Türkiye, Uludere trajedisini tartışıyor. Daha uzun süre de tartışılacak. Özellikle de hukuki ve insani yönü.
Benzer olayları yaşayan ülkeler, işin sadece hukuki yönü ile değil, diğer yönleri üzerinde de duruyorlar.
Sivil kayıplar ve tartışmalar
Bugün sivil kayıpları konusunun merkezinde Afganistan var. Çünkü her geçen gün insansız hava araçlarının teröristlere karşı kullanımı yaygınlaşıyor. Guardian gazetesine göre, ABD, son sekiz yılda, silahlı İHA ile Pakistan-Afganistan sınırında 1900 ila 3200 arasında sivilin ölümüne neden oldu.
Bu olaylar büyük tartışmalara neden oluyor. Baskılardan kurtulmak isteyen sivil ve askeri otoriteler, nerede hata yaptıklarını araştırıyorlar. Bu bağlamda tartışmalar şu konularda yoğunlaştı. Meskûn mahalde “teröristle mücadele”nin temel değişkenleri nelerdir? Konvansiyonel olmayan, asimetrik çatışma ortamında sivil-asker ilişkileri nasıl olmalıdır? Asimetrik bir mücadele nasıl bir teşkilat ve karar alma süreçleri gerektirir. Böyle bir mücadelede teknolojiye aşırı güvenin sonuçları nelerdir? Medya ile ilişkiler nasıl olmalıdır? Askeri etik, hukuki sorunlar ve sorumluluklar nelerdir?
Gayri nizami savaş ve sivil kayıp riski
Her konu üzerinde uzun uzun durulabilir. Ancak, ikisine daha yakından bakalım. Günümüzde devletlerarası nizami savaşların sayısı gittikçe azalıyor. Öte yandan devletlerle, devlet dışı aktörlerin (terör örgütleri-gerilla grupları-aşiretler-organize suç şebekeleri) asimetrik çatışmaları artıyor. PKK, Suriye, Irak, Afganistan bunun en iyi örneği.
Bu mücadele niteliği gereği sivillerin yaşadığı meskûn mahallerde ve gündelik yaşamın içinde cereyan eder.
Düşman kim?
Konu ile ilgilenenlerin dikkat çektikleri en önemli husus istihbaratın değişen niteliğidir.
Konvansiyonel bir mücadelede hedefler fizikidir. Düşman birliği, tankı, topu, hava alanı gibi. Böyle bir ortamda “komutan” düşmanın/hedefin nerede olduğunu sorar.
Fakat asimetrik mücadelede soru düşman, “kim?” şekline dönüşür. Artık hedef teröristlerdir.
Nitekim Uludere olayında da olduğu gibi, “kim” sorusunun cevabı her zaman net değildir. Çünkü bunu tespit edebilecek istihbarat çoğu zaman olmaz. Oysa hedefin kimliğinin siyasi boyutu, “taktik boyutundan” daha önemlidir. Bu nedenle de cevabı aranan soru, neyin “uygun hedef” olduğudur.
Asimetrik savaş ve hedef
Bir diğer zorluk sivil-asker ilişkilerindedir. Konvansiyonel savaşta siyasi otorite ordunun hedeflerini net olarak ortaya koyar. “Git şu ülkeyi işgal et” gibi. Adres çok açıktır.
Oysa karşı taraf devlet değil de örgüt olduğunda işler karışır. Bunu TBMM’nin Irak tezkeresinde de görmek mümkündür. Zaman, mekân, görev, hedef muğlâktır.
General Rupert Smith, Bosna tecrübelerine dayanarak, böylesi durumlarda hedefi ve ordunun görevini “jöleyi elde tutmaya” benzetir. Ne kadar sıkı tutmaya çalışırsan o kadar parmaklarının arasından kayar. (Bknz. R.Smith, The Utility of Force, The Art of War Modern World)
Türkiye ve etrafındaki asimetrik çatışmalara bakınca, “jöleyi tutmak” bir zorunluluk gibi görünüyor Ancak, ortada da üç ciddi sorun var. Birincisi, “kumpas kurulmuş bir ordu” olarak TSK’nın ruh hali. İkincisi, ne kadar ciddi bir sorunumuz olduğunun farkında olmamak. Üçüncüsü ise, işin tabiatından kaynaklanan zorlukları anlamak istemememiz.