Nihat Ali Özcan

Nihat Ali Özcan

naozcan@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı ve Anayasal Başkomutan Gül geçen haftaki İtalya gezisinde gazetecilere önemli açıklamalarda bulundu. Dikkati çeken husus Suriye ile ilgili olanlardı. Görünen o ki, Suriye artık Türkiye içinde ciddi bir güvenlik sorunu. Devleti yönetenler bu fikirdeler.
Gazetelere yansıdığı üzere Cumhurbaşkanı Gül şunları ifade etti. “TSK da bugün ben karışmayayım derse belki yarın gücünün yetmeyeceği bir güç çıkar karşınıza. Onun için bu konuları hep profesyonel uzmanlara bırakmak gerekir, onların da hiçbiri kendi başına iş yapamaz. Tabii onların da hep sorumlu olduğu, siyasi istikameti alması gereken makamlar var.”

TSK’nın sorumluluk kültürü değişirken
Bu cümlelerden, hükümet, MİT, TSK arasında, görev, yetki ve sorumluluk konularında “bakış açısı farklılıkları” olduğu hissediliyor.
Evet, Cumhurbaşkanı Gül haklı. Türkiye, hiç de alışık olmadığı asimetrik karakterdeki tehditlerle karşı karşıya bulunuyor.
Siyasi otoritenin bunun farkında olması, riskleri yönetmek ve tehditlere karşı koymak için arayış içinde bulunması hepimiz için iyi haber. Ancak sorun teşhis de değil. Sorun, sahadaki gerçekler ile Ankara’nın konuyu ele alış biçimindeki farklılık.
Daha açık bir ifadeyle, hükümet ve MİT, TSK’dan Suriye konusunda daha aktif olmasını istemekte ve beklemektedir. Anlaşılan o ki, TSK, geçmiş tecrübelerinin ışığında Anayasa ve yasaların açıkça tarif etmediği, muğlak görevlere pek sıcak bakmıyor.
Bunun garipsenecek bir yönü yok. Hiçbir siyasi otorite, TSK’nın bu tavrını pasif “itaatsizlik” olarak ele almamalıdır. Sonuçta herkes için iyi haber; TSK’nın “hukuku” esas almış olmasıdır. Özellikle de “demokrasiyi” sadece askerleri zapturapt altına almak zannedenler için. Ya da emekliliğini hapishanede geçirmek istemeyen general, subay ve astsubaylar için.

Ben kefilim
Cumhurbaşkanı Gül konuşmasının ikinci bölümünde, “profesyonellerin kendi başına iş yapmayacağı” konusunda “emin” gibi. Bu bakış, ne hükümetin, ne MİT’in ne de TSK’nın sorunlarını çözemez.
Sonuçta, Suriye’den kaynaklanan güvenlik sorunlarının niteliği, onu anlama biçimimiz, yasal, idari düzenlemelerimiz, kurumsal işbirliği politikalarımız ve personelin yeterliliği sorunlarımızın üstesinden gelmeye yetmiyor.
Yapılacak iç çok basit. Birincisi, gerek MİT gerek TSK’nın ilgili mevzuatında, asimetrik tehditlere cevap verecek düzenlemeleri yapmak. İkincisi, kapsamı simetrik tehditlere göre oluşturulmuş Suriye tezkeresinin içeriğini asimetrik tehditleri de ilave ederek yeniden düzenlemek.
Bu düzenlemeleri yapmadan, kurumlardan ve görevlilerden “bizim anladığımız gibi” davranmalarını beklemek doğru bir yaklaşım olmaz. Hele işler ters gittiğinde onları derhal “casuslukla” suçlamak da iyi bir fikir değildir. Suriye’deki gibi asimetrik sorunlar, küçük rütbeli, özgüveni yüksek, adanmış “profesyoneller” gerektirir. Yoksa kurumsal gururu “casuslukla” kırılmış, baskılanmış, mesleğiyle gurur duymayan profesyonellerle değil.
Ülkemizde faaliyet gösteren hamiyetli “İyiliği emretme, kötülüğü önleme” örgütü, yakınlarda dünya casusluk tarihine ve piyasasına yeterince katkı sundu. İstanbul ve İzmir’de görülen davalarda yüzlerce general, subay, astsubay casus olmakla itham edildiler. Adana’da yeni bir casus kafilesi oluşturmanın ne ülkeye ne kurumlara ne de Suriye politikasına bir faydası olmayacağını görmek gerekir.