Biz kendi derdimize düşdük, Ortadoğu gündemi gölgede kaldı. ‘Tunus’ta ‘Yasemin devrimi’, Kahire Tahrir’de ‘büyük direniş’ ardından neler oluyor?’ meselesi neredeyse unutuldu. ‘Büyük Arap devrimi’ konusu böylece havada kaldı, oysa bu konu daha çok tartışma gerektiriyor. Ama en önemlisi, Libya’da halen süren çatışma ve kriz büyüdükçe büyüyor. Libya’ya, ‘uluslararası müdahale’ gündemde, takdir edersiniz ki, bu çok ciddi bir gelişme. Bakalım, Libya, yeni bir Irak mı olacak!
Doğrusu, ben, hükümete yönelik, ‘Türkiye daha ne duruyor, tarafını belirlesin, netleştirsin!’ çağrı ve eleştirilerine katılamayacağım. Önce, uluslararası müdahaleyi meşrulaştıran ‘liberal müdahale’ konusunu enine boyuna tartışmak lazım. Zira, doğrudan askeri müdahale bir yana, İngiltere’nin başını çektiği, ‘Libya hava sahasının kapatılması’ çağrısı da, ‘liberal müdahale’ çerçevesinde meşrulaştırılabilecek bir tedbir.
‘Haydut devlet’ statüsü
Bu tartışmaya girmeden önce, olan biteni anlamak açısından, Libya’ya ilişkin bir hususu hatırlamakta yarar var. Libya’ya ilişkin uluslararası kriz, son ayaklanmadan çok önce başladı. Libya’nın 2000’li yıllarda, Batı dünyası ile ilişkilerini düzeltmeye başladığı, kitle imha silahları ve yabancı sermaye konusunda anlaşma karşılığı ‘haydut devlet’ statüsünden çıkarıldığı doğru. Ancak, 2009 yılında bu yakınlaşma süreci ciddi bir krize girdi. Zira, İngiltere, Lockerbie mahkûmu olarak hapiste olan Libya vatandaşı Megrahi’nin kanser olduğu ve üç aylık ömrü kaldığı için affedilmesi talebine olumlu yanıt vererek, Megrahi’yi serbest bıraktı. (Radikal/27 Ağustos 2009 tarihli yazımda bu konuya dikkat çekmeye çalışmıştım).
Ardından, kıyamet koptu, İngiltere, başta Lockerbie mağdurlarının yakınları ve kamuoyu tarafından ekonomik çıkarlar karşılığı taviz vermekle eleştirildi. Megrahi’nin, Libya’da Seyfülislam Kaddafi tarafından düzenlenen törenlerle karşılanması tepkileri arttırdı. En önemlisi ABD, İngiltere’yi eleştirmekle kalmayıp, hükümet üzerinde, olayın soruşturulması yönünde baskı uygulamaya başladı.
İngiltere, önce, sorumluluğun İskoç mahkemesinde olduğunu ileri sürdü (çünkü davaya, olayın meydana geldiği İskoç mahkemesi bakmıştı). Daha sonra, o zamanki Dışişleri Bakanı David Miliband, hükümetin mahkemenin aldığı kararı desteklemiş olduğunu itiraf etti. ‘Afrika’daki en büyük petrol ve gaz rezervleri olan bu ülke ile ticari bağların göz önünde bulundurulmasının son derece meşru bir gerekçe olduğunu’ ileri sürdü. Başbakan Brown da resmen bu kararı desteklediklerini açıkladı (3 Eylül 2009)
Eylül sonunda yapılan G-20 toplantısında, Obama’nın, Libya olayı dolayısı ile o tarihteki İngiltere Başbakanı Brown’a mesafeli davranması, ABD ve İngiltere ilişkilerini daha da gerdi. Sonra, İngiltere’de, seçim sonrası başa gelen koalisyon hükümeti, bu konuda tavrını değiştirdi ve Lockerbie mahkûmunun serbest bırakılmasını ‘hata’ olarak gördüğünü açıkladı (17 Temmuz 2010) Libya, Megrahi’nin serbest bırakılmasının yıldönümünü kutlama konusunda uyarıldı. Yeni Başbakan Cameron, Obama ile görüşmesinde, serbest bırakılma kararını sert bir dille eleştirmesine karşın, ABD’nin bu konuda soruşturma açılması talebine uzak durdu (21 Temmuz 2010). Soruşturma talebi, özellikle BP’nin Libya ile iş bağlantısı uğruna siyasi lobi yürüttüğü konusunun araştırılmasını talep ediyordu.
Sonuçta, 2009 Temmuz ayından bu yana, İngiltere, Libya ve ABD arasında bu kadar ciddi bir krize neden olan olayların, Libya’daki son gelişmeler üzerine yazılıp çizilenler arasında pek yer almaması bana son derece tuhaf geliyor. Bizim basından söz etmiyorum, bizim zaten dünyada olan bitene fazla ilgimiz yok. Bu krize uzun süre geniş yer veren İngilizce yazılı basından söz ediyorum. Konuyu hatırlatma gereği duymamın nedeni, şu aralar Libya’ya ‘müdahale’ çağrısının başını çeken İngiltere’nin, Libya konusunda içinde bulunduğu krizi göz önünde bulundurmak gerektiğini düşünüyor olmam.
‘Komplo’ zihniyeti
Umarım, dikkat çekmeye çalıştığım husus kestirmeden birtakım komplo teorilerini teşvik etmez. Ne de olsa, olayların karmaşıklığını kavramak yerine kolay ve hızlı bağlantılar kuran ‘komplo’ zihniyetinin çok hâkim olduğu bir ülkede yaşıyoruz. O kadar ki, Megrahi krizinin bir noktasında İngiltere’de bulunduğu için olaydan haberdar olan, Serdar Turgut, artık konuyu neresinden yakaladıysa, olayı büyük bir komploya bağlamıştı. ‘Ben, İngiltere ve Amerika’nın ortak bir operasyonla kendi vatandaşlarını taşıyan uçağı Lockerbie’de düşürdüğüne inanıyorum’ diye yazmıştı (Habertürk, 25 Temmuz 2010). Yazısında, ‘Secret Affairs: Britain’s Collusion with Radical Islam’ adlı kitaptan da söz etmişti. Aslında Mark Curtis’in kitabı, son derece ilginç, ilgilenen herkese tavsiye ederim ama Turgut kitabı yanlış anlamış, olan kitaba oldu.
Not: Yazım boyunca, ‘Britanya’ için ‘İngiltere’ terimini kullandım. Doğrusu, ‘Britanya’ olmalı, ama Türkiye’de bu ayrım fark edilmediği için halen İngiltere kullanılıyor, umarım zamanla terminoloji değişir.