Cumhurbaşkanı ve Anayasal Başkomutan Gül geçen haftaki İtalya gezisinde gazetecilere önemli açıklamalarda bulundu. Dikkati çeken husus Suriye ile ilgili olanlardı. Görünen o ki, Suriye artık Türkiye içinde ciddi bir güvenlik sorunu. Devleti yönetenler bu fikirdeler.
Gazetelere yansıdığı üzere Cumhurbaşkanı Gül şunları ifade etti. “TSK da bugün ben karışmayayım derse belki yarın gücünün yetmeyeceği bir güç çıkar karşınıza. Onun için bu konuları hep profesyonel uzmanlara bırakmak gerekir, onların da hiçbiri kendi başına iş yapamaz. Tabii onların da hep sorumlu olduğu, siyasi istikameti alması gereken makamlar var.”
TSK’nın sorumluluk kültürü değişirken
Bu cümlelerden, hükümet, MİT, TSK arasında, görev, yetki ve sorumluluk konularında “bakış açısı farklılıkları” olduğu hissediliyor.
Evet, Cumhurbaşkanı Gül haklı. Türkiye, hiç de alışık olmadığı asimetrik karakterdeki tehditlerle karşı karşıya bulunuyor.
Siyasi otoritenin bunun farkında olması, riskleri yönetmek ve tehditlere karşı koymak için arayış içinde bulunması hepimiz için iyi haber. Ancak sorun teşhis de değil. Sorun, sahadaki gerçekler ile Ankara’nın konuyu ele alış biçimindeki farklılık.
Suriye’de yaşanan dram dünya kamuoyunda artık daha az yer buluyor. Kimyasal Silahları teslim alınıncaya kadar Suriye’yi dış politikanın öncelikli konusu gören Obama bile ilgisini kaybetmiş görünüyor. Nitekim “Birliğin durumu” konuşmasında bu konu yeterince yer bulmadı.
Cenevre’de sürdürülen görüşmelerin Suriye trajedisini kısa sürede bitirmesini de beklemiyoruz. Yine de tarafların görüşme masasında kalmaları, geçen yıl kabul edilen bildiri ekseninde görüşmeleri sürdürecek olmaları biraz olsun umut veriyor.
Çünkü kanlı ve karmaşık iç savaşların müzakere ile bitirilmesinde “masada kalmak” bile önemlidir. Eğer hükümet ve muhalifler kuşatma altındaki Humus’a insani yardım için anlaşabilirse bu umutları daha da attıracaktır.
Türkiye-Suriye sınırında neler oluyor?
Bu arada sınır boyunca ilginç gelişmeler yaşanıyor. Özgür Suriye Ordusu’nu baskılayan radikal Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) bazı bölgelerde fiili olarak Türkiye’nin sınır komşusu oldu.
PKK’nın Suriye kolu PYD ise Cenevre görüşmelerine inat, kendi yol haritasını uygulamaya girişti. Bu çerçevede üç bölgede “kanton” ilan etti. Her iki gelişme de orta vadede Türkiye’yi meşgul edecek sorunların habercisi.
MİT’e ait TIR’ların aranması gündemdeki yerini koruyor. Başka bir ifade ile hükümetin Suriye politikası ve atılan adımları tartışmaya devam ediyoruz.
Hükümet, Suriye’den kaynaklanan güvenlik sorunlarını ciddiye aldığını iki yıl önce ilan etti. Ardından da TSK’yı görevlendirmek için TBMM’den yetki aldı.
İç savaşın hüküm sürdüğü bir komşunuz varsa ve bir milyon mülteciye ev sahipliği yapıyorsanız elbette kaygı duymalısınız. Sınırın öteki tarafındaki siyaset ve güvenlik ortamını şekillendirmek zorundasınız. Üstelik Türkiye bunu ilk defa da yapmıyor.
Tarihi hafıza ve Yarbay Şefik Özdemir
Kurtuluş Savaşı devam ederken, TBMM Hükümeti İngilizlere karşı bir “örtülü operasyon” kararı aldı. Operasyon, Şubat 1922’de planlandı. Batı cephesinde ise Büyük Taarruz hazırlıkları sürüyordu. Amaç, İngiliz işgalindeki Musul’da siyasi ve askeri ortamı Ankara hükümeti lehine şekillendirmekti.
Yarbay Şefik Özdemir operasyonun komutanlığına atandı. Mezarı Gaziantep şehitliğinde olan Şefik Bey Mısırlı bir Türk ailesine mensuptu. Birinci Dünya Savaşı’na yedek subay olarak katılmış ve milis yarbaylığına kadar yükselmişti. Camiü’l Hezer Medresesi İslam Edebiyatı’ndan
Tarihsel tecrübelerimiz ve sahadaki durum Suriye’de hızlı ve kalıcı bir barışın gerçekleşmesinin mümkün olmadığını gösteriyor. Buna rağmen Cenevre 2 görüşmelerinden olumlu bazı kararların çıkmasını umuyoruz.
Ancak, masa etrafında yer alan tarafların birbirlerine bağırmalarından yalın bir gerçeğin de farkına vardık. Savaş, çoktan tek başına Suriye’nin sorunu olmaktan çıkmış. Savaşın etkilerini önce komşular, şimdilerde de diğer ülkeler hissetmeye başladılar.
Ekonomik, sosyal, psikolojik boyut her geçen gün hissediliyor. Öyle ki bir süre sonra savaşı kimin, ne amaçla başlattığını bile unutacağız. Çünkü derinden hissedeceğimiz asıl konu “güvenlik” olacak.
Güvenlik sorunu üretme merkezi olarak Suriye
Suriye’de çöken ve meşruiyetini yitiren merkezi otoritenin yerini alan/alacak çok sayıda aday var. Bunun anlamı sadece Suriye’de değil, etrafında da bir dizi müzmin güvenlik sorununun doğacağıdır.
Savaş sayesinde kolaylıkla erişilen silah ve patlayıcılar otorite kurmak isteyenler için en kestirme yol haline geldi. Öte yandan şiddeti kutsayan, cesaretlendiren ve haklı gören ideolojik/psikolojik ortam birkaç nesil daha etkisini hissettirecektir. İşin içine mülteci
İstihbarat, son zamanların en tartışmalı konusu haline geldi. Sadece Türkiye’de değil, ABD ve AB’de de konu farklı boyutları ile tartışılıyor. Gelişmeler, tartışmaların önümüzdeki yıllarda da devam edeceğini gösteriyor.
ABD istihbaratı ve Avrupa
ABD Başkanı Obama, birkaç gün önce, ülkesinin istihbarat faaliyetlerinde reforma gidileceğini açıkladı. Çünkü, Snowden hadisesi istihbarat dünyasında birçok tartışmayı tetikledi.
Avrupa Parlamentosu’nun yakın zamanlarda yayınladığı bir rapor, ABD’nin Avrupa’daki istihbarat faaliyetlerinin birlik yurttaşlarının temel haklarını ihlal ettiğini ortaya koyuyor. Detay için bakınız: “ABD’nin Gözetleme Politikaları ve Bunların AB Vatandaşlarının Temel Hakları Üzerine Etkileri.”
Obama, konuşmasında istihbarat faaliyetlerinin sadece ABD’nin değil Avrupalı dostların da iyiliği için yürütüldüğünü açıkladı. Argüman ikna edici görülebilir. Çünkü kimse yeni bir 11 Eylül saldırısı yaşamak istemiyor. Ancak istihbarat dünyasının ilgilendiği tek konunun “terörizm” olmadığını da biliyoruz.
Bu bağlamda ABD, “terörle mücadele” ihtiyacından çok daha fazla kişisel veri toplamaya devam ediyor. Nitekim sözünü ettiğimiz rapor, “milyonlarca insanın
Türk iç politikası sert, sürprizlerle dolu tartışmalara sahne oluyor. Dikkatlerin içeriye odaklandığı bu günlerde etrafımızda ilginç gelişmeler yaşanıyor. Suriye bunların başında geliyor ve önümüzdeki hafta konu Cenevre’de yeniden ele alınacak.
Batılı istihbarat örgütlerinin Şam ziyareti
Toplantı öncesi en ilginç açıklama Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdad’dan geldi. Mikdad, “Batılı ülke istihbarat kuruluşlarının, radikal İslamcı gruplarla mücadele” konusunda Şam’ı ziyaret ettiklerini açıkladı.
İç savaş sürerken böyle bir ziyaretin yapılması önemli değişikliklere işarettir. Başka bir ifade ile Batılı ülkelerin Suriye politikasında bir eksen kaymasının olduğunu görebiliyoruz.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ve ABD’li mevkidaşı Kerry, Cenevre öncesi sıkı çalışıyorlar. Rusların daha iyi bir performans gösterdikleri belli oluyor. Koçluğunu Rusların üstlendiği Esad, gayet “uyumlu” ve ince hesaplanmış adımlar atıyor. Muhalifler ise hala “düzen tutturamamış” haldeler.
Cenevre müzakerelerine katılacağını açıklayan Esad, stratejisini Batı’nın “zayıf ve hassas noktalarına” kurdu.
Suriye’de silahlı gruplar arasında çatışmalar sürerken, siyasi, askeri resim sürekli değişiyor. Türkiye’de ise TIR ve otobüs arama/aratmama tartışmaları gündemde. Savcı, MİT, polis, jandarma ve gümrük görevlilerinin senkronize olmadıkları medyaya yansıyor. Anlaşılan yasa, anlayış, yaklaşım, düzenleme ve hedef farklılıkları var.
Neden “örtülü operasyon?”
Tartışılan, istihbarat üretmek için “gizli veri toplama” faaliyeti değil. Ya da rakip ülkelerin istihbarat toplama faaliyetlerini engellemek amacıyla yapılan “istihbarata karşı koyma operasyonu” da değil.
Sözünü ettiğimiz, Kissinger’in de ifade ettiği gibi, diplomasinin yetersiz kaldığı, savaş da ilan edilemeyen hallerde rakip devlet/devlet dışı aktörlere yönelik gizli faaliyetler. Bu yolla askeri, politik, ekonomik ortamı etkilemeyi, tabloyu lehinize çevirmeyi amaçlarsınız. Tabii, yeteneğiniz varsa ve elinize yüzünüze bulaştırmayacaksanız.
Örtülü operasyonlar, propagandadan ekonomik destek veya çökertmeye, darbeden yarı-askeri hareketlere kadar geniş bir yelpazede yer alır. Gerilla gruplarının, ayaklanmacıların çeşitli şekillerde desteklenmesi de yarı-askeri hareketlerin örneğidir.
Risk alabilen,
Türkiye, Uludere trajedisini tartışıyor. Daha uzun süre de tartışılacak. Özellikle de hukuki ve insani yönü.
Benzer olayları yaşayan ülkeler, işin sadece hukuki yönü ile değil, diğer yönleri üzerinde de duruyorlar.
Sivil kayıplar ve tartışmalar
Bugün sivil kayıpları konusunun merkezinde Afganistan var. Çünkü her geçen gün insansız hava araçlarının teröristlere karşı kullanımı yaygınlaşıyor. Guardian gazetesine göre, ABD, son sekiz yılda, silahlı İHA ile Pakistan-Afganistan sınırında 1900 ila 3200 arasında sivilin ölümüne neden oldu.
Bu olaylar büyük tartışmalara neden oluyor. Baskılardan kurtulmak isteyen sivil ve askeri otoriteler, nerede hata yaptıklarını araştırıyorlar. Bu bağlamda tartışmalar şu konularda yoğunlaştı. Meskûn mahalde “teröristle mücadele”nin temel değişkenleri nelerdir? Konvansiyonel olmayan, asimetrik çatışma ortamında sivil-asker ilişkileri nasıl olmalıdır? Asimetrik bir mücadele nasıl bir teşkilat ve karar alma süreçleri gerektirir. Böyle bir mücadelede teknolojiye aşırı güvenin sonuçları nelerdir? Medya ile ilişkiler nasıl olmalıdır? Askeri etik, hukuki sorunlar ve sorumluluklar nelerdir?