Referanduma dönüşen yerel seçim sonuçları herkes için öğretici oldu. Zihnimizi kurcalayan birçok soruya cevap aldık sayılır.
Sandık sayesinde siber âlemin gerçekleri ile hayatın gerçekleri arasındaki makası ölçebildik. Siber alanın kullanıcılara kamuoyunu manipüle edebilmek için yeni ve sınırsız fırsatlar sunduğu bir gerçek. Ancak gücü ve etkisinin abartılmaması gerektiğini gördük.
Yeni bir dünya
Sanal araçların toplumun tüm katmanlarına aynı şekilde nüfuz edemediği gerçeği bir yana, bazılarının kendi kendilerine gelin güvey olmaları hayli ilginçti. Özellikle internetin sunduğu facebook, tiwitter ve YouTube gibi alanlarda. Sistem, homojen katılımcılardan oluşan kapalı ağlarda, duygu ve fikir paylaşımına imkân sağlayarak hayallerle gerçeklerin iç içe girdiği yeni bir dünya yaratabiliyor.
Başbakan Erdoğan siber âlemin bu özellik ve sınırlılıklarını iyi değerlendirdi. Meydan, televizyon ve sanal dünyadan oluşan hibrid bir strateji izledi.
Sınırlı dijital okuryazarlık gerçeğinden yola çıkarak, kitleleri etkileme ve elinde tutma stratejisinin ağırlık merkezini “meydanlar” gibi geleneksel alanlara kurdu. Meydan stratejisini televizyonlarla da tahkim etmeyi
Pazar günü sandığa gidiyoruz. Türkiye’nin seçim tarihinin en farklı süreçlerinden birisini yaşadığını ileri sürmek abartı olmaz. Sözünü ettiğim “farklılık” altı başlık altında toplanabilir.
Siber âlemin belirleyiciliği ve seçim
İlki, siber âlemin güçlü ve önlenemez yükselişini gördük. Seçim yarışı, sadece miting meydanlarında değil, siber âlemde de tüm hızı ile devam etti. Televizyonun katkısı ve takviyesi ile gücünü gösterdi. Siber âlemin yeni cephelerinin facebook, tiwitter, YouTube olduğunu gördük.
Yeni alanın mücadele yönteminin, araçlarının, strateji ve taktiklerinin geleneksel alanlardan ve yaklaşımlardan farklı olduğuna tanıklık ettik. Uzun zamandır gündemimizden düşmeyen pusu kültürü, hukuksuzluk, ahlak yoksunluğu ve vicdansızlığın bu âlemde yükselişini izledik. Sonuçta siber alandaki rekabetin fiziki gerçekliğe dayalı miting dünyasından farklı olduğuna tanıklık ettik.
İkincisi, asimetrik aktörlerin, siyaseti manipüle edebilme rolü ve gücünü gördük. Yarış, asimetrik aktörlerin beceri, kapasite ve gücü ile belirlenen doğrultuda ilerledi. Resmi örgütü, resmi adayı olmayan aktörler seçimlerde “stratejik rol” oynadılar. Bir yanda PKK, öte yanda Cemaat,
Pazar günü Suriye Hava Kuvvet-leri’ne ait bir uçağın düşürülmesinin ardından Dış İşleri Bakanlığı’nın açıklamasına bir göz attım. İlginç geldi. Açıklamanın merkezinde Esad rejimi ile ilişkiler, askeri gücün kullanımının hukuki meşruiyeti gibi hususlar vardı. Genelkurmay Başkanlığı ise işin sadece teknik ve askeri boyutuna yer vermişti.
Anlaşılan Türkiye için Esad rejimi, Suriye sorununun merkezinde durmaya devam ediyor. Ancak aynı konunun farklı mahfillerde, farklı biçimlerde ele alındığını görmek gerekiyor.
Esad mı, teröristler mi öncelikli?
Birkaç gündür Paris’teyim. Akdeniz’e kıyısı olan bütün ülkelerden akademisyen, asker ve diplomatlardan oluşan katılımcılar bölgesel jeopolitik gelişmeleri ve güvenlik sorunlarını tartışıyor. Hafta sonuna kadar da sürecek.
Dikkatimi çeken husus, şu ana kadar Esad rejiminin güvelik sorunu olduğuna dair hiçbir şey duymadım. Suriye, “terörizm ve sığınmacılarla” anılıyor ve bu nedenle derin kaygı duyuluyor.
Toplantıda uzun uzun Arap Baharı’nın bölge jeopolitiğine etkisi tartışıldı. Geleceği etkileyecek; nüfus artışı, mülteci ve sığınmacı sorunları, ekonomik eğilimler gündeme getirildi. Yine hep bir ağızdan terörizm, mülteci
Tartışmalar ve değerlendir-melere bakacak olursak, sanki yerel seçimler sadece Başbakan Erdoğan ve partisinin geleceğini ilgilendiriyor. Oysa tablo bu kadar basit, ilişkiler ise mekanik değil. Çünkü ortada çözüm bekleyen ve yönetilmesi gereken seçimlerden bağımsız bir dizi sorun var.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Danimarka ziyaretinde dikkat çektiği üzere, seçim sonrasına ötelenmiş temel sorunlardan en önemlisi “Kürt sorunu”. Anlaşılan önümüzdeki günlerde bu meselenin gündeme oturması hiç de sürpriz olmayacak.
Cumhurbaşkanı Gül, sorun ile ilgili yapılan yasal düzenlemelerin önemli olduğuna vurgu yaparken, bölgesel gelişmelere de dikkat çekti. Yeniden çatışmalı ortama dönülmemesi gerektiğini belirtti. Görünen o ki devlet katında bazı kaygılar var.
Karayılan ön alırken
Nitekim PKK’nın lider kadrosundan Karayılan, birkaç gün önce yaptığı açıklamada bir yandan seçimin önemine vurgu yaparken bir yandan da tehditlerini sürdürdü. Ona göre bu, “partiler arası bir seçim değil. Bu seçim Kürt halkının özgürlük seçimi” olacak.
Silahlı bir örgütün demokratik kurallara göre yarışan kanadı seçime giderken liderlerinin böyle üst perdeden açıklamalar yapması çok da
Ukrayna’-daki gelişmeler, Suriye iç savaşını ve insanlık trajedisini dünya gündeminden düşürmüş gibi görünüyor. Türkiye’de kamuoyunun ilgisi ise daha çok yerel seçimlere odaklanmış durumda.
Oysa Suriye’de bildik tablo devam ediyor. Esad’ın ordusu Cenevre 2 sonrası, dünya kamuoyunun ilgisizliğinden de faydalanarak, önemli askeri avantajlar elde etmeyi sürdürüyor. Lübnan sınırındaki stratejik öneme sahip Yabrud bölgesini ele geçirdi ve muhaliflerin ikmal yollarını tehdit etmeye başladı.
Mustarip muhalif
Zaten iç sorunlardan mustarip olan muhalefet ise, bir yandan Esad rejimi bir yandan da El Kaide ile bağlantılı “Irak Şam İslam Devleti (İŞİD)” gibi örgütlerle çatışıyor. Son olarak IŞİD, Türkiye sınırına 32 km uzaklıktaki Süleyman Şah türbesini çevreleyen köyleri ele geçirdi. IŞİD, türbeyi ve burayı koruyan Türk askerlerinin güvenliğini tehdit edecek şekilde konuşlandı.
Türkiye, 1921 tarihli Ankara Antlaşması çerçevesinde bu küçük alanda “sembolik” sayıda asker bulunduruyor. Geçmişte birliğin güvenliği Suriye hükümetine aitti. Öyle ki, PKK yüzünden ilişkilerin en gergin olduğu yıllarda bile Türkiye’nin buradaki askerlerinin can güvenliğinden kaygı duyulmadı.
Seçim tarihi yaklaştıkça, liderlerin eleştirileri daha da sertleşti. Tarafların eleştiri dili ise kırıcı, dışlayıcı. Argümanları ise sınır tanımıyor. Başbakan Erdoğan açısından, süreci daha nazik hale getiren ise ABD ve AB ile ilişkilerin pek parlak olmaması. Nitekim eski günlerin sıcak ilişkileri ve muhabbetinden artık eser yok. Hatta zaman zaman bu duygularını açık bile ediyorlar.
Seçimin gerilimli atmosferi Türkiye’nin geleneksel fay hatlarını da derinleştiriyor ve daha görünür hale getiriyor. Farklı biçimde sunulsa da, mezhep gerilimi, etnik tansiyon ve ideolojik kızgınlık sokaklara taşıyor ve ortaya yönetmesi zor bir tablo çıkıyor.
Aniden gelişen sosyal/siyasi hareketler
İletişim teknolojisinin etkili ve yaygın kullanıldığı bir dünyada, aniden gelişen, çoğu zaman lidersiz ve hiyerarşik olmayan siyasi/sosyal hareketler doğası gereği ürkütücüdür, yönetilmesi zordur ve dikkatle izlenmelidir. Bu gelişmelerin üstesinden gelmenin yolu sadece yasaların uygulanması değil, aynı zamanda bir politikaya sahip olmaktan geçer.
Ancak düzen sağlamak politikaları uygulamanın olmazsa olmazıdır. Bugün için konuyu zorlaştıran husus güvenlik kurumlarının içine savrulduğu
Türkiye, gerilimin yüksek, belirsizliklerin fazla olduğu, geleneksel siyasi kriz dönemlerinden birisini daha yaşıyor. Gerilimi artıran ana neden iç politik tartışmalar olsa da, ülkenin etrafında olup bitenlerin de etkisi yadsınamaz. Ancak dış gelişmeler risklerin yanı sıra Türkiye’ye yeni fırsatlar da sunmuyor değil.
Önümüzdeki döneme dair öngörüde bulunmak bir hayli zor olsa da, analize, seçimin aktörlerini tahlil ederek başlamak işimizi kolaylaştırabilir. Nitekim tartışmalar ve olaylar, 30 Mart’ın sadece bir “yerel seçim” olmayacağını gösteriyor. Çünkü seçim formel ve informel tüm aktörlerin geleceğini belirleyecek kadar önemli.
Kanaatimce süreci sağlıklı analiz edebilmek için iki hususu dikkate almak gerekiyor. Birincisi, aktörler ve ittifak ilişkileri. İkincisi seçimin aktörlere göre değişen anlamı.
İnformel aktörler ön plana çıkarken
Önümüzdeki seçimin en ilginç yanı, informel aktörlerin tarihte hiç olmadığı kadar ön plana çıkmış olmalarıdır. Öyle ki seçimin kaderini belirleyecek ilişki, strateji ve araçlara sahipler. Siyasi partilerin informel yapılarla ilişkileri de, seçimi partiler arasındaki bir yarıştan farklı bir zemine taşımış görünüyor.
Bu
Ukrayna krizi başladığından beri Suriye iç savaşı dünya kamuoyunun gündeminden düştü. Yeni tablo bize, Suriye’de iç savaşın bittiğini söylemiyor. Tam tersine, sadece Ukrayna krizi değil, Körfez bölgesindeki siyasi gelişmeler de Suriye sorununun önümüzdeki dönemde daha karmaşık hale geleceğini gösteriyor.
Suriye krizi şimdilik geri plana itilirken
Ukrayna olayları birkaç nedenden dolayı Suriye krizini geri plana itti. Birincisi, Ukrayna’nın jeopolitik konumu Avrupa’yı Suriye jeopolitiğinden daha fazla ilgilendirmektedir. İkincisi; Rusya, Suriye krizinde vekâleten savaşa perde arkasından katılırken, Ukrayna krizinde kartlarını açık oynamayı tercih etti. Üçüncüsü, Ukrayna krizinin sonuçlanma biçimi, küresel gelişmelerin yanı sıra Suriye sorununda da etkili olacaktır. Son olarak, Ukrayna krizi aktörlerin gücünü, dayanıklılığını ve yeteneklerini test edecektir.
ABD, NATO ve AB’nin seferber olmasının nedeni Ukrayna’nın jeopolitik önemidir. Ukrayna, AB’nin arka bahçesi ve Rusya ile AB arasında tampon bölge konumunda. Askeri yönden ise, Rus deniz stratejisinin belkemiğini oluşturmaktadır.
Kırım deniz üssü, Rus donanmasının Akdeniz’deki varlığı için de vazgeçilmez, düğüm