Devlet için ‘demokrasi’, devlet için anayasa!

7 Nisan 2011

Zekeriya Öz’ün, görevini devrederken yaptığı konuşmada ‘devlet adına yaptık’ cümlesi öne çıkarılmış. Bunun nedenini anlamak zor değil. Bunca, ‘sivilleşme’, ‘demokratikleşme’ tartışmasına karşın ‘devlet adına’ yapılan iş hep daha ‘meşru’ sayılıyor, öne çıkarılıyor.
‘Normali bu değil mi, yapılan işler tabii ki devlet mekanizması içinde olmalı’ diyebilirsiniz. Doğrusu bu, devletin bütün organları bu nedenle var, hukuk sisteminin de bu çerçevede işlemesi gayet tabii. Ancak, sorun burada değil, sorun yapılan göndermenin ‘devletin meşru çerçevesi’nden bahisten ziyade ‘devlet için’ şeklini alması. Belki, Öz’ün vurgusu bu yönde değildi, ancak öne çıkan veya daha doğrusu ‘çıkarılan’ vurgu bu. Öyle olunca, sanki hukuki sürece ilişkin eleştirilere karşı da, ‘ne yaptıysak devlet için yaptık’ çağrışımı akla geliyor veya getiriliyor. Bu konuda fazlasıyla titizlenmesi gereken bir toplumuz. Düne kadar, faili meçhul cinayetler de bu mantıkla savunuluyordu, bu uğurda ‘kurşun atana da kurşun yiyene de’ sahip çıkılıyordu.

Kâbusa dönüşebiliyor
Hal böyle olunca, her söylenen söz kafa karıştırabiliyor, geçmişi hatırlatan kâbusa dönüşebiliyor. Tüm bunlara bir de, Ergenekon davasının geçmişle

Yazının Devamı

‘Başörtülü aday’ tartışması

5 Nisan 2011

Kadınların ‘başörtülü aday’ kampanyasından haberdar edilmediğim için çok üzüldüm. Bu kampanya içinde olan bazı arkadaşlarıma ciddi sitemde bulundum. Yıllarca başörtülü kadınların kamu hayatında özgürce yer alması için söylemedik şey bırakmadım, başörtüsü eylemlerine katıldım, kısaca elimden geleni yaptım. Dahası, 2007 seçimleri öncesi, KADER’in kadın aday kampanyasında başörtüsü meselesi es geçildiği için isyan etmiştim. KADER’in ‘bıyıklı kadınlar’ fotoğraflarına karşı, birkaç başı açık kadın başımızı bağlayıp Yeni Şafak gazetesine poz vermiş, başörtülü kadınları dışlayan bir kadın aday kampanyasını hakkaniyetsizliğine dikkat çekmeye çalışmıştık. Hal böyle iken, bu kez düpedüz ‘dışlanmış’ olmayı Türkiye’de siyasetin geldiği yer açısından çok üzücü bir durum olarak gördüm.

Gölge düşürülebilirdi
Tam ‘İlla kampanyaya dahil olmak gerekmiyor, ben ayrıca zaten yazarım’ diye düşünürken, birdenbire, bunun da yanlış anlaşılmaya müsait olduğunu akıl ettim. Üzerimde bunca karalama kampanyası yürütülürken, kalkıp başörtülü aday konusunda yazsam, bu kez de birileri ‘bize tuzak kuruyorlar’ deyip, bu girişime gölge düşürmeye kalkar diye vazgeçtim. Zira, AKP’nin ‘başörtülü aday’

Yazının Devamı

‘İslam Barış Gücü’

3 Nisan 2011

Belki, tarihte hiçbir dönemde siyaset, hesapsız kitapsız, sadece insana yakışır ‘ilkeler’, ‘değerler’ doğrultusunda belirlenmedi. İlkelerle yola çıkanlar günü geldi, iktidar mücadelelerinin bir şekilde tarafı olmak durumuna düştüler veya olmak istemedikleri için küsüp, sustular. Ama, aynaya korkmadan bakan, içi rahat uyuyan ve gittiği yerde (herhalde) hesabını kolay verenler, hep bu ilkeler ve değerler peşinde koşanlar, ömrünü bu uğurda harcayanlar oldu. Buna inanmıyorsak, ‘insanlığı’, bir dini inanca mensupsak da, ‘inandığımız değerleri’, hiçe sayıyoruz demektir.

‘Tavır’ sorunu
‘Siyasi tavır’ belirlemek her zaman çok zordur. Ancak, ilke ve değerler gibi bir kaygımız varsa, bu zorluğun üstesinden gelmenin yolu, pragmatizme teslim olmak olmamalı. Pragmatizmi, ‘romantizm’, ‘idealizm’ kılıfına büründürmeye, kendimizi (ve/veya başkalarını) kandırmaya çalışmak hiç olmamalı. ‘İslamcı’ adıyla ortaya çıktıkları için, kendilerini, ‘dini değerler’in tezahürü olarak gören/gösterenler, yakın tarih boyunca sıkça bu yolu izlediler (İslamcılığın kendini, ‘din’in yegâne temsilcileri olarak takdim etmesi yanılgısını en çok da, İslamcılığı ‘din’ zanneden pozitivistler besledi, o da ayrı

Yazının Devamı

Irak ziyareti, İran ve Suriye

1 Nisan 2011

Başbakan’ın Irak ziyaretini değerlendirmeye devam ediyoruz. Ben, mevcut iktidarın bölgede, tüm taraflara mümkün mertebe eşit mesafede durma çabasını ve çatışma yerine müzakere gayretlerini önemseyenlerden biriyim. O nedenle, Irak’ta Şii taraflarla görüşülmüş olmasını da bu çerçevede değerlendirmek isterim. Ancak, Başbakan’ın Necef ziyareti ve Şii lider Sistani ile görüşmesini, muhtemel bir Sünni-Şii çatışmasına karşı önemli bir adım olarak görmekte zorlanıyorum.

İran ve Batı arasındaki gerilim
Her şeyden önce, bölgede Sünni-Şii çatışması sadece mezhebe dayalı bir gerilim değil. Bu çatışmanın bir yanında, İran ve bölge ülkeleri arasındaki güç ve nüfuz mücadelesi, daha geniş ölçekte ise İran ve Batı dünyası arasındaki gerilim gibi bir arka planı var. Irak işgalinin ertesinde, ABD müttefiki olduğu Saddam muhalifi Irak Şiilerinin Irak yönetiminde güçlenmesini, İran’a karşı bir güç dengesi unsuru olarak görüyordu. Irak Şiilerinin önemli ruhani liderlerinden olan Sistani, bu tablo içinde fazlasıyla önemseniyordu. Sistani, zamanında Humeyni’nin rakibi ve (ABD’ye göre) ‘alternatifi’ sayılıyordu. Bush yönetiminin ve Irak işgalinin baş destekçilerinden Vali Nasr, bu yaklaşımı ‘Şii

Yazının Devamı

‘Kürt sorunu Erbil’de çözülmez’

31 Mart 2011

Başbakan’ın Irak ziyareti, kuşkusuz önemli, ancak bu ziyareti Türkiye’nin ‘Kürt meselesi’nin çözümünün anahtarı olarak görmek ve göstermek çok vahim bir hata olur. BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın dediği gibi, ‘Kürt sorunu Erbil’de çözülmez’.
Maalesef, mevcut iktidarın halihazırda izlediği politika bu istikamette yol alıyor. BDP’nin, merkezi Güneydoğu’da olmak üzere, yurt çapında başlattığı ‘sivil itaatsizlik’ eylemi, bu çerçevede görmezden geliniyor, ısrarla demokratik siyaset zemini dışına itilmeye çalışılıyor. Türkiye bir kez daha, kendi topraklarında yaşayan Kürtlerin siyasi hareketine kulak vermek yerine, Irak Kürt yönetimini bu hareketi baskılamak için devreye sokmaya girişiyor.
BDP çizgisinin siyasal söylemini eleştirmek, sorgulamak başka şey, onu her yolu mübah sayarak dışlamaya, devre dışı bırakmaya çalışmak başka şeydir. Aynı şekilde ‘silahlı siyasal mücadeleyi’ sorgulamak başka şey, onu ‘kriminalize’ etmeye çalışmak başka şeydir. Ve nihayet, Kürt oyları için siyasal rekabete girişmek başka, bu rekabeti ‘Ergenekon’ çerçevesine sokup, demokratik siyaset sınırı dışına itme taktiği denemek başka şeydir.

Organik halk tepkisi
SETA Genel Koordinatörü Taha Özhan’ın

Yazının Devamı

‘Arap baharı’nın sonu ve Türkiye

29 Mart 2011

Irak işgalinin utancı, insanlığa bir şeyler öğretmeliydi! Öyle olmadı, Libya’da benzer bir senaryo sahne aldı. Libya’da olanlar, ne sadece bölgedeki otoriter düzenlerin, ne sadece Türkiye’nin bölgeye ilişkin zora giren siyasetinin, ne de sadece, ‘Batı dünyası’nın açgözlü ve ikiyüzlü politikalarının tartışılması ile anlaşılır, çözümlenir olaylar değil. Bu, topyekün insanlık tarihi açısından utanç ve hüzün verici bir tablo!
Anlayıp dinlemeden, alelacele piyasaya sürülen ‘Arap baharı’ kısa sürdü! Aslında, ‘Arap baharı’, ‘Arap uyanışı’ laflarının tümü, pespaye bir Oryantalist dilin son ürünleriydi. Nedense, ‘komplo teorileri’ ötesinde, hiç kuşku uyandırmadan benimsendi. Daha kötüsü, bu dil, olan biteni yorumlamaya çalışan farklı bakışları, ‘baskın basanındır’ uyanıklığı ile, ‘oryantalizm’ diye mahkûm etmeye girişti. Sanki, öyle diyen varmış gibi, ‘Araplar neden devrim yapamasın, neden özgürlük istemesin, kurtulun bu Oryantalist bakıştan!’ lafları ortalığı kapladı.

Osmanlı nostaljisi
Tahrir meydanı isyanını, Mısır tarihinin ilk özgürlük başkaldırısı olarak niteleyen bile çıktı. Bu gürültüye bizim ülkemizde bir de, ‘Osmanlı’ nostaljisi eklendi. Arapların, Osmanlı sonrası

Yazının Devamı

Polis ‘demokrasisi’

27 Mart 2011

Cuma günkü yazımı, Başbakan’ın, Yasin Doğan müstear ismiyle Yeni Şafak gazetesinde yazan danışmanının yazısından bir alıntı ile bitirmiş ve kendine demokrat diyen herkesi bu konuyu tartışmaya davet etmiştim. Alıntı şöyleydi; “Özellikle vesayetçi ve darbeci anlayışlarla mücadelede polis teşkilatı önemli görevler yerine getirdi, demokrasi ve milli iradenin korunması açısından tarihi bir misyon yüklendi”. (24 Mart 2011)
Meğer, bu yazının çıktığı gün, polis teşkilatı ‘tarihi misyonu’nu, dev adımlarla sürdürmekte imiş. Ben yazımı yazdıktan sonra öğrendim. O esnada, Radikal gazetesinde Ahmet Şık’ın kitap taslağı, gazeteci arkadaşı Ertuğrul Mavioğlu’nun bilgisayarından silinmekteymiş. Hepimize geçmiş olsun demek isterim!

Karşı çıkan fitnenin parçası
‘Bu kadarı fazla!’, ‘davaya gölge düşürüyor’ demenin hiç faydası yok. Fazlası, azı yok, sorun çok daha derinlerde. İktidarın ve bugüne kadar ‘demokrasi mücadelesi’ adına onu destekleyenlerin ‘demokrasi’ anlayışında! İktidarın ‘demokrasi’ anlayışı ortada; bu anlayış ‘milli iradeyi ben temsil ediyorum, bana karşı çıkan, mutlaka bir fitnenin parçasıdır’ diye özetlenebilir. Dünyaya, siyasete bu gözle bakarsanız, size karşı çıkan herkesi,

Yazının Devamı

“Örgüt üyesi mi, parti üyesi mi?”

25 Mart 2011

Bu başlığı atan, sıradan biri değil, Başbakan’ın, müstear isimle yazan, danışmanlarından biri. İşaret ettiği konu da, sıradan bir konu değil. BDP’li milletvekillerinin son derece ‘tatsız’ tavırlar sergilemesini hep birlikte kınayabiliriz, ama bu olayları vesile ederek, Kürt meselesinde, ‘topu taca atmak’ yol olmamalı.
Kürt siyasal hareketi ve onun ‘silahlı hareket’ ile ilişkisini masaya yatıracaksak yatıralım, ama kimse bunu, işine geldiğinde ‘görmezden gelip’, işine geldiğinde ‘şantaj malzemesi’ yapmaya kalkmasın. Çünkü bu son derece ‘tehlikeli’ bir yoldur.

Demokratik ve barışçı zemin
Normal koşullarda, hiçbir demokrasi, ‘silahlı siyasal mücadeleyi’, doğal ve meşru görmez, göremez. Ancak, Kürt meselesinde ‘normal koşulları’ çoktan tükettik. Çözümün zorluğu da burada! Kürt siyasal hareketinin bir ucu, toplumsal taban desteği olan ‘silahlı mücadele’ye dayanıyor. Bu gerçeği bugün öğrenmiyoruz. Sorunun, askeri çatışma ve/veya güvenlik tedbirleri ile çözülemeyeceğini de çok ağır bedeller ödeyerek öğrendik. Çare ve çözümün tek yolu ise, meselenin ‘demokratik ve barışçı zemine’ taşınması. Tüm toplumlarda, benzer örneklerde, bu tür durumlarda, ‘silahlı mücadele’nin muhatap

Yazının Devamı