Ergenekon davası, ‘daha demokratik bir Türkiye’ özlemi çeken birçok insanı heyecanlandırdı. Bu son derece ‘anlaşılır’ bir durumdu. Mevcut iktidar eski statükonun dar kalıplarını aşarak kendine yer açmıştı, bu yerden ‘statüko’ ile mücadelesine devam ederek, daha demokratik bir düzenin çerçevesini kurabilirdi. Umut edilen buydu.
Kuşkuyla bakıyordum
Bu konudaki umutlar çok hayalci de sayılmayabilirdi. Mevcut iktidarın derdi, dört dörtlük bir demokrasi olmasa bile, statüko ile mücadelesi, demokratik bir ‘dinamik’ teşkil ediyordu. O dinamik daha geniş ölçekli bir demokratikleşmenin zeminini inşa edebilirdi. Ergenekon davası, bu açıdan önemliydi. Çünkü, iktidar, sadece kendine karşı tehdit olarak algıladığı eski statüko kalıntıları ile hesaplaşmaya girişmiş bile olsa, bu hesaplaşma ister istemez daha büyük bir hesaplaşmanın yolunu açacaktı. Açılan bu yol ve zeminde, Türkiye yakın geçmişi ile hesaplaşarak, yeni bir demokratik siyaset alanı inşa edecekti.
Ben bu yaklaşım ve beklentiye kuşkucu bakanlardan biriydim. Zira, bir ‘siyasi süreç’in, bir dinamiğin ardı ardına benzerlerini tetikleyeceği mekanik kanunlar benzeri bir seyir izlemeyebileceğini düşünüyordum. Demokratikleşmenin, herkesin, her siyasi çevrenin, dört dörtlük bir demokrasi anlayışı ve talebi ile yola çıkması ile değil -büyük ölçüde ve birçok durumda- daha karmaşık bir sürecin sonucu gerçekleşebildiğini biliyordum. Bu karmaşık süreç içinde, farklı toplumsal-siyasal çevrelerin, kendi için istedikleri özgürlük alanları adına mücadele ederken, kendi sınırları ötesinde bir demokratik dinamik oluşturduğuna da inanıyordum. Tarihe ilişkin gözlemlerimiz bize bu gerçeği gösteriyordu. Ancak, yine de, bir demokratikleşme sürecinin itici gücü haline gelen, siyasi iradenin ve ardındaki toplumsal desteğin, asgari düzeyde de olsa, ‘herkes için daha fazla özgürlük’ hedeflemesi gerekiyordu. Yoksa, bu süreç kolaylıkla ‘sadece kendi talepleri çerçevesinde özgürlük’ sınırına kapanabilirdi.
Ben Türkiye’de, AKP hareketinin yükselmesini, demokratik bir dinamiğin harekete geçmesi olarak görmekle birlikte, bu dinamiği uzun soluklu bir süreç içinde taşıyamayacağını düşünüyordum. Çünkü, AKP, her şeyden önce, geçmiş ile adamakıllı bir hesaplaşmadan geçmeden, daha ziyade pragmatik adımlar ile dönüşen bir hareketti ve kendisini destekleyen toplumsal taban, kendinden başkası için özgürlük isteyen bir zihniyet dönüşümü gerçekleştirmemişti. Bu durumun, sadece bir çevreye özgü bir zaaf olduğunu hiç düşünmedim. Tam tersine, hemen tüm siyasi-toplumsal çevreler için benzer şeyleri söylemek mümkün. Ama, şimdilik konuyu uzatmayalım.
Yanılmış olmayı isterdim
Ergenekon davasını da, bu genel çerçeve içinde gördüm ve bu davanın, birçok demokrat aydının umduğu gibi, derinlemesine bir hesaplaşma değil, iktidarın tehdit algısı içine giren son derece sınırlı bir alanda kalacağını düşündüm. Türkiye’de yaşayan biri olarak, hepimizin selameti için, yanılmış olmayı çok isterdim. Ancak, Ergenekon davasının seyri, benim kuşku ve kaygılarımı teyit etmek bir yana, bunların çok ötesine savruldu. En büyük kaygılarımdan biri, büyük bir hesaplaşmanın sadece dar bir alana sınırlanması değildi. Daha kötüsü, bu sınıra hapsedilen hesaplaşmanın, mevcut statükoyu daha demokratik yönde kırmaya değil, yeni bir statüko inşasına hizmet etmesiydi. Ergenekon davası, gözlerimizin önünde giderek daha fazla bu raya oturdu.
Her itiraz ZAN altında!
En kötüsü, yeni inşa edilmekte olan statükonun eskisinden farklı bir çerçevede de olsa, yine otoriter bir çerçeve kurması ve bunu tahkim etme yönünde seyrediyor olması. Artık, mevcut iktidarın kendi karşısında olarak algıladığı her şeyin kod adı Ergenekon! Mevcut iktidarı beğenip desteklemeyen herkes, her söz, her itiraz, ZAN altında!
Bu koşullar altında, ‘Ergenekon başladığı noktadan saptı veya yozlaştı’ tespiti ile yola devam etmek ne kadar doğru diye de düşünmek lazım. Birçok demokratın temennisi, Ergenekon davasının ‘bir büyük demokratik hesaplaşma’ olmasına karşın, belki de, bu dava hiçbir aşamasında ‘bir büyük demokratik hesaplaşmayı’ hedeflemiyordu veya ‘ufku’ bu değildi. Ergenekon davasının demokratikleşme açısından önemine samimiyetle inanan tüm demokratları bu hususu bir kez daha düşünmeye davet ediyorum.
Aman, yanlış anlaşılmasın, ‘sadece’ düşünmeye davet ediyorum. En iyisi de, herkes düşündüğünü kendine saklasın! Yok illa birileri ile paylaşmak istiyorsa, eleştiri ve sorgulama dozuna, ‘yıkıcı’ olmamaya ve en önemlisi, ‘kendisi fark etmese de, fitne ve fesada alet olma’ ihtimalini hesaba katsın. Kimsenin vebalini yüklenmek istemem.