Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu geçen cuma Selanik’ten dönerken, uçakta muhabirimiz Abdullah Karakuş’a verdiği demeçte, Suriye meselesinde son zamanlarda pek gündeme gelmeyen siyasi çözüm konusunda ilginç bir “teklif”ten söz etti.
Bakan, arkadaşımızın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Suriye sorununu Türkiye, Rusya, İran ve Arap Birliği’nden oluşan bir grubun çözebileceğine” dair beyanıyla ilgili sorusuna şöyle bir yanıt verdi: “Biz samimi bir şekilde Suriye’de siyasi bir dönüşüm olsun, herkes, herkesi kucaklayan bir geçici hükümet olsun diyoruz... Bu geçiş döneminde de herkes olumlu yaklaşsın. Bundan Rusya’nın da dışlanmaması lazım. İran’ın da kaygısının olmaması lazım. O (Esad) gittikten sonra herhangi bir tarafı rahatsız edecek bir yapılanmanın olmaması lazım... Bu bizim teklifimiz...”
Bakan, Türk diplomasisinin bu “teklif” üzerinde halen bir girişim yapılıp yapılmadığını söylemedi, ayrıca bunun hangi yoldan, hangi yöntemle gerçekleştirilmek istendiğini de açıklamadı. Cumhurbaşkanı’nın saydığı birkaç ülkeden oluşan “grup”, sanki ABD ve Batılı ülkelerin dışında düşünülmüş...
Sağırlar diyaloğu
Aslında bu “teklif”, bir türlü anlaşma sağlanamayan Cenevre Konferansı’nda
ABD’nin dünyadaki imajı bir süredir üst üste darbe yiyor. Daha geçen ay Ferguson’da patlak veren ve ülke çapında protestolara yol açan ırkçılık olayı ABD’nin itibarını sarsmıştı...
Ve işte şimdi Senato’nun yayımladığı “işkence raporu” ABD’nin prestijine bir kara leke sürüyor.
Bu kez olay ABD’nin ön önemli devlet kurumlarının biri olan istihbarat teşkilatı CIA ile ilgili. Mahut 11 Eylül 2001 saldırısından sonra yakalanan birçok zanlının sorgulanması sırasında işkencelere maruz kaldıkları duyulmuştu. Ancak bunun dehşet verici boyutları hakkında detaylı bilgi yoktu.
Senato’nun İstihbarat Komitesi’nin işte CIA’nın bu sorgulama sırasında kullandığı insanlık dışı yöntemler hakkında yaptığı araştırma 6 bin sayfalık bir belge oluşturdu. Hafta başında bu raporun kamuoyuna açıklanmasıyla ABD’de yer yerinden oynadı, bu sarsıntı da bütün dünyaya yayıldı.
Dehşet verici “teknik”
Olayın birçok boyutu var.
İkisi, yakın geçmişte birbirleriyle savaşmış, hâlâ da ilişkileri pek dostane olmayan iki komşu ülkenin vatandaşları...
Birisi 17 yaşında bir kız öğrenci. Diğeri sosyal işlerle meşgul olan 60 yaşında bir eski mühendis...
Nobel Komitesi 2014 Barış Ödülü’nü Pakistanlı Malala Yusufzay ile Hindistanlı Kailash Satyarthi’ye ortaklaşa verirken onları “barış şampiyonları” olarak ilan etti.
Bu iki kişinin böyle prestijli bir ödüle layık olduklarından kimsenin şüphesi yok.
Malala Türkiye dahil, bütün dünyanın tanıdığı bir isim. Kendisi henüz 14 yaşında iken Pakistanlı Taliban militanları tarafından başından vurulmuştu. Bu fanatik grubun küçük kıza saldırmasının sebebi, onun başka arkadaşlarıyla birlikte bir servis otobüsüyle okula gitmesiydi.
Her yerde Malala’lar
Hükümetin AB Bakanı Volkan Bozkır, önceki gün Ankara’ya gelen üst düzey AB Komisyon üyeleriyle düzenlenen ortak basın toplantısında, Avrupa Birliği’ne ilginç bir çağrıda bulundu. Bakan AB’nin özellikle dış meselelerin görüşüldüğü toplantılara Türkiye’yi davet etmesini istedi ve bu şekilde AB’nin “aile fotoğrafında” yer alması sayesinde Ankara’nın Birlik ile diyaloğunun görülür ve hissedilir hale geleceğini belirtti...
Kuşkusuz bu istek sembolik bir anlam taşıyor. Aslında Türkiye’nin arzusu, AB ile şu uzun üyelik müzakereleri sürecinde Avrupalı ortaklarla özellikle dış meseleler üzerinde görüşlerini paylaşmak ve Birlik içinde daha aktif bir rol oynamaktır.
Bir bakıma verilmek istenen mesaj şudur: Müzakereler 9 yıldır sürüyor. Daha ne kadar süreceği de belli değil. Bari gelin sizi de yakından ilgilendiren dış meseleleri dışişleri bakanları veya liderler düzeyinde görüşelim. Böyle bir olay resimlendiği zaman bizim de aynı “aileden” sayıldığımız belli olur...
AB yöneticilerinin buna ne diyeceğini bilmiyoruz; ama Ankara’nın böyle bir arzu duyması, her şeye rağmen AB perspektifini koruduğunun açık bir işaretidir.
Yeni işbirliği alanı
AB heyetinin Ankara ziyareti aslında
Türkiye ile Yunanistan arasında 1970’lerde ve 1980’lerde yaşanan krizler, Ankara’yı ve Atina’yı ikili ilişkilerin geleceği üzerinde yeni bir değerlendirme yapmaya sevk etmişti.
Varılan sonuç şuydu: İki komşu ülkeyi zaman zaman neredeyse bir çatışmanın eşiğine getiren krizler, Kıbrıs ile Ege sorunlarının bir sonucuydu. Bu meseleler kısa sürede kolayca halledilecek cinsten anlaşmazlıklar olmadığına göre, ikili ilişkilerin bu meselelerin esiri haline gelmesi doğru değildi. O halde çeşitli alanlardaki temasların ve işbirliğinin devam edeceği bir ortam yaratmak gerekliydi. Böyle bir hava sorunların daha yapıcı bir şekilde ele alınabileceği bir diyaloğu da mümkün kılabilirdi...
Özellikle 1990’larda rahmetli Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile Yunanlı mevkidaşı Yorgo Papandreu’nun yoğun çabalarıyla hayata geçirilen bu görüş, alınan bir dizi “güven artırıcı” önlemler sayesinde kısa zamanda meyvelerini verdi. Çeşitli alanlarda ilişkiler geliştirilirken, Kıbrıs ve Ege sorunlarının yeni krizler yaratmasının önüne geçildi. Diğer bir deyişle, ikili ilişkiler “krize dayanıklı” bir şekilde gelişti. Ve sonuçta bu, gerek Ankara’da gerekse Atina’da son yıllarda farklı iktidarların uyguladığı bir
Merkezi Berlin’de olan Uluslararası Şeffaflık (IT) örgütünün bu hafta yayımladığı 2014 raporundaki dünya haritasına baktığınızda, yolsuzluğun ne kadar yaygın olduğunu kolayca görürsünüz.
Yolsuzluk derecesinin dört farklı renkle gösterildiği haritada 175 ülkenin büyük çoğunluğu, bu dertten muzdarip: Afrika, Asya, Latin Amerika ülkelerinin büyük kısmında yolsuzluk derecesi yüksek. Yolsuzluğun çok az görüldüğü başlıca bölgeler ise İskandinavya ve Kanada. Nitekim Danimarka, Hollanda ve Finlandiya yeryüzündeki “en temiz toplum”lar sıfatını taşıyorlar. Yolsuzluğun en ağır şekilde hâkim olduğu ülkeler de Sudan, Kuzey Kore ve Somali...
Türkiye sıralamada ortalarda bir yerde. Ama aldığı puan düşük; daha doğrusu düştü: Bu yıl puanı 45. Geçen yıl 50 idi.
Rapor bu gerilemenin nedenini açıklıyor ve bu arada Türkiye’de son zamanlarda ifade özgürlüğünün kısıtlanarak yolsuzluk olaylarının örtbas edilmeye çalışıldığını belirtiyor.
Yoksulluk ve yolsuzluk
Rapordaki bulgular, genelde halk arasında yaygın olan bazı düşüncelerin doğru olmadığını gösteriyor.
Rusya enerjide global bir “oyun kurucu” olarak, bu hafta Güney Akım projesini askıya almak suretiyle önemli bir hamle yaptı.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ankara’daki sürpriz açıklamasıyla, Avrupa’ya Rus doğalgazını ulaştırmayı öngören bu iddialı projeyi rafa kaldırırken, Bulgaristan’ı oyundan çıkardı, yerine Türkiye’ye belirleyeceği bir rol verdi.
Böylece Türkiye kendisini birdenbire daha önce hiç düşünmediği bir rolün içinde buluverdi.
Türkiye’nin Rusya ile enerji alanındaki partnerliği yeni değil. Daha önce de iki komşu ülke, Mavi Akım boru hattıyla bu ortaklığı başarıyla sürdürdüler.
Fakat bu kez söz konusu olan partnerlik farklı. Putin’in Güney Akım projesine alternatif olarak sunduğu teklif, Avrupa’ya aktarılacak olan Rus doğalgazının Türkiye yoluyla sevk edilmesi. Bu da Türkiye’ye Rus gazının sadece iç değil, dış piyasaya nakli konusunda bir merkez olma imkânını veriyor.
Başarı şansı ne?
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Ankara ziyareti, görüşmelerden sonra yaptığı açıklamadaki bir husus vesilesiyle bütün dünyanın dikkatini çekti. Bu da Rusya’nın Güney Akım projesini Bulgaristan üzerinden hayata geçirmekten vazgeçtiği ve alternatif olarak Türkiye’yi seçtiğiyle ilgili.
Bu açıklamaya olağanüstü önem verilmesinin nedeni şudur:
Güney Akım adı verilen proje, Rus doğalgazını Karadeniz’in altından Bulgaristan’dan başlayarak Avrupa’ya taşıyacak bir boru hattının kurulmasını öngörüyor.
Toplam maliyeti 22 milyar dolara çıkacak olun bu projenin hayata geçirilmesine geçen yıl başlandı. Ne var ki Putin yönetiminin Ukrayna’ya karşı saldırgan davranışları, ABD ile birlikte Avrupa Birliği’nin de Rusya’ya karşı yaptırımlar uygulamasına yol açtı. Bu çerçevede AB üyesi olarak Bulgaristan da boru hattıyla ilgili çalışmaları aksatmaya başladı.
İşte bu durum karşısında Rus lideri, bir günlük ziyaret için geldiği Ankara’dan Bulgaristan’a ve AB’ye rest çekti, Moskova’nın bu işten vazgeçtiğini ilan etti. Putin bunun yerine Güney Akım sisteminin Türkiye’den geçirileceğini ve Türk-Yunan sınırında bir dağıtım merkezinin kurulacağını açıkladı.
Kazançlı kim?
Batı bu