Naim Dilmener

Naim Dilmener

ndilmener@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

80’li yıllarımızın kült isimlerindendir Gülden Karaböcek; 70’lerin başında girmiştir müzik dünyasına, popülerliği 90’larda da sürmüştür ama “altın çağ”ını 80’lerde yaşamıştır. O her şeyin karışık olduğu, komik olduğu, saçma olduğu, (bugünlerden daha da) “ve ötesi” olduğu 80’lerde.
Çölde apansız karşımıza çıkmış serin-soğuk bir akarsu gibiydi Gülden Karaböcek; kana kana içmek, hep içmek, hep içmek istediğimiz.
Ya da kalplerimizi ferahlatan serin bir rüzgârdı. Türlü çeşitli sıkıntıların sıkıp sıkıp, yaramaz bir hale getirdiği tüm benliğimize nefes aldıran, “yola devam” duygusu yaşatan bir gerçek yaratıcı-yorumcu işte.
“Zevk bulurdum kederde...” diyordu, “Tek Sevenim Sen Olsan” şarkısında ve belki de biz, (hepimiz olmasa da bir kısmımız; ama bayağı kalabalık bir kısmımız) böyle yaşamak zorunda bırakılmıştık.
Bir gün gülüyor, üç gün ağlıyorduk işte.
Kendimize ağlıyor, etrafımızdakilere ağlıyor, memlekete ağlıyorduk. “Darağacındaki Fidan”lara da ağlayanımız vardı, daha soyut, daha belirsiz, daha adı-rengi konmamış şeylere ağlayanımız da.
Böyle bir atmosferin kraliçesiydi Gülden Karaböcek.

Haberin Devamı

Yeter ki bilelim biz
“Koskoca mazi gözümüzde canlandığında” da ona başvuruyorduk, “artık tüm ümitler bize yabancı”yken de; efkarımız birikmiş ve artık içimize sığmaz olmuşken de.

Zevk bulurduk kederde
Karanlıktı her şey. İçimiz de karanlıktı, dışımız da. Biz-siz-onlar da, memleket de.
Bu dönemin “naif ötesi” kraliçesi oldu işte Gülden’imiz; daha sonra bir albümüne isim yapacağı sözcükle söylersek, “Güldence” şarkıları, tamamen kendince, hakikaten Güldence söylüyordu. Kendisi de başkaydı, şarkıları da.
O kadar başkaydı ki, daha önce başkaları tarafından söylenmiş ve hiçbir şekilde dikkatimizi çekmemiş şarkılar, o söylediğinde kalbimizi ele geçiriyor, “bizim şarkımız” oluyordu.
O kadar başkaydı ki, onun söylediği bir şarkıyı başkası söylediğinde tahammül edemiyor, abartılı bir tepki gösteriyor, “nefret nefret nefret” ediyorduk.
Şüphesiz o günlerin “sular seller gibi” popülerliğinin yerinde yeller esiyor şimdi.
Ama yalnızca (lakaplarından bazıları da “Dişi Ferdi Tayfur” ve “Dişi Orhan Gencebay” olan) Gülden Karaböcek mi böyle?
Ferdi Tayfur’un bizzat kendisi “az sonra”cıların tuzağında değil mi şimdi? Bilerek ya da bilmeyerek fark etmez; “bu çağın hastalığı”na yakalandı mı, yakalanmadı mı?
Ya Orhan Gencebay? O ne yapıyor? Her pazar, her pazar, her pazar hem de.
Postmodern çağ bu; eğiyor-büküyor, bölüyor-parçalıyor, bir şeyler kaldıysa geriye eğer, bir kenara fırlatıyor onu da.
Dişi Tayfur ya da Gencebay ise, bütün bunlara rağmen kendisini korumaya gayret etmişlerden. Kendisini “etim de, kemiğim de sizin,” diyerek posta da, moderne de teslim etmemişlerden.

Haberin Devamı

Bahtiyar olduğunuzu
Böyle olduğu içindir ki, herhangi bir mekânda, herhangi bir dost meclisinde söz sırası ona geldiğinde gözler parlar, iştiyakla konuşulur hakkında.
Ve belki de böyle olduğu içindir ki, eski şarkıları-albümleri hep baskı üstüne baskı yapar, yeniden ve yeniden yayınlanır.
Bu topraklarda CD’si basılmış ilk isim de olan (“Bir Mucize Allahım”) Gülden Karaböcek’in geçtiğimiz aylarda üç albümü birden yayınlandı.
Jet Müzik tarafından (daha önce de, birlikte yani tek paket halinde) yayınlanan “Aşığım Seviyorum”, “Duyar mısın Feryadımı” ve “Ağlıyorsam Yaşıyorum” adlı albümler, yalnızca koleksiyon anlamında bile çok önemli, çok değerli albümler.
Ama bu kadar değil tabii.
Osman Bayşu’dan Selami Şahin’e, Ahmet Selçuk İlkan’dan Halit Çelikoğlu’na, Yılmaz Tatlıses’ten Ali Tekintüre’ye, Burhan Bayar’a uzanan uzun ve zengin bir imza listesi var bu albümlerdeki şarkıların altında.
Tamamı da, popüler müziğimizi baştan inşa etmeye çalışmış, inşa ederken de kurutmamış, aksine, şarkılar hayatın içinde akıp dursun diye mücadele vermiş isimler.
Ve her bir şarkının, (yaşı tutan-yeten) dinleyiciye açacağı “giz”in, göstereceği “gün”ün haddi hesabı yok.
Şarkılar, üzerinden zaman geçmiş-demlenmiş şarkılar bunu hep yapar; her zaman yapmıştır.
Gülden Karaböcek şarkılarında ise bu durum ikramiyeli.
Kırk yıldır görmediğiniz bir yakınınıza kavuşmuş gibi oluyorsunuz. Dinlerken öyle bir mutluluk duygusu yakalıyor ki insanı, o kadar olur. Taşkınca.