İran’daki molla rejiminin Başbakan Erdoğan’a öfkesi giderek artıyor. Erdoğan’ın Mısır ziyareti sırasında laiklikten yana güçlü mesajlar vermesi Tahran için “son damla” oldu.
Bunun nedenini anlamak da güç değil. Sonuçta Erdoğan’ın bu çıkışı aynı zamanda bir “rejimler arası mücadeleye” işaret ediyor.
Bölge için “Türkiye modelinden” söz edildikçe İran’da birilerinin tüylerinin diken diken olduğu aşikar. Çünkü, Türkiye demokratik ve laik yapısıyla bölgeye sadece örnek olmakla kalmıyor, İran’da demokrasi ve özgürlük özlemiyle yaşayan ve son cumhurbaşkanlık seçimleri sonrasında sokaklara dökülen insanlara da ilham kaynağı sağlıyor.
Özetle, Molla rejimi 1980’li ve 90’lı yıllarda içişlerimize karışarak Türkiye’ye İslami devrimini ihraç etmeye çalışırken bu nedenle de Ankara ile birçok gerginlik yaşamışken durum şimdi tersine dönüyor. İran bu kez Türkiye’nin bölgeye demokrasi ve laiklik ihraç etmesinden endişelenmeye başladı.
Üç stratejik hata
Tahran bu yüzden duyduğu öfkeyi pragmatik nedenlerle en üst perdeden belli etmemeye çalışıyor. Cumhurbaşkanı Ahmedinejad bu nedenle Türkiye’ye karşı ihtiyatlı bir dil kullanmaya gayret ediyor. Fakat kazan alttan kaynadığı için “öfkenin tebahhuru” kapak altından sızmaya başladı.
İran Devrim Muhafızları Komutanı General Yahya Rahim Safavi’nin Mehr Haber Ajansı’na verdiği son röportaj ise bu açıdan somut bir göstergedir. Safavi, Türkiye’nin son dönemde üç stratejik hata yaptığını iddia ederek bunları, füze kalkanı projesine katılma, Suriye’deki olayları “kışkırtma” (kendi ifadesi) ve Erdoğan’ın Mısır’daki laiklik savunması olarak sıralamış.
Türkiye’nin füze kalkanına katılma kararını ve Suriye’deki olayları kışkırtmasını “ABD’nin ve Siyonistlerin baskısına” dayandıran Safavi, Erdoğan’ın laik sözleri için de “Mısır halkı Müslüman olduğundan, bu beklenmedik ve tahayyül edilmeyen bir durumdur” diye konuşmuş.
Safavi Tahran’ın bölgeye dönük ideolojik emellerini böylece dışa vurmakla kalmamış, “Eğer Türk liderler, dış politikalarına ve İran ile bağlarına açıklık getirmezse, problem yaşarlar” diyerek tehdit savurmaktan da çekinmemiş.
Safavi’nin bu yaklaşımını Türkiye’de alkışlayacak kesimlerin olduğunu ve bunların illa da “dinciler” arasından çıkmadığını biliyoruz. Fakat işin “geniş arka planını” kaçırmamakta yarar var.
İran ve sünni blok
İran bugün bir yandan ABD ile askeri bağlarını derinleştiren Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, diğer yandan da Batı ile stratejik bağlarını kesmeyi reddeden Türkiye ve Mısır yüzünden bölgesinde giderek yalnızlaşıyor. Bugün Arap Birliği’nde ağırlıklı olarak Sünni olup da İran’a olumlu bakan bir ülke de yok gibi.
Mezhep açısından İran’a yakın olan bir azınlık tarafından yönetilen Suriye ile ilişkiler Tahran için bu nedenle hayati önem taşıyor. Özetle “Suriye de giderse”, Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye gibi kilit bölge ülkelerinden oluşan ve Batı ile ilişkisi bulunan “Sünni bloğun” daha da güçleneceğini biliyor.
Bu arada Tahran, Başbakan Erdoğan sayesinde Türkiye’nin bu konuda ön plana çıkmasıyla Filistin davasında da zemin kaybetmeye başladı. İran, FKÖ lideri Mahmut Abbas yerine kendisine yakın bulduğu Hamas’ı desteklese de ibre tekrar Türkiye ile İsrail arasındaki gerginliğin sona ermesini de isteyen Abbas’a dönmüş bulunuyor.
Bu durumda İran’ın yeni bölgesel dinamikleri istediği gibi yönlendirmek için el altından daha da kararlı bir şekilde çalışacağını tahmin etmek güç değil. Radikal İslami söylemiyle Müslüman kitleleri kışkırtmaya çalışmasının temel nedeni de bu.
Tahran aleyhindeki gelişmeleri böyle önlemeye çalışıyor. Bunu yaparken Türkiye ile ters düştüğü durumlar da haliyle artacaktır. Ancak bunlar yaşanırken şu temel gerçeği unutmamak lazım.
Türkiye bölgeye sivil veya dini diktatörlük değil, demokrasi, laiklik ve insan haklarına saygı telkin ediyor. İran ise “İslam devrimini yayma” sevdasıyla bölgesel istikrarsızlığı artırıyor. Özetle, bölgedeki istikrarsızlık unsuru sadece İsrail’den ibaret değil.