Türkiye konusundaki son beyanlarından sonra Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye çeşitli sıfatlar düzmek mümkün. Ancak kamuoyu yoklamalarına göre desteğinin bir hayli düştüğü kendi ülkesinde bunu yeterince yapanlar var.
Sarkozy’nin Ermeni çıkışı kuşkusuz, Fransız Le Figaro gazetesinin dediği gibi, “hesaplı bir tahriktir.” Yoksa sorumlu olan hiçbir dünya lideri, Ortadoğu ve Kafkasya’da belirsizliğin sürdüğü bir dönemde Türkiye’yi yabancılaştırmak istemez. Sarkozy ise bunu “kör gözüm parmağına” yaklaşımıyla yapmakta ısrarlı görünüyor.
Ancak, Sarkozy’nin hem Ermeni konusundaki, hem de Türkiye’nin AB üyeliği konusundaki son olumsuz açıklamalarını sadece gelecek yılki Cumhurbaşkanlık seçimlerine dönük “ucuz popülizm” olarak görmek hatalı. Kendisinin Türkiye’ye ve Türklere karşı olumsuz tutumunun Cumhurbaşkanı seçilmesinden çok öncelere dayandığı da zaten biliniyor.
Gerçek bir mesele var
Biz Sarkozy’nin Türkiye’ye karşı tutumunun, gönlünün derinliklerinde yatan tarihi ve kültürel bir nefrete dayandığına inananlardanız. Bu açıdan bakıldığına “Türkiye sorunu”nun Sarkozy açısından “farazi” değil “gerçek” bir mesele olduğunu görmek durumundayız.
Üstelik bu sorun Sarkozy ve onun gibi düşünenler açısından giderek büyüyor, çünkü Türkiye’nin dünyadaki ekonomik ve siyasi rolü giderek büyüyor. O kadar ki, Fransızların düne kadar ciddiye almadıkları Türkiye, Doğu Akdeniz’de Fransa ile hem siyasi, hem de ekonomik açıdan rekabet edebilir duruma gelmiş bulunuyor.
Başka bir ifadeyle Sarkozy gibi düşünenler bugün sadece Ankara’nın AB emellerini değil, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e yayılmasını da Fransa’nın çıkarları uğruna engellemek durumuyla karşı karşıyadırlar. Bu yüzden de Paris, “gaz arama krizinde” Rumları sonuna kadar destekleyecektir.
Türkiye’den erken gard
Türkiye ile bu rekabet, ilk etapta, Sarkozy’nin Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra ortaya attığı ve Fransa’nın liderliğini yapmasını istediği “Akdeniz Birliği” projesiyle ortaya çıktı. AB’nin benzeri projesini gölgelemeyi hedefleyen o proje hâlâ bir sonuç vermediyse, bunda Türkiye’nin bu girişime kuşkulu gözlerle bakmasının da bir payı var.
Öte yandan, Doğu Akdeniz’e dönük Türk-Fransız rekabeti Libya’daki ayaklanmayla belirginleşti. Türkiye’nin, ayaklanmadan kısa bir süre sonra Paris’te yapılan uluslararası konferansa çağrılmaması bu rekabeti açıkça ortaya koydu.
Bu gelişmeden bir uyarı çıkaran Türkiye, Fransa’ya karşı gardını erken aldı. Kaddafi’nin ardından da bugün Libya’da her yerde Fransa’nın önüne çıkıp siyasi ve ekonomik rekabet gücünü gösteriyor. Bunun Sarkozy gibi düşünenlere nasıl bir baş ağrısı yarattığını tahmin etmek ise güç değil.
Paris’in keyfi kaçıyor
Sonuçta Fransa, Libyalı isyancıları desteklediği bahanesiyle o ülkedeki meyvelerin kucağına düşmesini istiyor, ancak Türkiye bunu engelleyen bir faktör olarak önüne dikilmiş durumda.
Fakat Sarkozy’nin “Türkiye sorunu” bununla da bitmiyor.
Başbakan Erdoğan’a Libya’nın yanı sıra Tunus ve Cezayir’de duyulan büyük sempati de Paris’in keyfini kaçırıyor. Sonuçta Fransa Mağrip ülkelerini “geleneksel arka bahçesi” olarak görüyor. Bu nedenle Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini arttırmasını Fransız çıkarları açısından “tehdit” olarak algılıyor.
Giderayak gol atma hevesi
Sarkozy’nin Türkiye’ye karşı tutumunu değerlendirirken bu hususları göz ardı etmemek gerekiyor. Öte yandan Sarkozy’nin, ülkesindeki yoklamaların kendisi için ortaya koyduğu olumsuz görüntü karşısında Ermeni davasına daha da kararlı bir şekilde sarılacağını düşünenlerdeniz.
Tahminimize göre, tekrar Cumhurbaşkanı seçilmesi olasılığı arttıkça, Sarkozy’nin -“reel politikanın dayanılmaz ağırlığı” nedeniyle- “Ermeni soykırımını inkâr yasasının” meclisten geçmesi için çalışma olasılığı azalacaktır. Ancak seçimleri kaybedeceğini hissederse bu yasanın geçmesi için daha kararlı bir şekilde çalışacaktır.
Bunu da, derin bir nefret duyduğu Türkiye’ye karşı “misyonu” gereğince, “benden sonra tufan” düşüncesiyle ve “Türklere giderayak tarihi bir gol atma” arzusuyla yapacaktır.