunu bilmeden bugünün müptelası olunması benim felsefeme ters düştüğü için şimdi Kara Cuma’nın dibine kadar ineceğiz birlikte. Yakın tarihten başlayarak ilk çıkış noktasına kadar yapacağımız bir yolculuğa hazır olun.
İlk bakışta fiyatların dibe vurduğu, çılgın indirimlerin yapıldığı, geleneksel bir alışveriş festivali gibi görünüyor. Black Friday çılgınlığı dünyada olduğu gibi bizim ülkemiz de de kendini göstermeye başladı artık. Türkiye de son birkaç yıldır günler öncesinden Kara Cuma’ya hazırlanıyor. Hangi markalarda indirim olacak? Black Friday’de ne alınmalı? gibi hummalı bir hazırlık yapılıyor, sonra işte malumunuz Black Friday’de dükkanlar tıklım tıklım doluyor ve internet sitelerine önceden sepete konulan ürünler indirimli olarak alınıyor.
Cehalet ve niteliksiz insanlara dair yazacaklarıma geçmeden önce bize bu iki niteliğin tam tersine sahip nesillerin yetişmesine yani bilgili ve nitelikli nesillerin oluşmasında emeği büyük olan öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutlamak istiyorum. Sevgili öğretmenlerimizin değerlerini yeterince bilemesek de öğretmeler gününü ilk olarak nasıl kutlamaya başladık dersiniz?
Öğretmenler Günü dünyanın birçok yerinde farklı tarihlerde kutlanıyor. Hatta bazı ülkelerde resmi tatil ilan edilen bir gün. 1994 yılından beri çoğu ülkede öğretmenler günü UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) tavsiyesiyle 5 Ekim’de kutlanıyor. 5 Ekim gününün anlamı ise 1966 yılında Fransa’nın Paris şehrinde yapılan “Öğretmenlerin Statüsü Hükümetlerarası Özel Konferansı” sonucunda UNESCO temsilcileri ile ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü) tarafından ‘Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi’ni oybirliği ile kabul edilişinin
Hep bir telaş, sonu gelmez yapılacaklar listesi ile koşturmaca içinde yaşıyoruz hayatı. Anı yaşamayı kaçırarak… Ya geçmişe takılıp kalıyoruz ya da geleceği planlamakla meşgulüz. Sonra bir bakıyoruz yaş almış başını gidiyor. “Zaman su gibi nasıl da akıp geçti anlamadım” diyoruz.
Zaman mı hızlandı yoksa bize mi bir şeyler oluyor çözemiyoruz. Hep acelemiz var. Dakikalar, saatleri, günleri kovalıyor. Her şey hemen olsun, bitsin istiyoruz. Beklemek, hele ne olacağını bilmeden beklemek bizim için adeta tam bir işkence.
Bir de çocukluğumuzu düşünün. O geçmek bilmez zamanlarımızı. Günler, haftalar, aylar, yıllar geçmek bilmezdi ya hani bir türlü büyümezdik. Ne oldu o zamana, neden böyle hızlandı? Yoksa zamanın hiç acelesi yok da bize mi öyle geliyor?
Erkeklerle kadınlar arasındaki sorunlara baktığımda bile aslında her şey tam bir zamanlanma hatası gibi görünüyor gözüme. Tüm sorunlar, farklı şeyler istememizden değil de genelde aynı şeylere ihtiyaç duysak da farklı zamanlarda istememizden kaynaklanıyor.
Kanada’dan sürgün edilmiş bir baba. Öğretmen bir anne. Yıl 1847.
Amerikan taşrası Ohaio’da bir bebek doğuyor. Evin yedinci çocuğu. Ona amcasının ismi Thomas veriliyor. İkinci isim olarak da Alva.
Thomas, çok meraklı bir çocuktur. Sürekli etrafta bulduğu oyuncaklarla deneyler yapar. Bir gün annesine “civcivlerin nasıl ortaya çıktığını” sorar? Annesi kuluçkayı tarif eder. Birkaç gün sonra Thomas ortadan kaybolur. Aradıklarında, ahırda birkaç yumurtanın üzerine oturmuş, onlardan civciv çıkarmaya çalışmaktadır!
Thomas’ın diğer çocuklardan farkı, ilginç sorular sormaktan öte sorularının cevaplarını bulmak için deneyler de yapıyor olmasıydı. Onun bu deneyci merakı, sık sık başını belaya sokmuyor da değildi. 6 yaşındayken bu küçük deneylerinden birinde babasının ambarını yakıp küle çevirmişti. Bu olaydan sonra keskin merakı kasabada efsane haline gelmişti!
İklim değişikliği ve bağlantılı olarak dünyanın her yerinde artan doğal felaketler gezegenimizin karşı karşıya olduğu en büyük tehlikelerden biri olarak hayatımızın merkezinde duruyor ama başımıza gelmeden, yaşamadan farkına varamıyoruz. Milyarlarca gezegen içinden bugüne kadar yaşanabilir başka bir gezegen bulunmayışı ve Mars’ın da aslında hiçbir zaman tam bir alternatif olmayacağı gerçeğiyle yüzleşmek zorundayız ve gezegenimizi korumak için bir şeyler yapmalıyız. Bunu her şeyin üzerinde bir hedef haline getirmeliyiz.
Çok uzaklara gitmeye hiç gerek yok! Geçen Ağustos ayında İzmir’de yaşadığımız orman yangını felaketi hatırlayalım. İçimizi yakan, ruhumuzu derinden üzen ve elimizden bir şeyin gelmiyor olması duygusunu bizlere yaşatan o yangını…
Yeşil-mavi küreyi daha büyük tehlikelerden kurtarmak için toplumun farklı kesimlerinin birlikte çözüm üretmeye teknoloji teşvik etmeliyiz. İnovatif genç yetenekleri, doğa dostu projelerle insanlığın hizmetine sunmak için yaratıcı platformalar oluşturmalıyız. Hepimizin