Utanmaz müdahalecilik ve figüran olmayı reddetmek!

24 Mart 2011

Türkiye, bazılarının iddia ettiği gibi, Kaddafi’nin ‘utangaç müttefiki’ değil, ama ortalık yine utanmaz müdahaleciden geçilmiyor.
Uzağa gitmeye gerek yok, daha dün, Afganistan’da olanlardan sonra, Irak’ta olanlardan sonra hâlâ ‘liberal müdahalecilik’ten rahatlıkla söz edilebiliyor!
Kimse, Kaddafi’nin zulmünün ardına saklanıp, düpedüz emperyalist müdahaleye gerekçe çıkarmaya çalışmasın! Ve kimse, mevcut iktidarın her tasarrufunu açığa çıkarmak için veya Türkiye’yi bu müdahalenin arkasında hizalamak için, Türkiye’nin çekinceleri doğrultusunda mevcut Libya politikasını, ‘tutarsızlıkla’, ‘bocalamakla’ yaftalamaya kalkmasın!
Türkiye’nin Libya politikası elbette tartışılmaz değil ama, o halde doğru dürüst tartışılsın! Başbakan’ın Mısır’da gösterdiği tavırdan farklı tavır sergilediğini ileri sürenler, haklı olabilirler ama bugün Libya’ya müdahale edenlerin, bırakın düne kadar Kaddafi’nin baş müttefikleri olmasını, Bahreyn’de tam tersine davrandığı gerçeğine aynı şekilde işaret etmek kaydıyla!
Hele, mevcut iktidarın Ortadoğu’da soyunduğu iddialı politikayı en hararetle destekleyenlerden bazılarının, Türkiye’ye son derece tartışılır bir emperyal müdahalenin kuyruğuna takılmayı

Yazının Devamı

ÖZGÜRLÜKÇÜ, DEMOKRATİK VE KATILIMCI ANAYASA İÇİN

22 Mart 2011

Libya’yı bombalayanlar çirkin yüzlerini Kaddafi zorbasının ardına gizlemeyi başaramıyorlar. Ancak bu konuya bugün devam edemiyorum. Çağrıcıları arasında benim de bulunduğum Özgürlükçü Anayasa Platformu’nun basın açıklaması metnini dikkatinize sunmak istiyorum.

Türkiye’de 12 Eylül askeri darbesinden otuz yıl sonra, nihayet yeni ve demokratik bir Anayasa hazırlanması öncelik kazanmıştır.
Ancak, siyasi hayatta hâlâ 12 Eylül’ün sistematik hale getirdiği kısıtlayıcı kurallar hüküm sürmektedir:
Yürürlükteki Milletvekili Seçimi Kanunu 10 Haziran 1983; Siyasi Partiler Kanunu ise 22 Nisan 1983 tarihinde kabul edilmiştir.
Sendikalar Kanunu’ndan Türk Ceza Kanunu’na, Dernekler Kanunu’ndan Basın Kanunu’na kadar uzanan geniş bir alanda ifade ve örgütlenme özgürlüğünü, siyasi katılımı engelleyen kısıtlamalar ve yasaklar mevcuttur. Bu engeller kalkmadan, toplumsal aktörlerin anayasa hazırlık sürecine özgürce katılmaları mümkün değildir.
Yeni anayasanın hazırlanmasını sağlayacak ve onay verecek meclisin temsil oranının olağan meclislere göre çok daha kapsayıcı olması gerektiği ortadadır. Ancak böyle bir temsil gücü, kapsamlı bir müzakere, toplumsal mutabakat ve barışın sağlanmasına imkân verir.

Yazının Devamı

İçerdekiler

20 Mart 2011

Pek bana göre değil, ama pazar günleri daha hafif ve eğlenceli konularda yazma âdetini anlıyorum. Birçok arkadaşımız, haklı olarak, ‘insanları tek dinlenme gününde de bunaltmayalım’ diye düşünüyorlar. Ben bugün, bunun tam tersini yapıp, sizi bunaltmak niyetindeyim. Bazı konularda, düşünmek için, biraz kaygı duymamız, ‘bunalmamız gerekiyor’ diye düşünüyorum.
Köşe yazarlarına, ‘siyasal suçlar’dan hapis yatanlardan çok mektup gelir. Bu mektuplar hep çok hüzün vericidir, dahası bende hep derin bir ‘suçluluk duygusu’ uyandırır. Aslında, başkalarının uğradığı haksızlık ve zulümlerin tümü, bende sadece üzüntü değil, öfke, utanç ve suçluluk duygusu uyandırır, beni ciddi bir şekilde sarsar. ‘Suçluluk duygusu’ deyip geçmeyin, haksızlıklara karşı durmak, bu yönde azimli olmak için çok sağlam bir temeldir.
Refah Partisi’nin (aslında beklendiği üzere) kapatıldığını araba kullanırken radyodan duyduğumda, sağa çekip bir süre kendime gelmeyi beklemiştim. Fazilet Partisi’nin kapatılma kararı kesinleştiğinde, Beyaz Türk dünyasının bir tatil kasabasında olmaktan derin bir ‘utanç ve suçluluk’ duydum. Birileri kendini memleketin asıl sahibi sayacak, sahillerde keyif çatacak, diğerleri başörtüsü ile

Yazının Devamı

‘Eksen buluşması’

18 Mart 2011

Başbakan Erdoğan, Moskova Devlet Diplomasi Enstitüsü tarafından verilen fahri diploma töreninden sonra yaptığı konuşmada son derece ilginç şeyler söylemiş. Bir soruya cevap verirken, ‘eksen kayması yok, eksen buluşması diyebiliriz’ demiş. Başbakan’ın kastettiği, tabii ki, kendi ifadesi ile ‘kalkınma, bölgenin gelişmesi’ açısından işbirliği veya ‘buluşma’.
Yine de, bir tür ‘tevafuk’ olmuş. Türkiye’nin siyaset ufkunun, ‘otoriter siyaset çerçevesinde kalkınma, gelişme, zenginleşme, güçlenme’ modeli olan Rusya’nın ekseni ile buluşması pek hayra alamet değil diye düşünüyorum. Zira, Türkiye’de de gidişat bu yönde. Mevcut iktidar, Türkiye’nin selametini salt kalkınma, zenginleşme, büyüme çerçevesinde görüyor, tam da bu nedenle, tüm siyasi eleştiri ve muhalefeti bu yolda bertaraf edilmesi gereken, engel, diken hatta ‘düşman’ olarak görüyor, tasfiye etmeye çalışıyor. Otoriter siyaset tam da budur!

Cehenneme giden yol...
Başbakan, ‘ülkeyi zenginleştirmek, güçlendirmek için çalışıyoruz, birileri ayağımıza dolanıyor’ anlayışı içinde. Unutmayalım, cehenneme giden yolu iyi niyet taşları döşer! Tarihte kimse, spor olsun diye otoriterliğe meyletmez. Herkes, her iktidar, kendi iyi niyetine

Yazının Devamı

Karışık bir tablo Bahreyn, Suudi Arabistan, İran, ABD ve Türkiye

17 Mart 2011

Türkiye’de gündem bu denli yoğunken, bir hafta içinde Ortadoğu üzerine ikinci kez yazmak fazla anlamlı gelmeyebilir. Ancak, bence Ortadoğu’daki son gelişmeler hem bölgenin geleceği, hem de Türkiye açısından fevkalade ciddi bir seyir izliyor. Tunus ve Mısır’da neler olduğunu takip etmeyi çoktan bıraktık. Üzerine Libya konusu geldi, en son uluslararası müdahale söz konusu ama, o konu da fazla tartışılmıyor. Şimdi, ortalık bu kadar toz duman iken, bölgede çok ciddi bir hamle gerçekleşti, Suudi Arabistan, Bahreyn’deki isyana, iktidar lehine müdahale etti!
Bölgedeki hareketlenmenin, ‘İran merkezli kriz’ ile ilişkili boyutuna daha önce de dikkat çekmeye çalışmıştım. Bahreyn’deki gelişmeler bu boyutu daha öne çıkardı. Zira, Bahreyn nüfusunun çoğunluğu Şii olan bir Körfez ülkesi ve iktidara karşı gösterilerin İran destekli olduğu ‘kuşku’ ve ‘tehdit’i söz konusu. İran, Arap dünyasındaki isyan hareketlerini desteklediğini açıklamıştı ama, aslında Mısır’da gücünü tamamen yitirmiş olan Mübarek rejimini yıkan isyanın, Batı dünyası tarafından hararetle desteklenmesini, bölgede Sünni yönetimlerin yenilenerek, kendisine karşı güç dengesi oluşturma gayretinin bir parçası olduğunu düşünüyordu.

Yazının Devamı

Libya’ya ‘uluslararası müdahale’

15 Mart 2011

Biz kendi derdimize düşdük, Ortadoğu gündemi gölgede kaldı. ‘Tunus’ta ‘Yasemin devrimi’, Kahire Tahrir’de ‘büyük direniş’ ardından neler oluyor?’ meselesi neredeyse unutuldu. ‘Büyük Arap devrimi’ konusu böylece havada kaldı, oysa bu konu daha çok tartışma gerektiriyor. Ama en önemlisi, Libya’da halen süren çatışma ve kriz büyüdükçe büyüyor. Libya’ya, ‘uluslararası müdahale’ gündemde, takdir edersiniz ki, bu çok ciddi bir gelişme. Bakalım, Libya, yeni bir Irak mı olacak!
Doğrusu, ben, hükümete yönelik, ‘Türkiye daha ne duruyor, tarafını belirlesin, netleştirsin!’ çağrı ve eleştirilerine katılamayacağım. Önce, uluslararası müdahaleyi meşrulaştıran ‘liberal müdahale’ konusunu enine boyuna tartışmak lazım. Zira, doğrudan askeri müdahale bir yana, İngiltere’nin başını çektiği, ‘Libya hava sahasının kapatılması’ çağrısı da, ‘liberal müdahale’ çerçevesinde meşrulaştırılabilecek bir tedbir.

‘Haydut devlet’ statüsü
Bu tartışmaya girmeden önce, olan biteni anlamak açısından, Libya’ya ilişkin bir hususu hatırlamakta yarar var. Libya’ya ilişkin uluslararası kriz, son ayaklanmadan çok önce başladı. Libya’nın 2000’li yıllarda, Batı dünyası ile ilişkilerini düzeltmeye başladığı, kitle

Yazının Devamı

Ergenekon bilmecesi

13 Mart 2011

Ergenekon davası, ‘daha demokratik bir Türkiye’ özlemi çeken birçok insanı heyecanlandırdı. Bu son derece ‘anlaşılır’ bir durumdu. Mevcut iktidar eski statükonun dar kalıplarını aşarak kendine yer açmıştı, bu yerden ‘statüko’ ile mücadelesine devam ederek, daha demokratik bir düzenin çerçevesini kurabilirdi. Umut edilen buydu.

Kuşkuyla bakıyordum
Bu konudaki umutlar çok hayalci de sayılmayabilirdi. Mevcut iktidarın derdi, dört dörtlük bir demokrasi olmasa bile, statüko ile mücadelesi, demokratik bir ‘dinamik’ teşkil ediyordu. O dinamik daha geniş ölçekli bir demokratikleşmenin zeminini inşa edebilirdi. Ergenekon davası, bu açıdan önemliydi. Çünkü, iktidar, sadece kendine karşı tehdit olarak algıladığı eski statüko kalıntıları ile hesaplaşmaya girişmiş bile olsa, bu hesaplaşma ister istemez daha büyük bir hesaplaşmanın yolunu açacaktı. Açılan bu yol ve zeminde, Türkiye yakın geçmişi ile hesaplaşarak, yeni bir demokratik siyaset alanı inşa edecekti.
Ben bu yaklaşım ve beklentiye kuşkucu bakanlardan biriydim. Zira, bir ‘siyasi süreç’in, bir dinamiğin ardı ardına benzerlerini tetikleyeceği mekanik kanunlar benzeri bir seyir izlemeyebileceğini düşünüyordum. Demokratikleşmenin,

Yazının Devamı

Yasallık, meşruiyet, demokrasi ve iktidar - II

11 Mart 2011

Dün, halihazırda, yasallık ve meşruiyet arasında açılan makasın büyümesinin yarattığı siyasi-toplumsal bir krizin eşiğinde veya içinde olduğumuzu düşündüğümü söyledim. Her toplumda, toplumsal-tarihsel değişimler doğrultusunda yasal çerçeveler zorlanır, meşruiyeti zedelenir. Bu sorunu, kazasız belasız aşmanın yolu, yasal ve meşru olanın yeniden örtüşmesi yönünde demokratik bir inşa sürecinin işlemesidir. Bu sürecin işleyebilmesi için, mesela, mevcut iktidar başörtüsü yasağının esnemesi veya kalkması yönünde adım attı diye, ‘vay; bu yasalara aykırı, şeriat devleti mi getireceksiniz!’ diye heyheylenmek yerine toplumun bir bölümü için bu yasağın meşruiyetinin olmadığı gerçeği üzerine kafa yormak gerekir. Hedeflediğiniz demokratik siyaset çerçevesinde toplumsal barış ise tutulacak yol budur. Ben, iktidar partisinin ve onun demokrasi anlayışının bu çerçevede eleştirilmesinden yana değilim. Çünkü demokratikleşme tam da budur. Yani, yasal olanın, toplumsal meşruiyet çerçevesinde yeniden gözden geçirilmesi sürecidir.

Çoğunluğun oyları
Bence, mevcut iktidarın demokrasi açısından asıl ve en önemli sorunu; ‘toplumsal/demokratik meşruiyet’ten anladığının sadece ‘çoğunluk’ ve çoğunluğun

Yazının Devamı