Tarihsel tecrübelerimiz ve sahadaki durum Suriye’de hızlı ve kalıcı bir barışın gerçekleşmesinin mümkün olmadığını gösteriyor. Buna rağmen Cenevre 2 görüşmelerinden olumlu bazı kararların çıkmasını umuyoruz.
Ancak, masa etrafında yer alan tarafların birbirlerine bağırmalarından yalın bir gerçeğin de farkına vardık. Savaş, çoktan tek başına Suriye’nin sorunu olmaktan çıkmış. Savaşın etkilerini önce komşular, şimdilerde de diğer ülkeler hissetmeye başladılar.
Ekonomik, sosyal, psikolojik boyut her geçen gün hissediliyor. Öyle ki bir süre sonra savaşı kimin, ne amaçla başlattığını bile unutacağız. Çünkü derinden hissedeceğimiz asıl konu “güvenlik” olacak.
Güvenlik sorunu üretme merkezi olarak Suriye
Suriye’de çöken ve meşruiyetini yitiren merkezi otoritenin yerini alan/alacak çok sayıda aday var. Bunun anlamı sadece Suriye’de değil, etrafında da bir dizi müzmin güvenlik sorununun doğacağıdır.
Savaş sayesinde kolaylıkla erişilen silah ve patlayıcılar otorite kurmak isteyenler için en kestirme yol haline geldi. Öte yandan şiddeti kutsayan, cesaretlendiren ve haklı gören ideolojik/psikolojik ortam birkaç nesil daha etkisini hissettirecektir. İşin içine mülteci akını da eklenince gelişmeler sadece Suriye’yi değil komşularını da etkileyecektir.
Türkiye, bu gelişmelerden etkilenecek ülkelerin başında geliyor. Çok farklı risklerle yüzleşmek zorunda olduğu da görülüyor.
Güvenlik sorunlarının daha iyi anlaşılabilmesi için “siyasi olan ve olmayan” olarak ikiye ayrılması faydalı olacaktır.
Siyasi referanslı güvenlik sorunları
Siyasi nedenlerin yol açacağı güvenlik sorunlarını üç ana başlık altında toplayabiliriz. Birincisi, etnik karakterdeki siyasi risklerdir. PKK etkisindeki Kürt meselesini bu grupta ele almak mümkündür. Sorun içerideki PKK konusu ile de doğrudan ilişkilidir.
İkincisi, hem etnik hem de mezhepsel olarak Suriye’deki siyasi gelişmelerden mutlu olmayan, kendisini hedefte gören Türk vatandaşlarının durumudur. Özellikle de Arap orijinli ve Alevi olan yurttaşlardan söz ediyoruz.
Son olarak, Suriye’de devam eden çatışmaları mezhep penceresinden okuyan, küresel bir savaşın parçası olarak gören radikal Sünni gruplardan söz etmeliyiz. Her ne kadar bunlar şimdilerde sadece Batı ve Rusya’nın sorunu olarak görülse de bir süre sonra Türkiye için de ciddi risk yaratacaklardır.
Mültecilerin sayısının milyonla ifade edildiği bir ortamda Suriye’deki kavganın ve sorunların Türkiye içine taşınması ise kaçınılmazdır.
Siyasi olmayan güvenlik risklerine gelince: Kitlesel mülteci akını, siyasi sınırların tek taraflı denetimi, mültecilere karşı hükümetin sürekli değişiklik gösteren tutumu uzun vadede bir dizi güvenlik sorununu beraberinde getirecektir. İnsan, silah, uyuşturucu, ticari mal kaçakçılığı ilk akla gelenler.
Böylesine karmaşık sorunla baş edebilmek ve riskleri en aza indirmek ciddi zorluklar içermektedir. Mevcut yasalar, kurumlar, kurumlar arası işbirliği esasları, sorunun ele alınış biçimi ve anlayışıyla Suriye’den kaynaklanan bütün bu sorunlara gerekli cevapları vermek mümkün değildir. Memlekette her ne kadar “paralel ve derin” mevzular tartışılıyor olsa da birilerinin bu konuyu ele alması hepimizin hayrına olacaktır.