Başlıktan “PKK için Kuzey Irak’taki Yerel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin üzerine çökelim” anlamı çıkmasın. Bu geçmişte denendi. Iraklı Kürtler “aşiret reisi” diye aşağılanarak defalarca PKK konusunda tehdit edildiler. Ancak bu yaklaşım sonuç getirmedi.
O günlerden bu yana Iraklı Kürtlerle önemli köprüler kuruldu. Başbakan Erdoğan da bu çerçevede Erbil’i ziyaret etti. Kuzey Irak’taki Kürt yönetimi ile Ankara arasında daha önce olmayan diyalog kapıları aralandı.
Kuzey Irak’taki yönetimin eski başbakanı ve Kürdistan Demokrat Parti Başkan Yardımcısı Neçirvan Barzani’nin, Türkiye’nin Kuzey Irak’taki PKK kamplarına karşı operasyon düzenlediği bir sırada Ankara’da temaslarda bulunması da bunu gösteriyor.
Haberlere bakılırsa Mesud Barzani’nin kendisini de yakında Ankara’da göreceğiz. Ziyareti sırasındaysa PKK meselesi kuşkusuz gündemin ilk maddesi olacak.
Başlığa dönersek, biz “Barzani ile açık konuşma zamanı” derken daha çok eşitler arası bir diyalogdan söz ediyoruz. “Kuzey Irak da neymiş ki eşitler diyalogu olacak?” diye düşünenler de varsa bizce yanlış yapıyorlar. Küçük bir yer olmasına karşın dünyanın ve özellikle de ABD’nin gözü bu bölgededir.
Amerikan
AB başkentlerinde ve Ankara’da son aylarda gerçekleştirdiğimiz -ve aralarında önceki gün yemekte buluştuğumuz İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt’in de bulunduğu- Avrupalı siyasetçiler, yetkililer ve kanaat önderlerinden anladığımız kadarıyla Avrupa’da aklı başında olan kimse Türkiye ile AB arasındaki ilişkinin Kıbrıs meselesi yüzünden kopmasını beklemiyor.
Bu görüşmelerin büyük bölümü “kayıt dışı” olmak şartıyla gerçekleştirildiği için, burada isim vererek kimin ne söylediğini aktaramıyoruz. Önemli olan, şahsen Türk-AB ilişkileri konusunda çizdiğimiz karamsar tabloya katılmayan bu etkin kişilerin ortak bazı görüşlerde birleşmeleridir.
Önce Rum kesiminin, gaz arama “tahrikine” bakacak olursak, konuştuğumuz yetkililer arasında bunun doğu Akdeniz’de sıcak bir krize dönüşmesini bekleyen yok. Dahası, buna semeresini bugünden yarına verecek bir proje olarak bakan da yok. Arzulanan rezervlere ulaşılsa bile bunlardan somut yarar sağlanmasının en az üç yıl alacağı kaydediliyor.
Şu aşamada asıl kârlı çıkan tarafın ise, gaz aramasını yapan Noble adlı Amerikan şirketi olduğu belirtiliyor. Zira bu şirket, sonunda gaz veya petrol çıkarmasa bile, “burada şu kadar gaz yatıyor” veya
Hükümetin AB Komisyonu’nun bu yılki İlerleme Raporu’ndan hiç de memnun olmadığı görülüyor. Başbakan Erdoğan’ın AKP’nin Kızılcahamam’da gerçekleştirdiği “İstişare ve Değerlendirme Toplantısı”nda AB için kullandığı sert ifadeler de bunu ortaya koyuyor.
AB’nin önyargı açısından “otomatik pilota” bağladığı Kıbrıs konusu bir yana bırakılırsa, İlerleme Raporu’nun Türkiye’nin iç sorunları hakkında, her zaman olduğu gibi, bu yıl da nesnel olmaya çalıştığı görülüyor. Hükümeti asıl rahatsız eden de bizce bu.
Erdoğan’ı en çok kızdıran hususların başında, kuşkusuz, raporda gazeteci tutuklamaları ve basın özgürlüğü, Ergenekon ve benzeri davalarla KCK davası konularında yapılan eleştiriler geliyor. Sonuçta bunların hepsi son derece tartışmalı ve AKP için iç siyaset açısından huzur kaçıran meselelerdir.
Ancak, İlerleme Raporu’nun bu konularda getirdiği eleştiriler Brüksel’de masa başında “üretilmiş” değil. Bu eleştirilerin hepsi Türkiye’de ilgili kuruluşlar ve örgütler tarafından zaten yapılıyor. Raporun temel kaynağı da bu konularda Türkiye’de söylenen ve yapılanlardır.
İstemezsen yük kalkar
Komisyonun burada ek olarak yaptığı şey, bu söylenenleri ve gelişmeleri “AB
İsrail’in er Şalit konusunda Türkiye’den çok önceden yardım istediği biliniyor. Türkiye’nin de, özellikle İsrail ile kavgasının “ideolojik” değil, “insani” temellere dayandığını göstermek amacıyla Hamas’a bu konuda baskı yaptığı da biliniyor.
Fakat burada esas başarı yine de Almanya ile çalışan Mısır’a nasip oldu.
Şalit’in büyük sayıda Hamas tutsağı ile değiştirileceği haberi ilk çıktığında da zaten Türkiye’ye fazla bir atıf yoktu. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, “Hamas aradı bilgi verdi” açıklamasına rağmen Ankara’nın bu işin içinde olup olmadığı açıkçası belli değildi.
Neyse ki, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’in, İsrail basınına verdiği bir demeçte, Başbakan Erdoğan’ın Şalit meselesindeki “yapıcı” ve “insani” tutumuna -“hayret” ifadeleriyle de olsa- işaret ederek teşekkür etmesi, Türkiye’nin mütevazı katkılarını biraz daha netleştirdi.
Peres’in amacı
Diplomatik çevrelerde Peres’in, Şalit olayını fırsat bilerek, Davos’ta ağır sözlerine maruz kaldığı Erdoğan hakkındaki sözlerini Türk-İsrail ilişkilerindeki kanamayı durdurmak amacıyla sarf ettiğine inananlar var. İsrail siyasetinin “bilge adamı” olarak bilinen Peres’in bu amacı gütmüş olması mümkün tabii.
Türkiye konusundaki son beyanlarından sonra Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye çeşitli sıfatlar düzmek mümkün. Ancak kamuoyu yoklamalarına göre desteğinin bir hayli düştüğü kendi ülkesinde bunu yeterince yapanlar var.
Sarkozy’nin Ermeni çıkışı kuşkusuz, Fransız Le Figaro gazetesinin dediği gibi, “hesaplı bir tahriktir.” Yoksa sorumlu olan hiçbir dünya lideri, Ortadoğu ve Kafkasya’da belirsizliğin sürdüğü bir dönemde Türkiye’yi yabancılaştırmak istemez. Sarkozy ise bunu “kör gözüm parmağına” yaklaşımıyla yapmakta ısrarlı görünüyor.
Ancak, Sarkozy’nin hem Ermeni konusundaki, hem de Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki son olumsuz açıklamalarını sadece gelecek yılki Cumhurbaşkanlık seçimlerine dönük “ucuz popülizm” olarak görmek hatalı. Kendisinin Türkiye’ye ve Türklere karşı olumsuz tutumunun Cumhurbaşkanı seçilmesinden çok öncelere dayandığı da zaten biliniyor.
Gerçek bir mesele var
Biz Sarkozy’nin Türkiye’ye karşı tutumunun, gönlünün derinliklerinde yatan tarihi ve kültürel bir nefrete dayandığına inananlardanız. Bu açıdan bakıldığına “Türkiye sorunu”nun Sarkozy açısından “farazi” değil “gerçek” bir mesele olduğunu görmek durumundayız.
Üstelik bu sorun Sarkozy ve onun
İran’daki molla rejiminin Başbakan Erdoğan’a öfkesi giderek artıyor. Erdoğan’ın Mısır ziyareti sırasında laiklikten yana güçlü mesajlar vermesi Tahran için “son damla” oldu.
Bunun nedenini anlamak da güç değil. Sonuçta Erdoğan’ın bu çıkışı aynı zamanda bir “rejimler arası mücadeleye” işaret ediyor.
Bölge için “Türkiye modelinden” söz edildikçe İran’da birilerinin tüylerinin diken diken olduğu aşikar. Çünkü, Türkiye demokratik ve laik yapısıyla bölgeye sadece örnek olmakla kalmıyor, İran’da demokrasi ve özgürlük özlemiyle yaşayan ve son cumhurbaşkanlık seçimleri sonrasında sokaklara dökülen insanlara da ilham kaynağı sağlıyor.
Özetle, Molla rejimi 1980’li ve 90’lı yıllarda içişlerimize karışarak Türkiye’ye İslami devrimini ihraç etmeye çalışırken bu nedenle de Ankara ile birçok gerginlik yaşamışken durum şimdi tersine dönüyor. İran bu kez Türkiye’nin bölgeye demokrasi ve laiklik ihraç etmesinden endişelenmeye başladı.
Üç stratejik hata
Tahran bu yüzden duyduğu öfkeyi pragmatik nedenlerle en üst perdeden belli etmemeye çalışıyor. Cumhurbaşkanı Ahmedinejad bu nedenle Türkiye’ye karşı ihtiyatlı bir dil kullanmaya gayret ediyor. Fakat kazan alttan kaynadığı için
El Kaide bağlantılı İslamcı El Şebab örgütü tarafından üstlenilen ve 60 kadar insanın hayatına mal olan Somali’nin başkenti Mogadişu’daki kamyon bombası Başbakan Erdoğan’ı sarstı. Erdoğan’ın Güney Afrika ziyareti sırasında yaptığı konuşmalarda bu saldırıya atıfta bulunurken kullandığı ifadeler de bunu gösteriyordu.
Kuşkusuz, Somali’ye kısa süre önce gerçekleştirdiği ve terör-açlık sarmalıyla ilgili acı gerçekleri tüm çıplaklığı ile kendi gözleriyle gördüğü ziyaretin etkisi de var bunda. Mogadişu’da salı günü ölenler arasında Türkiye’ye okumaya gitmeye hazırlanan gençlerin bulunması da Erdoğan’ın tepkisini arttırmıştır.
Belli çevreler rahatsız
Erdoğan ile çarşamba günü -Güney Afrika’nın başkenti Pretoria’dan ayrılmadan önce- küçük bir yazar grubu olarak yaptığımız sohbet sırasında, İslam adına, üstelik Müslüman olduklarını söyleyenler tarafından, işlenen terörizm konusu da gündeme geldi.
Erdoğan’a, İslam dünyasındaki siyasi liderlerin ve dini önderlerin bu tür saldırılar karşısında yeterince tepki göstermediklerine dair eleştirileri sorduk. Verdiği ve aşağıda aktaracağımız yanıtından kendisinin de aynı kanaatte olduğunu çıkarmak mümkün.
Erdoğan Diyanet İşleri
Başbakan Erdoğan Güney Afrika’ya yaptığı ziyaret çerçevesinde kendisine refakat eden köşe yazarlarıyla başkent Pretoria’da özel bir görüşme yaptı. Erdoğan İsrail meselesinden anayasa çalışmalarına, Füze Kalkanı projesinden İslam adına işlenen teröre uzanan geniş yelpazedeki sorularımızı yanıtladı.
İsrail terör estiriyor
Başbakan Erdoğan Türkiye ile İsrail arsındaki gerilimin nereye kadar gideceğine ilişkin bir soruyu yanıtlarken “olması gereken yere varacak aslında” diyerek İsrail’in sırtını birinci derecede Amerika’ya, ikinci derecede Batı’ya dayadığını söyledi. Erdoğan “Bu gücünü buralardan almak suretiyle de bölgede hakikaten terör estiriyor.” diye konuştu.
Şu anda Gazze’de ciddi açlık başladığına dair haberlerin geldiğini de belirten Erdoğan şöyle devam etti:
“Bütün bunlara yardım elimizi uzatamamaktan dertliyiz. Olumlu yaklaşım göstermemesi İsrail’i her geçen gün daha da sıkıntıya sokacaktır. Elindeki orantısız güç bir yerden sonra kendine dönecektir.”