Ukrayna’da devlet başkanı Yanukoviç’i koltuğundan eden ve yüze yakın insanın hayatına mal olan olayların karakteri hızla değişiyor. Başlangıçta, Batı dünyası ile Rusya, Ukrayna için örtülü operasyon yetenek ve kapasitelerini yarıştırdılar. Şimdilerde ise kendilerini ve niyetlerini gizleme lüzumu bile hissetmiyorlar. Ukrayna artık hamlelerin açıktan yapıldığı bir rekabet ortamına dönüştü.
Aktörler ve hamleleri açığa çıktıkça, konu yerel olmaktan uzaklaşarak küresel gündeme oturdu. Öyle ki birçok uzman ve analist yeni bir soğuk savaştan söz etmeye başladı.
Putin’in Rusya’sı, Ukrayna’yı “beka” konusu olarak görmektedir. Başta Kırım olmak üzere ülke Rusya için vazgeçilmez ve hayati öneme haiz. Özellikle Rusya’yı bölgede güçlü kılan, Karadeniz donanmasının geleceği, ekonominin olmazsa olmazı doğalgaz hattı ve jeopolitik konumu. Oysa Batı için Ukrayna aynı değerde değil. Bu yüzden de ödeyebilecekleri bedel Rusya kadar yüksek değil.
Oyunun kuralları değişirken
Putin, ABD ve AB’nin sokaklarda icra edilen geleneksel iktidar değiştirme stratejisinin işe yaradığına şahit olunca benzer yöntemlerle mukabele edemeyeceğini hissetti. Oyunun kurallarını hızla değiştirdi. Şimdi
Hafta başında belediyenin düzenlediği bir etkinlik çerçevesinde konuşmacı olarak Nazilli’de idim. Konuşmaya başlamadan önce ilçeye Suriyeli mültecilerin gelip gelmediğini öğrenmek istedim. Bana beş-altı ailenin geldiğini söylediler. Gelenler zor durumdaydılar ve geçimlerini sağlayacak gelirleri de yoktu. Bazı hayırseverlerin yardımı ile hayatlarını sürdürmeye çalıştıklarını söylediler.
Sözünü ettiğim Suriyeli ailelerin ülkelerini neden terk ettiklerini politik düzeyde biliyoruz. İç savaş. Başlangıçta siyasi saik etkili olsa da artık bunun hiçbir önemi yok. Şimdi insanların tek bir hedefi var. Hayatta kalabilmek!
Artık, Anadolu’nun birçok il, ilçe ve kasabasında benzer tablo ile karşılaşmak mümkün. Sayı arttıkça mülteciler daha da görünür hale gelecekler.
MGK açıklaması ve mülteciler
Türkiye’nin gündemi yaklaşan seçimler ve iç politikaya odaklanmış durumda. Hükümet-Cemaat çatışması, telefon dinlemeleri, internet, HSYK ve MİT yasası gündemi yeterince meşgul ediyor.
Ancak son Milli Güvenlik Kurulu toplantısı ardından yapılan açıklamada Türkiye’nin çok ciddi ve ertelenemez bir mülteci sorunu olduğu teyit edildi. Konu; ekonomik, sosyal, güvenlik ve siyasal boyutları
İstihbarat konuları ve kurumları bütün dünyada ilgi ile izlenir. Bizde de böyledir. Nitekim Emniyet İstihbarat ile başlayan tartışmalar, MİT’e ait kamyonların aranması ile yeniden gündeme geldi. Bu günlerde ise Meclis, istihbarat yasasında önemli düzenlemeler yapıyor. Anlaşılan, hukuk, güvenlik, siyaset ve istihbarat disiplini açısından düzenlemenin etkilerini konuşmaya devam edeceğiz.
Yükü artan MİT
Düzenlemenin yeni hukuki tartışmalar başlatması doğal. Özellikle düşünce, fikir, ifade ve basın özgürlüklerinin korunması açısından. Hiçbir devlet aygıtının kontrolü altında olmaması gereken özel hayatın korunması kaygı yaratıyor. Devlet organları tarafından yapılan araştırma, gözetleme ve veri toplama faaliyetlerinde, nelerin özel hayatın ihlali, neyin kamu güvenliğini sağlamak için gerekli olduğu ise yeterince belli değil.
Gerekenden fazla ve amacını aşan miktarda veri toplama faaliyeti her zaman tartışmanın merkezinde olacaktır. Yasa, elde edilen verilerin amacı dışında kullanımının önlenmesine dair de bir düzenleme getirmemektedir.
Öte yandan yasa güvenlik kurumları arasında çekişmeye neden olma potansiyeline sahip. Çünkü kavramlar muğlak, sınırlar belirsiz ve
Cenevre 2, Suriye sorununa çözüm getiremeyince, savaşan tarafların ana sponsorları birbirlerini suçlamaya başladı. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Esad’ı Cenevre’ye getirdiklerini, işlerini hakkıyla yaptıklarını açıkladı. Ardından da ABD ve müttefiklerini muhalifleri bir bütün olarak masaya getiremedikleri için suçladı.
İş bununla kalmadı ve müttefiklerin muhalifleri yeniden silahlandırmaya giriştiğini söyledi. Tıpkı soğuk savaş günlerinin “vekaleten” savaşlarında olduğu gibi, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry de Rusya, İran ve Hizbullah’ı Esad rejimini silahlandırmakla suçladı.
İki taraf da Esad’ın helikopterler ve tanklarla, muharebe sahasını ve politik ortamı yeniden şekillendirdiğini saklamıyor. Nitekim Esad, hava kuvvetlerini ve zırhlı biriliklerini aktif olarak kullanmaya devam ediyor. Özellikle de şehirleri bombalamak için.
“Muteber muhalif” bulmanın zorluğu
Sorun sadece ana sponsor Rusya ile ABD arasında değil. Rus cephesi, kimi, nasıl, ne kadar destekleyeceğini biliyor. Oysa ABD cephesinin başı belada gibi görünüyor. Çünkü muharebe sahasında çok sayıda, farklı ilişikleri, ideolojisi ve beklentisi olan silahlı grup var. Hangisinin “muteber” olduğu konusunda
Suriyeli muhaliflerle Esad arasındaki görüşmeler büyük bir hayal kırıklığı ile sona erdi. BM temsilcisi Lakhdar Brahimi sonuçtan büyük bir üzüntü duyduğunu açıkladı. Tarafların tekrar ne zaman bir araya gelecekleri ise meçhul.
Müzakereleri çıkmaza sokan muhaliflerin geçiş hükümeti kurulmasında, Esad rejiminin ise “ateşkes” ve “terör” konusunda ısrarcı olmasıydı.
Esad’ın seçimi
Esad rejimi, müzakere sürecini bir fırsat olarak gördü. Sahadaki askeri baskısını artırdı. Rus Silahlı Kuvvetleri’nin klasik ayaklanmayı bastırma stratejisini izledi. Şehir kuşatmalarını sürdürürken, muhaliflere “teslim ol ya da öl” seçeneği sundu.
Bunu hala aktif olan Hava Kuvvetleri aracılığı ile yürütüyor. Hava bombardımanı siviller, özellikle kadın ve çocuklar üzerinde yıkıcı fiziki ve psikolojik etki yaratmaya devam ediyor.
Müzakerelerin belki de tek olumlu yanı, Esad güçlerinin kuşatması altındaki sivillerden bin kadarının BM gözetiminde Humus’tan çıkarılmasıydı.
Hükümet, PKK sorununu müzakere yolu ile çözeceğini ilan ve ifade etti. Nitekim bu kararını hayata geçirecek beş ayaklı stratejisini uygulamaya çalışıyor. Güvenlik, ekonomi ve kamu diplomasisi alanlarında hatırı sayılır ilerleme kaydetti. Ancak diplomasi ve Anayasal/yasal konularda Öcalan cephesini yeterince ikna etmiş görünmüyor.
Başka bir ifade ile işin “kolay” kısımlarında ilerleme sağlanmış görünüyor. Güvenlik alanında, TSK “genel stratejinin” aksine hareket edemeyecek biçimde iç güvenlik görevlerinden uzaklaştırılmış durumda. Jandarma ve polis, PKK’nın faaliyet gösterdiği alanlarda hissedilir derecede görünürlüklerini azalttılar. Buna mukabil, PKK militanlarının çok az kısmı ülke dışına çıktı. Ayrıca PKK, stratejisinin esasını teşkil eden “halkın kontrolünü”, farklı araçlarla ve daha sıkı yürütüyor.
Hükümet, ekonomik alandaki çabalarını artırdı ve bölgeye hatırı sayılır ekonomik yatırım yaptı. Yine, Türkiye genelinde kamuoyu algısını önemli ölçüde “yeniden” biçimlendirdi. Nitekim Öcalan hiç olmadığı kadar kamuoyunda meşruiyet elde etti ve görünür hale geldi. Bir anlamda “ada turizmi de” hız kazandı.
Ancak, stratejinin diğer iki ayağında yeterli ilerleme
Hükümet 17 Aralık’ta “zuhur eden beka sorununun” üstesinden gelmeye çalışıyor. Ancak alışık olmadığı bazı zorluklarla karşılaştığı görülüyor. Tarafların yapısal özelliklerini, sorumluluklarını, güç, medya, adaptasyon yeteneklerini ve liderlik konularını mercek altına almak sorunu anlamamızı kolaylaştırabilir.
AK Parti, her siyasi parti gibi yasalar çerçevesinde faaliyet gösterir. İktidar olma kuralları bellidir. Yine Ak Parti’nin siyasi, fiziki merkezi, lideri, üyelerinin kimlikleri, tüzükleri kamuya açıktır. Denetime tabidir.
“Cemaat” ise farklıdır. Yapısı gereği coğrafi ve idari merkezi bilinmediği gibi, üyelerinin kimlikleri, iç işleme kuralları da muğlaktır. Partilerden farklı kurallarla çalışır, farklı stratejiler izler ve tarife muhtaç hedefleri bulunur. Bazen ticari işletme, bazen de informel STK olarak karşımıza çıkar. Neticede formel ve informel yapıların oluşturduğu hibrit bir “ağ”dan söz ediyoruz.
Başbakan Erdoğan şimdiye kadar; örgütü, kuralları, zihin dünyası kendisine benzeyen, simetrik rakipleri, siyasi partilerle iktidar mücadelesi yürüttü. Şimdi ise sınırları tarif edilemeyen bir “ağ” ile karşı karşıya.
Güç kavramı değişirken
İktidar
Erdoğan, Almanya ziyareti öncesi yaptığı açıklamada Gülen cemaatinin faaliyetlerini şöyle tanımladı. “Devlet içinde böyle bir yapılanma bizim beka meselemiz haline gelmiştir, buna izin verilemez, dolayısıyla gereği neyse yapılacaktır.”
Açıklama üç nedenden önemli. Birincisi, bundan böyle konunun hükümet katında “güvenlik” açısından ele alınacağının ilanıdır. İkincisi, tehdit sınıflandırmasında cemaatin faaliyetleri en tepelerde yer almaktadır. Üçüncüsü, Erdoğan bu konuda kararlıdır.
Cemaat, hükümet için bir “güvenlik” sorunu ise bu durumda karakterinin, yapısının, güçlü ve zayıf yönlerinin iyi anlaşılması gerekir. Çünkü cemaat alışılagelmiş yapılardan çok farklı özelliklere sahip. Yanlış teşhis, stratejiler ve uygulamaların öngörülemeyen çıktıları olabilir.
O halde cemaati hükümet nezdinde müttefiklikten beka sorununa dönüştüren nedenleri anlamalı. Bunun için yapısal özelliklerine ve tarihine yakından bakmak gerekir.
Küreselleşen örgütlerin kaderi
Cemaat dünyaya açılınca, diğer zamane örgütler gibi küreselleşmenin etkisine maruz kaldı. Dini karakteri mutasyona uğradı. Dini bir örgüt olarak başladığı bu yolculuğu esnasında siyasi sınırların geçirgenliğini,