Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande dün son Paris saldırısında hayatlarını kaybeden güvenlik mensuplarının cenaze töreninde yaptığı konuşmada, bir kez daha İslam dininin ve Müslüman dünyasının, “fanatik cihatçılar”la ilintili olmadığını vurguladı. Konuşmasında, “Charlie Hebdo” dergisine ve “Kaşer” markete saldıran teröristler için “İslamcı” ve benzeri herhangi bir sıfat kullanmamaya özen gösteren Fransız lideri, teröristleri “saldırgan” diye tanımlamayı tercih etti...
Almanya Şansölyesi Angela Merkel önceki gün Alman topraklarında yaşayan (ve sayısı 4 milyonu bulan) Müslümanların “Almanya’nın bir parçası” sayıldığını belirtti. Alman lideri son günlerde verdiği demeçlerde de İslam ile terörizmin hiçbir şekilde ilintili olmadığını vurguladı.
Diğer Avrupa ülkeleri liderleri de Paris saldırısından sonra gündeme gelen İslam ile terör arasındaki ilinti konusunda, Hollande ve Merkel’inkine benzer kesin ve net bir tavır sergilediler.
Sadece “saldırgan”
Diğer bir deyişle, Avrupa’nın yönetim kadroları sözde İslam adına terör eylemlerine girişen örgütlerin ve şahısların, İslam dinini ve değerlerini hiçbir şekilde temsil etmediklerinin bilinci içindeler. Bu nedenle
Paris’teki “büyük yürüyüş”ün başlıca amacı “terör”e karşı ve “özgürlük” lehinde ulusal, hatta uluslararası bir dayanışma sergilemekti.
Bu olay Fransa çapında sokaklara dökülen 3.5 milyon insanı tek vücut haline getirdiği gibi, 50 yabancı ülkenin liderlerini de bir araya getirdi.
Bunun en çarpıcı özelliği, belirlenen ortak amaç etrafında toplanan insanların ve hele kol kola yürüyen dünya liderlerinin değişik din ve inançlara, farklı düşünce ve ideolojilere mensup olmalarıydı.
O kadar ki bu yabancı liderlerin bir kısmı (Netanyahu ve Mahmud Abbas gibi) birbirine düşman ve “terör” konusundaki görüşleri de birbirine zıt... Bir kısmı da kendi içlerinde “özgürlük” konusunda “özürlü” sayılan (Gabon, Mali gibi) ülkeler...
Bu çelişkiye dikkati çeken “Le Monde”dan “The Guardian”a kadar bazı gazeteler, maalesef basın özgürlüğü ihlallerini gerekçe göstererek, Türkiye’yi de bu listeye dahil ettiler...
Sadece hatıra resmi mi?
Kuşkusuz bütün bu farklılıklara rağmen, bu kadar liderin terörü lanetlemek ve özgürlüğü desteklemek için bir araya gelmesi çok önemli bir gelişme.
Avrupa’da IŞİD’in saflarına katılanların ülkelerine dönünce buralarda terör eylemlerine girişecekleri korkusu, Paris’teki son saldırılarla artık gerçekleşmiş görünüyor.
“Charlie Hebdo” katliamı Avrupa’da yeni bir terör dalgasının başlangıcı sayılıyor. Avrupalılar şimdi böyle bir endişe içindeler.
İngiltere ve Almanya başta olmak üzere, birçok Avrupa ülkesi, olağanüstü güvenlik tedbirleri almış durumda. Bu ülkelerin istihbarat servisleri de sıkı işbirliği içindeler.
Aslında bu tehlike sadece Avrupa için söz konusu değil. Türkiye de aynı endişeyi taşıyor. MIT Müsteşarı Hakan Fidan’ın önceki günkü demeci, bu konuda yapılan ciddi bir uyarı...
Eğer Fransa’daki olay “cihatçılar”ın “sınır tanımayan” terör eylemlerinin bir işareti sayılıyorsa, bu durum Batısı ile Doğusu ile, bütün uluslararası camianın dayanışma ve işbirliği içinde olmasını gerektirmektedir.
Hep birlikte
Bu dayanışmaya sadece Batılıların kendi aralarında değil, Müslüman ülkelerle Batı dünyası arasında da olması şart. Batı’da “cihatçı” gibi radikal grupların ve terör çetelerinin İslam’la ilişkilendirilmesini önleme çabalarının öncülüğünü yapmak Müslüman ülkelere düşüyor. Avrupa’yı İslam karşıtı ve önyargılı
Paris’te Charlie Hebdo dergisine karşı girişilen vahşi saldırı üzerine Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun verdiği demeçte bu tür terör eylemlerinin nedeni veya amacı ne olursa olsun hiçbir şekilde mazur görülmeyeceğini vurgulaması isabetli oldu.
Gerçi resmi ağızlar böyle hallerde hep bu görüşü tekrarlıyorlar. Ancak Paris’teki saldırıdan sonra yapılan bazı değerlendirmelerde, olayın kınanmasının hemen ardından, “ama” ile başlayan bazı cümlelerin de eklenmesi dikkati çekti.
Bu cümlelerde ifade edilen görüş, Fransa’da -ve genelde Avrupa’da- son zamanlarda İslamofobi akımının güçlendiği, bunun da orada yaşayan Müslümanları öfkelendirdiği, sonuçta bunun da bu toplumun içindeki bazı aşırı grupları provoke ettiği yönündedir.
Böylesine vahşi bir terör eylemine karşı tepkinizi gösterirken, bunun sebeplerini “ama” diye başlayan cümlelerle izah etmeye kalkışırsanız, olayı sanki haklı göstermeye çalışıyorsunuz gibi yanlış bir algıya yol açarsınız.
Oysa terör, Başbakan’ın demecinde de belirttiği üzere, sebebi ne olursa olsun, bunu kim yaparsa yapsın, gene terör sayılır. Bunun da “ama”sı yoktur.
Sebebi ne ise...
Yunanistan’ın beklenmedik bir zamanda erken genel seçimlere gitmekten başka çaresi yoktu. Parlamentoda Cumhurbaşkanlığı seçimi için üst üste yapılan turların üçüncüsünden de sonuç çıkmayınca, yasa gereği, Yunan seçmenlerine 25 Ocak’ta sandık başına gitmek göründü.
Peki, bu seçimler neyi halledecek?
Yunanistan 3 yıldır vahim bir ekonomik krizle boğuşuyor. Yunan ekonomisi Almanya başta olmak üzere AB’nin ve IMF’nin sağladığı 317 milyar euro’luk yardım paketi sayesinde ayakta zor durabiliyor. Bu “paket”le beraber gelen “kemerleri sıkma” tedbirleri halkın geniş kesimini büyük sıkıntıya sokmuş, fakirleştirmiş durumda. İşsizlik artmış, maaşlarda kısıntılar yapılmış, yaşam koşulları zorlaşmıştır.
Kriz üstüne kriz
Son dönemde Yunanistan bu ortam içinde, Başbakan Antonis Samaras’ın yönetimindeki bir koalisyon hükümetiyle yönetildi. Siyasi alanda durum böyle devam ederken, Cumhurbaşkanlığı seçimleri yeni bir kriz yarattı. Bu seferki kriz, politik...
Sorun, zorunlu hale gelen erken seçimlerden nasıl bir yeni parlamentonun ortaya çıkacağı ve hangi partinin -veya partilerin- hükümeti kuracağıdır.
Atina’da bu konuda bir belirsizlik var. “Kathimerini” gazetesinin deyişiyle
“Gördü- ğünüz gibi buraları şimdi sakin ve huzurlu. İki yıl öncesine kadar öyle değildi. Sokağa çıkmaktan korkuyorduk. Süreç zor oldu ama sonunda başarıldı”...
Yılbaşı tatilinde İspanya’nın Bask bölgesine yaptığımız turistik gezi sırasında rehberimiz böyle diyordu.
Gerçekten İspanya’nın kuzey batısında “Pais Vasco” diye adlandırılan Bask bölgesinin Bilbao ve San Sebastian gibi belli başlı kentleri, yıllar boyunca ayrılıkçı ETA’nın terör eylemlerine sahne olmuştu. Burada farklı bir etnik kimliğe, lisana ve kültüre sahip olan topu topu 2.3 milyon Basklı dehşet ve kaygı içinde yaşıyordu.
ETA 1959’da yasadışı bir örgüt olarak kurulduğunda, milliyetçi söylemiyle Bask halkının bir kesiminin sempatisini kazanmıştı. Ama daha sonraki yıllarda giriştiği terör eylemleri ve ideolojisiyle kendisini halkından uzaklaştırdı. O kadar ki Bilbao veya San Sebastian’da bombalar patladığı ve insanlar öldüğü zaman, bizzat buranın insanları ETA aleyhinde gösteriler düzenliyor, teröristlere açıkça “Biz sizi istemiyoruz” mesajını veriyordu...
“İleri özerklik”
Sohbet ettiğimiz genç bir üniversiteliye göre, ETA’yı pes etmeye, silahları bırakıp kendisini feshetmeye iten başlıca neden, Bask
Yıllardan beri bu köşede sürdürdüğümüz “Yılbaşı testi” ile gene karşınızdayız.
Gelin 2015’te DÜNYA’da ve DIŞ POLİTİKA’da neler olabileceği konusunda bir fikir egzersizi yapalım.
Ama önce 2014 için yaptığımız tahminlere bir bakalım. Benim “skor”um şöyle: “Dünya Olayları” ile ilgili 5 sorunun sadece 2’sini, “Dış Politika” ile ilgili 5 sorunun da 3’ünü doğru öngörebildim.
Bu iyi bir sonuç değil doğrusu. Ama bu da 2014 yılındaki olayların ne kadar kaypak ve şaşırtıcı bir nitelik taşıdığının göstergesi.
Umarım siz sonuçları daha iyi tutturabildiniz.
Şimdi gelelim 2015 testine. Yanıtlarınızı işaretledikten sonra bu yazıyı kesip yıl sonuna kadar saklamayı unutmayın!
***
2014 Türkiye’nin dış politikası açısından son dönemin en kritik ve sıkıntılı yılı oldu. Türk diplomasisi bu yıl içinde eski sorunlarının yanı sıra yeni ve beklenmedik meselelerle karşı karşıya kaldı ve bunlarla baş etmekte çok zorlandı.
İktidar özellikle bölgesel rol oynama ve nüfuzunu yayma konusundaki emel ve beklentilerinde arzuladığı sonuçları alamadı. Türkiye ısrarla izlenen bu politikalar yüzünden özellikle Ortadoğu’da yalnızlığa düştü.
Ama buna karşılık Türk diplomasisinin yeni açılımları ve akut krizler karşısındaki dengeli davranışlarıyla başarılı bir performans gösterdiği haller de oldu.
Objektif bir gözle 2014 dış politika bilançosunun geneline bakıldığında, bunun -özellikle son 4-5 yıla oranla- zayıf, hatta kötü bir yıl olduğu anlaşılır...
Kuşkusuz bunda Türkiye’nin kontrolü dışındaki beklenmedik gelişmelerin payı var. Ancak Ankara’nın değerlendirmelerde, üslup ve davranışlarda yaptığı hataların ters sonuçların başlıca sebebi olduğunu da kabul etmek gerek...
“İlkesel” yalnızlık
Türkiye’nin yıl içindeki dış politikasının “zayıf noktaları”nın başında Suriye ve Mısır’la ilgili tutum geliyor. İktidar her iki ülkeye karşı “ilkesel” bir tavır sergilemekten söz