Bu “kriz” herkesi bozdu; kimimizi az, kimimizi çok ama hepimizi bozdu. Çok bozduklarının arasında “Erol Köse ve Sanatçıları” da var; hatta başı onlar çekiyor. Albüm satamadıkça müziğin çıtasını aşağı-daha aşağı-en aşağı çekip durdular; bu da işe yaramayınca, “serseri mayın” misali, bir o kapıya-bir bu kapıya çarpıp çarpıp durdular.
Hâlâ da öyle yapıyorlar. Köse’nin son meleklerinden Zeynep Dizdar dinamitledi önce ortalığı; hemen ardından da Sevda.
Zeynep Dizdar ki, şu piyasanın görüp göreceği en iyi vokalistlerdendi ve buna yaslanıp (bugüne kadar yapmış olduğu gibi) yoluna devam edeceği yerde, açmıştı ağzını-yummuştu gözünü.
Ardından Charlie’nin bir diğer meleği Sevda başladı bağırıp çağırmaya. Ama ne bağırmak, ama ne çağırmak; olabilecek en yüksek sesle, (“yediği kaba tükürmek” dahil) olabilecek en çirkin şekilde.
Sanki şöyle oluyordu: Belki onlar, belki firmaları, büyük ihtimalle iki taraf birden müzik piyasasının
AJS yapım son sürat devam ediyor işine. Piyasanın eski ve köklü firmalarından Aziz, Jet ve Sedef Müzik’in yan yana gelerek oluşturduğu bir tür “platform” olan AJS, üç firmanın sermayelerini (yani kataloglarını-arşivlerini) birleştirmiş olmanın güveniyle, “Olur mu olmaz mı-satar mı satmaz mı” diye düşünmeden, birbirinden önemli albümleri, birbirinden şık kapak ya da paketlerle sürüyor piyasaya.
Bu firma, bir süre önce Gülden Karaböcek’in baskısı çoktan tükenmiş albümlerini, 70 ve 80’li yılların Hüzün Kraliçesi Karaböcek’in şanına uygun kapak ve kayıtlarla yayınlamıştı.
Ardından da beşer disklik iki “arşiv belgesi” gelmişti; “Fasl-ı Şahane” ve emsalsiz bir kadife kutu içerisindeki “Fasıl” adlı paketler.
AJS’nin son sürprizleri de, ünleri dünya çapında yaygın Haig Yazdjian, Glykeria ve Stelios Kazantzidis’in albümleri oldu.
Yazdjian’ın “Amalur” albümü, bu müzisyenin etrafına kenetlenmiş (Ara
80’li yıllarımıza (elinden geldiği kadarıyla) keyif katmış-neşe saçmış, “Hisseli Harikalar Kumpanyası”, geçen yıl da Açıkhava’da perdelerini yeniden açmış, düştükleri Anadolu yollarında görüp geçirdiklerini, hem eski seyircilerine, hem de genç kuşağa nakletmeyi sürdürmüştü.
BKM’nin (Garanti Bonus’un katkılarıyla) Açıkhava’da, ardından da birkaç başka yerde perde açtırmayı başardığı bu gerçekten görkemli (ve elbette pahalı) prodüksiyon, şimdi de BKM-İmaj-Kanal D iş birliği ile DVD’ye transfer edildi.
Kumpanya, artık emin ellerde. Artık her istediğimizde perdelerini açtırabiliriz.
“Nerde o günler, o eski günler,” ruh durumuna girdiğimizde, “kıymeti bilinmeden geçen seneler”in anıları başımıza üşüştüğünde işimiz (nispeten) kolay artık.
HHK’nın DVD’sine el atacak, dalıp gideceğiz.
“Sahnelerin bülbülü assolistimiz Süheyla”dan (Orijinal oyunda Nevra Serezli/burada Ayça Varlıel) Çaycı
Gülbahar Kültür’e “Kültür Elçisi” demek yanlış olmaz. Almanya’da (Bremen) yaşayan ve dünyanın her noktasında, “world-music bilirkişisi” kabul edilen, fikirlerine başvurulan, taltif edilen bir elçi hem de.
Kültür’ün yaptığı derlemeler (sakın şaşırmayın), başta Arap ülkeleri olmak üzere, “dünyanın dört bir yanında” ilgi görüyor. Ses getiriyor, çok satıyor.
Ve ne mutlu bize ki, Türkçe pop da seviyor Gülbahar. Sürekli olarak takip ediyor, dinliyor ve her ama her fırsatta, yaptığı-derlediği albümlere yerleştiriyor.
“Oriental Garden” dizisi ile büyük çıkış yakalayan yapımcı-DJ, sonraları hem bu seriyi 2-3 diye devam ettirmiş, hem de “bahçelerine bereket” dememiz gereken bir hızda, “Latin Garden”, “Gypsy Garden”, “Asian Garden” harekâtına girişmişti.
Ardından da “Made in...” serisi gelmişti; başta “Made in Turkey” olmak üzere, ele aldığı ülkenin müzik dinleme eğilimlerini,
Nükhet Duru gayet şık bir kapakla yayınladı yeni (“kaset”ini değil, “albüm”ünü de değil) “single”ını (hadi bilemediniz, EP’sini): “Durup Dururken” (Stardium).
Single’daki beş şarkıdan ikisinin (“Yalanlarını Seçtim” ve “Doğru Söz Aranıyor”) yalnızca orijinal (yani ilk ve tek) versiyonlarına yer verilmiş.
Diğer üç şarkının (“Organik”, “Yalnız Daha iyiyim” ve “Without Your Love”; ki bu sonuncusu da, zaten “Yalnız”ın İngilizce versiyonu) ise muhtelif versiyonları yapılmış. Boy boy, çeşit çeşit.
Bu da, genellikle bir şarkı+birkaç remix, bilemediniz iki şarkı+birkaç remix’ten mamul single’lardan farklı bir yere koyuyor Nükhet Duru’nunkini.
Zaten süresi bile başlı başına bir gösterge; 52 dakika-52 saniye uzunlugunda bu single; yani adının işaret ettiği gibi “durup dururken” değil, ciddi bir mesai sonrası hazır edilebilmiş bu şarkılar.
Son yıllarda 30 dakika civarındaki albümlerin bile utanmadan yapılabildiği, çekinmeden
Başlığımız okuma-yazma fişlerinden ödünç alındı; artık yaygın olmamakla birlikte, hâlâ varlığını sürdüren, “Ali’ye top attıran - top tutturan” o, “Harflerin Şu Karanlık Nesnesi”nden.
90’lı kuşağın her zaman derli toplu, her zaman efendi şarkıcılarından Ali Güven’in “Yanımda Ol” (rec by Saatchi) ve genç kuşağın yeni üyelerinden Gönen’in “Hayal Bile Edemezsin” (DMC) albümleri, başlığınız ne ve nasıl olursa olsun, ilgiyi-desteği hak eden albümlerden.
90’lı kuşağa mensup olmakla birlikte, bu kuşağın (başta görgüsüzlük, sonradan görmelik hatta şuursuzluk olmak üzere) bütün “negatif” özelliklerinden bile isteye uzakta durmuş Ali Güven ile ağırlıklı olarak, pop müziğimiz için ciddi bir kazanç-katkı olan Donat Bayer’in şarkılarından oluşan bir albüme imza atmış Gönen’in “duruş”ları ya da “varolma” biçimleri benzerlerinden-yaşıtlarından farklı.
Her ikisi de “Önce müzik” diyenlerden;
Popüler müziğimizin üzerine güneş gibi doğmuşlardandır Selda. Mehmet Teoman’ın o eşsiz dizelerini ödünç alıp söylersek, “içimize doğmuş”, bizi “içine alıp, yakmış-ısıtmış” biridir.
Yakın bir zamanda, bu Güneş yurtdışındakileri de ısıtmaya-yakmaya başladı. Bağımsız firmalardan Finders Keepers, 45’liklerden temizlenen ilave şarkılarla da desteklenmiş bir albümünü yayınladı ve olan da ondan sonra oldu.
Basının bir bölümü “Türkiye’nin Joan Baez’i” dedi (ki bize kalırsa, bu paralelliğin altını çiziş Selda’ya değil, Baez’e bir övgüdür), bir bölümü de “ozan yorumcu”dan girdi, Selda’nın kimselere benzemez ses gücünden-renginden çıktı. Ortak noktaları da, “Bu nasıl ses böyle Allahım!” şaşkınlığıydı.
Şaşıp kaldılar. Kendilerine de, bize de.
Bu ses, böyle bir ses 70’lerin başından itibaren bizimleydi (aslında 60’ların ikinci yarısından itibaren Ankaralıların gözdesiydi) ve biz onun önüne düşüp,
İstanbul’un mükemmel performans mekânlarından biri olan Açıkhava, “Kongre Vadisi” olarak adlandırılmış bir inşaatın “hafriyat-kum-çamur” üçgenine rağmen, yeniden şarkılarla inlemeye başladı.
Mustafa Oğuz’un firması Most Production’un, bu yıl 19. yılına ulaşmış (ve artık “geleneksel”, hatta “klasik” sıfatına hak kazanmış) konserleriyle hayata döndü Açıkhava. Most’un listesi bu yıl da çok doyurucu; hatta daha fazlası, çok zengin. Açılışı Sezen Aksu yaptı.
“Oğuz ve Aksu El Ele Halk Cephesinde” sloganlarıyla karşılanması gereken bu yılki gecelerin, diğer Sezen Aksu konserlerinden bir farkı vardı. “Best of Sezen Aksu” gibi de okunabilecek bir üst başlığı vardı bu konserlerin: “Sezen Denince Akla Gelen Şarkılar”
Haydi gel bizimle ol
Hakikaten “Sezen denince akla gelen” ilk üç beş parçadan biri olan “Sen Ağlama” ile girdi Aksu sahneye.
Laf aramızda, “Kayahan şarkılarından hallice” sayılması gereken bu (hem söz hem de müzik