Şevket Uğurluer’in uzun zamandır devam eden “Anılarla Müzik” adlı televizyon programı, sonunda bir albüme de sebep oldu.
Sebep oldu da, popüler müziğimizin devlerinden biri olan Şevket Uğurluer, nihayet dört başı mamur bir albüme kavuştu.
Batılı bir müziğin, memleket topraklarına sızmaya niyetlendiği ilk günlerden itibaren sahnede olan ve (yol yordam göstermekten tutun da, farklı şarkılar arayıp bularak fakruzaruret içindeki bir alanı rahatlatmak dahil) her türlü anlamda “öncü” rolünü üstlenmiş Uğurluer’e, ne tuhaftır ki stüdyoların yolları unutturulmuş ve kendisine ekran-sahne hariç, şarkı söyleme imkânı verilmemişti.
Yıllardır böyleydi bu; o ilk günlerin, o deneme-yanılmaların bol olduğu günler-dönemler hariç, bu tepeden tırnağa “müzik ve tecrübe” olan müzisyenimize, her niyeyse-her nasılsa-her nedense, bir albüm bile çok görülmüştü.
Neyse ki Muhteşem Candan’ın Elenor’u, (herkesin-hepimizin adına) bu ayıbı temizledi ve zengin mi
80’li yıllarımızın kült isimlerindendir Gülden Karaböcek; 70’lerin başında girmiştir müzik dünyasına, popülerliği 90’larda da sürmüştür ama “altın çağ”ını 80’lerde yaşamıştır. O her şeyin karışık olduğu, komik olduğu, saçma olduğu, (bugünlerden daha da) “ve ötesi” olduğu 80’lerde.
Çölde apansız karşımıza çıkmış serin-soğuk bir akarsu gibiydi Gülden Karaböcek; kana kana içmek, hep içmek, hep içmek istediğimiz.
Ya da kalplerimizi ferahlatan serin bir rüzgârdı. Türlü çeşitli sıkıntıların sıkıp sıkıp, yaramaz bir hale getirdiği tüm benliğimize nefes aldıran, “yola devam” duygusu yaşatan bir gerçek yaratıcı-yorumcu işte.
“Zevk bulurdum kederde...” diyordu, “Tek Sevenim Sen Olsan” şarkısında ve belki de biz, (hepimiz olmasa da bir kısmımız; ama bayağı kalabalık bir kısmımız) böyle yaşamak zorunda bırakılmıştık.
Bir gün gülüyor, üç gün ağlıyorduk işte.
Kendimize ağlıyor, etrafımızdakilere ağlıyor,
“Alternatif dünya”nın hem alternatif, hem de (en en en pozitif anlamda) aykırı müzisyeni Murat Çelik’in, (Ran adını alarak) Cenk Ünnü ile birlikte yaptığı “Karanlık”ın (DMS), şeffaf iç tablasının altındaki kapakta yer alıyor, başlığa çıkardığımız bu slogan.
70’lerin, yani dağa-taşa “Karaoğlan” yazılan günlerin sloganı bu. Umudumuz vardı o günler, o dönem. Her şey değişebilecekti; zordu ama mümkündü.
Başta Abdi İpekçi olmak üzere, basının saygın kalemleri Ecevit’in şahsında “aydınlık günler”in yakın olduğunu görüyor, “ye-iç-eğlen-gül-oyna/böyle gelmiş bu dünya” döneminin kapandığını-kapanacağını söylüyordu.
Murat Çelik ve Cenk Ünnü’nün “Aydınlık günler” dileği, elbette yalnızca bir dilek. Çünkü özellikle Murat Çelik, bir müzisyenin yapabileceği en iyi şeyin “müziğine bakmak” olduğunu bilenlerdendir. “Yalnızca” müziğine değil de, “ilk elde”
1972 yılından beri hayatımızda Edip Akbayram var; ciddi ciddi var, sürekli olarak var, temelli olarak. O yıl yapılan Altın Mikrofon’da (ki Hürriyet’in düzenlediği bu yarışmayı yapma imkânı, artık Günaydın’a geçmişti, Simavi Ailesi’nin diğer yakasına) “Kükredi Çimenler”i söyledi gencecik Akbayram ve (Salim Dündar ile Ömer Aysan gibi güçlü ve tecrübeli rakiplere rağmen) birinci oldu.
Birincilik sonrası, yarışma şarkısının plağı yayınlandı. Ardından da her şey tamamına erdi. Plaklar-konserler birbirini takip etti ve Akbayram (bir parça da Karaoğlan sayesinde, “umut çağı”na geçilmiş olmasının katkısıyla) zirveye oturdu.
Hâlâ da oradadır.
Hiç kuşkusuz “zirve” ya da “tepe” dediğimiz şey “göreceli” bir kavramdır, çoğu “şey” ya da “kavram”da olduğu gibi; ve elbette Akbayram’ın durduğu zirve, hiçbir zaman herkesin anladığı “yer”, olmamıştır.
“Kaç para vereceksin(iz)?” kavgası, ilan ya da sahneye
“Karışık Albüm” trafiği hâlâ yoğun. 14 Şubat’ı arkamızda bırakalı çok olmasına rağmen hâlâ yoğun.
DMC de, Samsun Demir gibi müziğe fena halde düşkün bir idareciye sahip olmanın avantajıyla süper işler yapmayı sürdürüyor.
Geçen yıl muhtelif zamanlarda yayınladıkları “64”, “Pop Mix”, “Pop 2007” ve “Trafiği Hissettirmeyen Şarkılar” albümlerini, Valentine Efendi’nin hatırına tek bir kutuya koydular ve üzerine sekiz yeni şarkı eklediler: “100 Türkçe Pop”.
“64” paketi zaten bu toprakların gördüğü en mükemmel derleme (yani “various”) albümlerdendi. Ana iskeletini bu paketin oluşturduğu “100 Türkçe Pop” daha da mütekamil bir paket olmuş.
Bu paket hem bir araya getirdiği Türkçe şarkıların niteliği, hem de niceliği açısından emsalsiz. Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Nükhet Duru, Nazan Öncel gibi kraliçelerden, MFÖ, Yeni Türkü, Mirkelam, Ferhat Göçer gibi (yaşlarına-başlarına
“Dolunayın şarkısı cesaret diyordu, vazgeçme diyordu yıldızlardan” diyor Almora’nın eli-kolu-ayağı olan Soner Canözer; “Kıyamet Senfonisi” (Eznora) adlı albümü açan şarkı “Ay Işığı Savaşçısı”nda.
Buralardan çok, “kadim diyarlar”ın müziğini yapan bir grup Almora. Zengin, çok zengin “senfonik yapı”, daha ilk nefes ile birlikte dinleyeni Ursula K. Le Guin’in “Yerdeniz”lerine ya da Tolkien’in topraklarına götürüyor.
2000’li yılların başlarında kuruldu Almora. Arka arkaya yayınladıkları albümleri ve bu albümlere paralel olarak yaptıkları sahne çalışmaları-verdikleri konserler ile, “zor beğenir” rock dinleyicisinin kalbine kolaylıkla taht kurdu.
Daha ilk günlerinden itibaren, bizim buralardan bir grup ya da isim ile mukayese edil(e)mediler.
Adettendir ya, “Şunun gibi” deriz, ya da “şuna benziyor...” Hem kendimizi “Anladık-kavradık işte!” diye rahatlatmanın bir yoludur bu, hem de “biz anlarız-ederiz...” diye (sözde çaktırmadan)
Hakan Eren’in Ossi’si, Türk popunun geçmişini temize çekmeyi sürdürüyor. Bu firma geçmişimizi, uzun sayılmayacak aralıklarla, 20’lik şarkılar halinde ulaşılabilir-dinlenebilir kılıyor.
Sezen Aksu’nun, “Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler...” talebi (ki, bu sefer bu şarkı da var albümde), bir biçimde (ve bir kere daha) karşılık gördü. Ajda Pekkan ile açılıp Nermin Candan ile kapanan “Bir Zamanlar 4” yakın bir zamanda yayınlandı.
Hiç şüphesiz, “CD yüzü görmeyen şarkı” ya da şarkıcı, sırf bize (ya da bize benzer ülkelere) özgü bir durum değil.
Bu işin cenneti sayılacak ülkelerde, mesela Amerika ve Avrupa’da bile, daha dijital bir ortama nakledilememiş isimler mevcut.
Ama bunun oranı, sözünü etmeye değmez bir miktarda. Oralarda çoğu şey dijitale intikal ettirilmiş.
Bizde ise öyle değil. Bir “nostalji furyası” yaşıyor olmamıza, daralan piyasa firmaları ucuz ya da risksiz bir alana, eski kataloglarını yayınlamaları gereken bir alana sürüklemiş
Bir “sevgi-saygı” albümümüz daha oldu. Sıra popüler müziğimizin “taş gibi” gruplarından 3 Hürel’de.
“3 Hürel Şarkıları/Sonuza Kadar” olarak isimlendirilmiş albümü, Ezginin Günlüğü’nün “Çeyrek”inin de ev sahibi olan Seyhan Müzik yayınladı.
Seyhan Müzik, Bülent Seyhan’ın önderliğinde oldukça aktif bir durumda.
Firmaların büyük bir kısmı yan gelmiş yatmaktayken, Seyhan kafa yoruyor, yeni projeler geliştiriyor, ya da başkaları tarafından kafa yorulmuş-geliştirilmiş projelere destek veriyor.
Onur, Feridun ve Haldun Hürel kardeşlerden müteşekkil 3 Hürel’in albümünde, yine “baba” isimler bir araya gelmiş. Ferhat Göçer, Yavuz Bingöl, Özcan Deniz ve Beyaz, albümün ağır silahları.
Genç kuşak listesinin başında da Betül Demir, Özgün, Demet Tuncer ve Pamela var. Babaların da, gençlerin de amacı aynı: Üç kardeşin, daha çok Feridun Hürel kanadı tarafından çekip çevrilmiş ve