Nuray Mert

Nuray Mert

nuray.mert@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Dün, halihazırda, yasallık ve meşruiyet arasında açılan makasın büyümesinin yarattığı siyasi-toplumsal bir krizin eşiğinde veya içinde olduğumuzu düşündüğümü söyledim. Her toplumda, toplumsal-tarihsel değişimler doğrultusunda yasal çerçeveler zorlanır, meşruiyeti zedelenir. Bu sorunu, kazasız belasız aşmanın yolu, yasal ve meşru olanın yeniden örtüşmesi yönünde demokratik bir inşa sürecinin işlemesidir. Bu sürecin işleyebilmesi için, mesela, mevcut iktidar başörtüsü yasağının esnemesi veya kalkması yönünde adım attı diye, ‘vay; bu yasalara aykırı, şeriat devleti mi getireceksiniz!’ diye heyheylenmek yerine toplumun bir bölümü için bu yasağın meşruiyetinin olmadığı gerçeği üzerine kafa yormak gerekir. Hedeflediğiniz demokratik siyaset çerçevesinde toplumsal barış ise tutulacak yol budur. Ben, iktidar partisinin ve onun demokrasi anlayışının bu çerçevede eleştirilmesinden yana değilim. Çünkü demokratikleşme tam da budur. Yani, yasal olanın, toplumsal meşruiyet çerçevesinde yeniden gözden geçirilmesi sürecidir.

Çoğunluğun oyları
Bence, mevcut iktidarın demokrasi açısından asıl ve en önemli sorunu; ‘toplumsal/demokratik meşruiyet’ten anladığının sadece ‘çoğunluk’ ve çoğunluğun oyları olmasıdır. Demokratikleşmeyi, ‘azınlığın dayatması’ndan, ‘çoğunluğun dayatması’na geçiş olarak algılayan anlayış, mevcut iktidarın öncülüğü ve himayesinde giderek daha yaygın ve baskıcı bir hal alıyor. Çoğunluğun oyları, duyguları, desteğine dayanılarak yapılan her iş meşru sayılıyor, bu kez de bu zeminde baskıcı bir yasallık inşa ediliyor. O kadar ki, bir demokraside olmazsa olmaz muhalefet yapma, bu yönde kamuoyu oluşturma sadece siyasi partilerin sınırlarına çekiliyor, gerisi ‘psikolojik harekât’, ‘etki ajanlığı’ , ‘kanaat terörü’ gibi yaftalarla itham edilebiliyor, yeni suç tanımları ihdas ediliyor.

Yasal/meşru gerilimi
Diğer taraftan, Kürt meselesinin çözümü de, giderek daha fazla yasallık/meşruluk gerilimine sıkışıyor. İktidar çevresi, Kürt meselesine ilişkin olarak, kendi telakkisini ve onu destekleyenleri ‘meşru’, farklı olanı ‘gayrimeşru’ gördüğü için, ‘yasallık baskısı’nı alabildiğine işletiyor. Oysa, Kürt meselesinde meşruluk ve yasallık örtüşmesi, çoktan aşınmış vaziyette. İktidar, Kürtlerin bazı siyasal-toplumsal taleplerini ‘meşru’ olarak algıladığı için, ‘açılım’ başlığı altında birtakım adımlar attı. Bu adımların birçoğu mevcut yasal çerçevenin dışına taşıyor, TRT- Şeş bunların başında, çünkü hâlâ doğru dürüst bir hukuki düzenlemesi yok.
Demokratik çözüm, yasallıkla baskılamak yerine, toplumun bir kesimi için ‘meşru’ hale gelen taleplerin hukuki olarak düzenlenmesini gerektirir. Bunun ötesinde, meşruluğun sınırlarını bir iktidar veya çoğunluk belirlemez. Öyle olsaydı, bugün gelinen noktada olmazdık. Şimdi, gelinen nokta yeter, gerisi gayri meşru deyip, yasal sınırına çekilmek, yeni bir yasal/meşru gerilimi doğuruyor.
Bu çerçevede, BDP’ye hem silahlı harekete çağrı, baskı yap deniliyor, hem hareketle bağlantılı olmak suçlaması ile yasallık sopası gösteriliyor. Bu durumda, BDP mevcut iktidarın siyasetine uygun bağlantılar kurarsa ‘meşru’ sayılacak, canını sıkan konularda ‘gayri meşru’ ilan edilecek. Halihazırda durum budur. Dahası, oy hesabı yapılarak, BDP’nin siyasi temsil meşruiyeti sorgulanıyor. Bu tam da, ‘demokratik meşruiyet’i oy sayısına indirgeyen ‘çoğunluk dikta’sı anlayışıdır.
Memleketin büyük bir kısmının ‘terörist başı ve teröristler’ diye tanımladığını, sayıları çok daha az da olsa bu ülkede yaşayan başkalarının ‘özgürlük savaşçısı’ olarak görmesi, tabii ki büyük sorundur, bu türden sorunlar her siyasal sistemi zorlar. Ancak, bu noktaya geldikten sonra, çözüm, yeniden ‘yasallık’ mevziine çekilip, baskılama politikalarına yeni elbiseler dikmek değildir.

Çözümden uzaklaşmak
En kötüsü, mevcut iktidar çevresinin, kendinden farklı, kendine karşı, kendine muhalif her şeyi aynı sepete koyup, bunların tümünü ‘darbeci’ zihniyet ve faaliyetlerle ilişkilendirmek üzerinden topyekun baskılama çabasıdır. Mevcut durumda, Kürt meselesinde, Öcalan ve PKK’yı bir muhatap, bir ‘terörist’ olarak görmek/göstermek işleri yeterince içinden çıkılmaz hale getiriyor. Bunun üzerine bir de, Ergenekon-PKK bağlantısı vurgusu, CHP ve BDP yakınlaşması ihtimallerini bu çerçeveye sokma çabası sorunun çözümünden giderek daha fazla uzaklaştığımızın işaretleri.

‘Karanlık çeteleşme’
Bir ülkede iktidara farklı açılardan muhalefet edenlerin, bazı noktalarda örtüşmesi kadar doğal bir şey olamaz. Bu durum, farklı muhalefet çevrelerinin ne darbecilerle işbirliği içinde olduğunu, ne de toplu bir ‘çete’ olduğunu göstermez, bunun kanıtı sayılamaz. Mesela, Fransa’da, burka yasağına karşı ve taraftar cephelerde, yakın zamana kadar yan yana durması düşünülemeyecek, birbirinden çok farklı siyasi görüş ve çevreler buluşmuştu. Buradan hareketle, kimse ‘Ne işi var bu adamların birlikte? Bu olsa olsa karanlık bir çeteleşmedir’ demedi. Olay sadece, bazı konularda anlaşamayanların bazı konulardaki görüşler ve taleplerinin örtüşmesiydi. Siyaseti bu şekilde algılamayıp, her itirazın, eleştirinin, muhalefetin iktidara karşı hile ve desise, fitne ve fesat olarak görüldüğü yerde demokrasi işlemez, işleyemez.

Seçim öncesi tablo
Kısacası, seçim öncesi zor bir Türkiye tablosu ile karşı karşıyayız. Seçimin sonucu ne olursa olsun, karşımıza çok sorunlu bir siyasi tablo çıkacak. En kötüsü, bu tablo çerçevesinde, sivil ve demokratik bir Anayasa yapmak imkânsız hale gelecek.