Başbakan Erdoğan’ın Mısır’da -yani “Ortadoğu’nun başkentinde”- laiklikten yana çıkmasının çok önemli olduğu aşikâr. Erdoğan’ın laiklikten yana bu denli güçlü vurgu yapmasına Türkiye’de fazla alışık değiliz. Konuyu Mısır’da “popülist” niyetlerle gündeme getirdiğini de sanmıyoruz. Zira “Müslüman mahallesinde salyangoz satmak” gibi bir durumdan söz ediyoruz.
Mısır’daki Müslüman Kardeşler adına konuştuğu belirtilen bir sözcü de zaten Erdoğan’ın sözlerine anında tepki verdi. Bu nedenle Erdoğan’ı bu cesur sözlerinden dolayı kutlamak gerekiyor. Umarız bu temel konuyu ilerde bölgeye yapacağı diğer gezilerde de canlı tutar.
Erdoğan, Mısır’ın “Dream TV” kanalına konuşurken şunları söylemiş:
“Türkiye’de anayasa laikliği, devletin her dine eşit mesafede olması olarak tanımlar. Laiklik kesinlikle ateizm değildir. Ben Recep Tayyip Erdoğan olarak Müslümanım ama laik değilim. Fakat laik bir ülkenin başbakanıyım. Laik bir rejimde insanların dindar olma ya da olmama özgürlüğü vardır.”
Erdoğan bu son derece doğru tespitlerin ardından şunları eklemiş:
“Ben Mısır’ın da laik bir anayasaya sahip olmasını tavsiye ediyorum. Çünkü laiklik din düşmanlığı değildir. Laiklikten korkmayın. Umarım
Başbakan Erdoğan’ın Mısır’a hareket etmeden önce Gazze’yi ziyaret etmesinin söz konusu olmadığını açıklaması, buna karşın “en kısa zamanda Gazze’yi ziyaret etmenin hasreti içerisinde” olduğunu belirtmesi, dış politikada olabileceklerle olamayacakların net bir örneğini sağlıyor.
Erdoğan burada da, Rasmussen’in NATO Genel Sekreterliği’ne karşı çıktığı veya “NATO’nun Libya’da ne işi var?” çıkışında bulunduğu zamanki duruma düştü. İran’a o kadar arka çıktıktan sonra NATO’nun “Füze Kalkanı” projesine onay vermesi de aynı sıkıntıya işaret ediyor.
Bu örnekler Erdoğan’ın ve yakın çevresindekilerin dış politika değerlendirmelerinde bir sorun olduğunu gösteriyor. Zira Erdoğan sürekli “geri adım atma” durumunda kalıyor. Oysa, örneğin, Mısır’ın sıkı kontrolündeki Refah sınır kapısından Gazze’ye geçemeyeceği belliydi. Gazze’yi ziyaret edeceğine dair haberlere sevinmelerine rağmen Hamas liderinin dahi buna inandıklarını sanmıyoruz.
Erdoğan’ın Gazze’ye gidemeyecek olmasının başlıca nedeni ise İsrail veya ABD’den çekinmesi değil. Erdoğan daha önce çeşitli Arap ülkelerinden yaptığı gibi İsrail’i Gazze’den vurmayı kuşkusuz çok isterdi. Arap sokaklarındaki popülaritesini de böylece iyice
Finlandiyalı yetkililerin gözüyle bakıldığında, Türkiye’nin stratejik ölçeği ve Avrupa için “kaçınılmaz önemi” çok daha net görünüyor. O kadar ki, Finlandiya’nın eski dışişleri bakanı ve şimdiki AB ile ilişkilerden sorumlu bakanı Alexander Stubb’a göre Türkiye “stratejik ağırlık” açısından ilk beş ülke arasında bulunuyor. Bu yüzden mutlaka AB üyesi olması gerekiyor.
“Bu ne kadar çabuk olursa AB için o kadar iyi olacaktır” diyen Stubb, Birliğin ciddi bir ekonomik krizden geçtiğine, bu arada Avrupa’nın dünyadaki siyasi ağırlığının göreli olarak azaldığına işaret ederek, bunların Türkiye’nin üyeliğini hızlandırabilecek faktörler olabileceğini düşünüyor. Ancak, Stubb, tüm AB yetkilileri gibi, Türkiye’nin de başta Kıbrıs konusunda olmak üzere, sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğini belirtiyor.
Sırt çevirme endişesi
Finlandiya hükümetinin davetlisi olarak bulunduğumuz Helsinki’de Alexander Stubb ile Türk-AB ilişkilerinin yanı sıra, bölgemizde meydana gelen son gelişmeleri konuştuk. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile yakın dostluğunu vurgularken kendisine “Ahmet” diye hitap eden Stubb, Türkiye’nin aldığı olumsuz sinyaller nedeniyle Avrupa’ya sırt çevirmesinden
Finlandiya Dışişleri Bakanı’na göre Türkiye’nin ‘korkutan büyüklüğü aslındaAB için avantaj’. Türkiye’ye İsrail konusundaki tavsiyesi ise “ölçülü tepki”.HELSİNKİ
Finlandiya Dışişleri Bakanı Erkki Tuomioja, Türkiye’nin Avrupa’da bazılarını korkutan büyüklüğünün aslında AB için bir avantaj olduğunu söyledi. Finlandiya hükümetinin davetlisi olarak bulunduğumuz Helsinki’de görüştüğümüz Tuomioja, İsrail’in Mavi Marmara saldırısından düş kırıklığı yaşadıklarını da belirtti. Ancak ölçülü tepki göstermesi konusunda Türkiye’ye telkinde bulundu. Kıbrıs konusunda “alevlendirici söylemin de iyi bir fikir olmadığını” kaydeden Tuomioja, Ankara’nın “Füze Kalkanı” projesine katılmasının Türkiye ile Avrupa’nın “kader birliğini” gösterdiğini vurguladı.
Parlamento binasında görüştüğümüz Tuomioja’nın güncel konulardaki sorularımıza verdiği yanıtları şöyle:
- Türkiye’nin de desteklediği Filistin’in tanınması konusu BM’de yakında gündeme gelecek. Bu konudaki politikanız nedir?
Avrupalı ortaklarımızla birlikte davranacağız. Ortak bir pozisyona varılmasını ayrıca AB’nin onaylayabileceği bir tasarının ortaya çıkmasını umuyoruz. Filistin davası için de en iyisi bu
Gözler İsrail ile ilişkilere dönmüşken, Türkiye’nin NATO’nun ABD öncülüğündeki “Füze Kalkanı” projesine katılma kararı üzerinde pek durulamadı. Oysa bu kararın halk arasında ve özellikle de İslamcı kesimde tepki yaratacağı kesin.
Nedeni ise, hükümet yetkilileri bu konuda net konuşmaktan çekiniyor olsalar bile, bu kalkanın ilk etaptaki hedefinin İran olmasıdır. Özetle, bu kararın Türkiye için büyük bir stratejik hamle olduğu kadar, bölge dengelerini değiştirip İran ile olan ilişkilerimizi etkileyeceğini bilmekte yarar var.
İran’dan da zaten daha şimdiden hoşnutsuzluk ifadeleri gelmeye başladı. Meclis Savunma ve Dış Politika Komisyonu Başkanı Alaattin Buruçerdi, Ankara’yı örtülü bir şekilde uyararak, “Müslüman ülkeler NATO’nun çıkarlarına alet olmamalılar” diye konuştu. Ancak Türkiye kararını vermiş durumda.
Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Selçuk Ünal geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, NATO’nun 2010 Lizbon Zirvesi’nde ittifakın yeni stratejik konseptinin kabul edildiğini hatırlatarak, “ABD tarafından NATO’ya tahsis edilen erken uyarı radarının ülkemizde konuşlandırılmasının öngörüldüğünü” açıkladı. Ünal, bu kararın “NATO’nun savunma kapasitesini ve ulusal savunma
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun açıklamaları, Gazze ablukasının yasadışı olduğunu tescil ettirmek için Türkiye tarafından büyük çaba sarf edileceğini gösteriyor. Fakat eski dışişleri bakanlarından İlter Türkmen’in dünkü Milliyet’te belirttiği gibi, konunun hangi mahkemeye götürüleceği belli değil.
Türkmen’in dediği gibi, ülkeler Lahey’deki Adalet Divanı’na tek taraflı olarak başvuramıyorlar. İlgili tüm ülkelerin divana gitmeyi kabul etmeleri gerekiyor. Özetle, İsrail istemezse Türkiye bu mahkemeye gidemiyor.
Davutoğlu, Türkiye’nin Gazze ablukasının “Uluslararası Adalet Divanı’nda incelenmesini sağlayacağını”, bunun için “BM Genel Kurulu’nu harekete geçirmek için girişimlerde bulunacağını” söyledi. Bu, Ankara’nın farklı bir yol izleyeceğini gösteriyor.
Veto kullanacaklar
Türkiye, BM Genel Kurulu’nda, Adalet Divanı’nın konuyu incelemesi için bir tavsiye kararı çıkmasını sağlayabilir. Veto kullanacak ülkelerin başını, Türkiye’nin İran’a karşı “Füze Kalkanı” projesine birlikte girmeye hazırlandığı “müttefiklerinin” çekecek olması ise ayrıca ilginç.
Bu ülkeler, BM Genel Kurulu’nun “tavsiyesinin” Adalet Divan’ı tarafından ele alınmasını durduramasalar bile, çeşitli
Türkiye Doğu Akdeniz’de birkaç cephede kriz durumlarıyla karşı karşıya gelmiş durumdadır. İsrail ile diplomatik ilişkilerin en alt düzeye indirilmesi ve askeri anlaşmaların askıya alınması bunun sadece bir ayağı. Yoksa Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkiler de kopma noktasındadır.
Bu arada Kıbrıs Rum kesiminin yakında adanın batısında doğal gaz arayacak olması nedeniyle “geliyorum” diyen bir başka krizin ayak sesleri de şimdiden duyuluyor. AB Bakanı Egemen Bağış’ın tam bu sırada Rum kesimini “donanmalar bunun için var” diyerek uyarması da dikkat çekiyor.
İlginç zamanlama
Rusya’nın Rum kesimine güçlü diplomatik destek vermesi ise Ankara açısından sıkıntı yaratacak bir unsur oluşturuyor. Türkiye artık İsrail’e karşı “Doğu Akdeniz’de seyrüsefer serbestliğini sağlama” misyonuna da soyunduğuna göre, Kıbrıs adasının her iki tarafında tansiyon artacaktır.
Ancak, ister sahildar olsunlar, ister olmasınlar, başta ABD ve Rusya olmak üzere Akdeniz’de çok sayıda ülkenin askeri güçle korunan çıkarları bulunuyor. Bu durum Türkiye’yi her iki cephede çatışma, veya en azından diplomatik atışma ve dalaşma noktasına getirme potansiyeline sahip.
Türkiye’nin ABD’nin çok uzun zamandır
Konuyu yakından takip edenler, BM Genel Sekreteri’nin kurduğu “Palmer Paneli”nin asıl amacı hakkında ABD’nin BM Büyükelçisi Susan Rice’ın zamanında söylediklerini not edenler, ayrıca İsrail basınına bugüne kadar sızdırılanların farkında olanlar için New York Times’ta söz konusu panelin bulguları hakkında çıkan bilgiler şaşırtıcı değil.
Özetle “Palmer Raporu” İsrail’in Gazze ablukasının “yasal” olduğunu söylemekle kalmıyor, Gazze’ye giden gemileri uluslararası sularda durdurma hakkına sahip olduğunu da vurguluyor. İsrailli askerlerin Mavi Marmara’da karşılaştıkları “organize ve şiddetli direniş” karşısında kendilerini koruma hakları olduğunu da kaydeden rapor, ancak kullanılan gücün “aşırı” ve “mantıksız” olduğunu belirtiyor.
Rapor sonuç itibariyle İsrail’in bu olay için “uygun bir dille üzüntülerini ifade etmesini” ve tazminat ödemesini telkin ederek, bölgesel istikrar uğruna tarafların barışmalarını tavsiye ediyor. Bu panelin asıl amacı da böylece daha net görülüyor ki, bu hiçbir zaman “suçluyu bulmak” ve “cezalandırılmasını istemek” değildi.
Devriye mi gezilecek
Panelin amacı, bu tür olayların tekrarlanmaması için olayla ilgili kusurları iki ülke arasında