Hükümet ile “Gülen hareketi” arasında gerilim ve çatışmanın su yüzüne çıkmasının ardından “paralel devlet” lafını sıklıkla işitmeye başladık. Gelişmelere bakacak olursak daha da fazla duyacağız.
O halde “Paralel devlet” ifadesinin tarihsel arka planına, mantığına ve işleme biçimine bir göz atmak faydalı olabilir. Böylece olanları ve olabilecekleri anlamamız kolaylaşır.
‘Öğrenen organizasyon’ olmak
Terim, Marksist jargondan ödünç alındı. Çin devriminde Mao formüle etti, Afrika’da, Asya’da “sömürge yönetimlere karşı” kullanıldı. Yine, İslami/Milliyetçi motivasyonla Cezayir’de, 1956-1962 Fransa’ya, sosyalist amaçlarla da Vietnam’da ABD’ye karşı organize edildi. Türkiye’de ise PKK, bu uygulamanın öncüsüdür.
“Paralel devlet”, iktidarı elde etmek isteyen, fakat gücü az ve sayıca zayıf “hareketlerin” izlediği stratejinin olmazsa olmaz uygulamasıdır.
Zayıflıktan muzdarip olan bir hareketin iki amacı vardır. Varlığını korumak. Fiziki kapasite ile üye sayısını artırmak. Bu ise ancak halkın desteğini almakla ve kontrolünü elde tutmakla mümkündür.
Türkiye, Suriye iç savaşının ilk gününden beri iki farklı rol üstlendi. Birincisi, sayıları 800 bini bulan mültecilere her konuda yardım etti.
Mülteciler, Suriye politikasının “insani” yüzü olmakla birlikte diğer yüzü biraz daha “soğuk” ve karışık. Türkiye, savaşın ilk gününden beri silahlı muhaliflere de açık, örtülü destek veriyor.
Devletler ve devlet dışı aktörler sınırlarının öte yanında devam eden silahlı çatışmalara, iç savaşlara karşı ilgisiz kalamaz. Nitekim Türkiye de böyle davrandı ve kendisini Suriye işinin tam ortasında buldu.
‘Amatör’ örtülü operasyonlar
“Arap Baharı” devletlerin silahlı gruplara yardım politikalarını da etkiledi. Genelde bu işler istihbarat örgütleri eli ile fakat örtülü, gizli yapılırdı. Açığa çıkması halinde ise ya susulur ya da tamamen inkâr edilirdi. Çünkü böyle bir ilişkinin ahlaki, hukuki ve siyasi maliyeti olduğunu herkes bilirdi.
Türkiye, çoğu zaman Suriyeli muhaliflere politik yardımını kameralar önünde ve beş yıldızlı otellerde yaptı. Hatta hızını alamayan bazı muhalif komutanlar, muharip üniformalarını giyerek toplantılara katıldılar. İnternete resimlerini koydular.
Bir yılın daha sonuna geldik. Önemli, ilginç, bazen de can sıkıcı olaylar yaşıyoruz. Gelecek yılın daha da hareketli geçeceği anlaşılıyor. Anlaşılan Suriye’den İran’a, Mısır’dan Irak’a kadar geniş bir bölgede yeni aktörler ve öngörülemez gelişmelere tanıklık edeceğiz.
Ortak payda: Yabancı cihadistler
Askeri ve politik gelişmeler bağlamında Suriye iç savaşı gündemden düştü. Öte yandan mülteci sorunu ve kayıplar bir trajedi olarak 2014’te devam edecek. Yine savaşın karakteri ve hedefleri değişirken Esad’ın iktidarda kalacağını ileri sürmek çok da iddialı olmayacaktır.
Cenevre-2 toplantısına giderken Rusya, ABD ve AB ülkelerinin öncelikli gündemini Esad rejimi ve mülteciler sorunu oluşturmuyor. Onun yerini “cihat eden yabancı savaşçılar” almış durumda. Özellikle, Kış Olimpiyatları öncesi Rusya’da artış gösteren terör saldırıları sorununun “ortak” olduğu algısını güçlendiriyor. Bu durum Esad’ın elini güçlendiriyor.
Öte yandan Kürtler, “terörle mücadele”de Esad rejiminin “doğal müttefiki” olmaya hazırlar. Bu yaklaşım onlara askeri, politik, diplomatik avantajlar sağlayacaktır. Bunun ipuçlarını da Cenevre 2’de görebiliriz.
Yeni cumhurbaşkanını ve seçim
Uzun, yorucu, belirsizlikler ve sürprizlerle dolu yeni bir yıla giriyoruz. Sadece dış politikada değil, iç politikada da hatırı sayılır olaylara tanıklık edeceğimize dair güçlü sinyaller var. Hatta iç politikanın bizleri daha fazla meşgul edeceği tezini savunmak fazlaca iddialı olmaz.
Elbette bu karmaşık tablonun merkezinde yer alan ve ne yapacağı merak edilen en önemli aktörlerden birisi de Başbakan Erdoğan. Onu, içeride ve dışarıda, iç içe girmiş, farklı karakterde hasımları ile zorlu bir mücadele bekliyor.
Bir beka konusu olarak seçimler
Türk iç siyasetinin, önümüzdeki yıl, en önemli konusu seçimlerdir. Başarılı seçim sonuçları taraflara güç ve meşruiyet sağlayabilecek iken, başarısızlık siyasi ve psikolojik olarak büyük hasarlar verecektir. Bu nedenle de seçimler herkes için bir “beka” sorunu olarak görülmektedir. Her ne kadar bu günlerde “yolsuzluk ve rüşvet”i tartışıyor olsak da, son tahlilde, Başbakan Erdoğan da hasımları da, stratejilerinin ağırlık noktasını yapılacak seçimlere kurdular. Yerel seçimlerde istediği sonucu elde edemeyen taraf bu defa Cumhurbaşkanlığı seçimlerine odaklanacaktır. Bu nedenle stratejinin ağırlık merkezi sabit kalırken, mücadele
“Rüşvet, kara para aklama” tartışmalarında bir haftayı geride bıraktık. Hadise farklı yönleri ve sonuçları ile tartışılıyor.
“Polis operasyonunun” merkezinde Halk Bankası ve İran’ın olması konuya uluslararası boyut kazandırdı. İşin içinde bakan çocuklarının olması ve “rüşvet” iddiaları ise onu iç politikanın esaslı malzemesi haline getirdi.
Hükümet kanadı olanların “uluslararası” boyutuna dikkat çekerek bunun bir “örtülü operasyon” olduğu tezini öne çıkarıyor. Farklı kanattaki muhalifler ise “rüşvet” iddiasına odaklanmış durumdalar. Gerçekten de hadise farklı karakterde ve iç içe geçmiş olaylar zincirinden oluşuyor.
“Örtülü operasyon” tartışmaları
İstihbarat örgütlerinin üç temel görevi vardır. İstihbarat üretmek, istihbarata karşı koymak ve örtülü operasyonlar yapmak.
Henry Kissinger, 1978’de NBC televizyonuna verdiği bir mülakatta mealen şunları söylüyordu: “Diplomasinin işe yaramadığı, şartların askeri operasyona uygun olmadığı karmaşık durumlarda, gri alanlarda, Amerikan çıkarlarını savunacak bir istihbarat örgütüne ihtiyacımız var”.
Türkiye, “rüşvet ve yolsuzluk” operasyonlarını ve olası sonuçlarını tartışıyor. Tecrübelerimiz yargılamanın medyatik olacağını ve uzun zaman gündemde kalacağını söylüyor. Çünkü olay kadar açık ve gizli kahramanlar da önemli.
Operasyon “gizemli” öğeler taşımamış olsa idi, tartışmalar sınırlı bir alanda kalabilirdi. Özellikle hukuki, iç politika ve ahlaki çerçevede. Suçu olan varsa bedelini hukuki ve siyasi olarak öder, konu tarihteki benzerleri gibi tozlu raflardaki yerini alırdı. Ne var ki, operasyon iç ve dış politik gelişmelerle birlikte ele alındığında sonuçlarının bir hayli ilginç olacağı görülüyor.
Uzun ve zorlu yıl: 2014
Türkiye üzerine çalışan uzmanlar, akademisyenler ve gazeteciler operasyon öncesinde, 2014’ün uzun ve zorlu bir yıl olacağını söylüyorlardı. Operasyon sonrasında bu “en uzun yıl” tezi daha da güçlenmiş gibi görünüyor.
Masada PKK gibi, Mart 2014 sonuna kadar “ötelenmiş” can sıkıcı ve müzmin bir sorun var. Arka arkaya yapılacak seçimler ise derin bir rekabet ve ilginç siyasi sonuçlar yaratma kapasitesine sahip.
Yine Ortadoğu’daki siyasi gelişmeler ciddi belirsizlikler içeriyor, Suriye yine gündemde olacak. ABD’nin açıktan, bazı Batılı petrol
Kış, Suriye’de de bu yıl oldukça zorlu geçiyor. Soğuk hava, savaşla birlikte kayıpları artırıyor. Sayı 130 bine yaklaştı. Yaklaşık dokuz milyon insan da yerinden yurdundan oldu. Başka bir ifade ile nüfusun üçte biri mülteci konumunda.
Böylesine utanç verici insanlık dramına rağmen hiç kimse sorumluluk üstlenmek istemiyor. Toplantılar ise sorunu çözmekten çok “yasak savma” faslından gerçekleştiriliyor. Korkarım 24 Ocak 2014’te Cenevre’de yapılacak ikinci toplantıdan da işe yarar bir sonuç çıkmayacak. Nitekim Fransız Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un da bu yönlü açıklamaları oldu.
Siyasi ve askeri “harekât alanı” yeniden şekillenirken
Esad, kimyasal silahlarını hızla ve zorluk çıkarmadan teslim etti. Bu, sadece ABD’yi değil, Esad’ı da rahatlattı. Nitekim o günden sonra politik ve askeri cephede önemli gelişmeler olduğunu görüyoruz. Esad bu hamle ile ABD’yi güç kullanmaktan vazgeçirtirken ihtiyaç duyduğu “zaman”ı da satın almış oldu.
Maliyeti hayli yüksek olan“zaman”ı boşa harcamadığını görebiliyoruz. Politik ve askeri alanı yeniden şekillendirecek hamlelerini ardı ardına sıralıyor. O, içeride politik gücünü tahkim ederken, Batı’nın desteklediği muhalifler
Türkiye İsrail ilişkileri yakın zamana kadar oldukça gerilimli günler yaşadı. Çoğu zaman iç politika malzemesi haline dönüşen gerilim şimdilerde düşmüş görünüyor. Gerilimli dönemde değişime uğrayan yalnızca iki ülke ilişkileri değildi. Küresel ve bölgesel dinamiklerde de etkileri uzun yıllar hissedilecek önemli değişiklikler yaşandı. Her iki taraf da bunu görmekte ve yeni dönem politikalarına dair değişimin ipuçlarını vermekteler.
Hatadan dönme erdemi mi, gerçeklerle yüzleşme zamanı mı?
Elbette, “Mavi Marmara olayı” Türk tarafında önemli psikolojik kırılmalara neden oldu. İsrail tarafı şapkayı önüne koyup olayı yeniden ele aldığında, bunun bir hatalar dizisi olduğunu gördü ve saklamıyor. Operasyon baştan sona amatörce yürütüldü ve sonuçları da öngörülenden ağır oldu.
Bozulan ilişkiler ve değişen politik iklim ABD’yi de harekete geçirdi. Başkanı Obama’nın ısrar ve baskısı sonucunda İsrail Başbakanı Netanyahu geçen mart ayında Başbakan Erdoğan’ı telefonla aradı. Dolaylı da olsa Başbakan Erdoğan’dan özür diledi.
Politik ekosistem iki tarafı da değişime zorlarken