Ya da “Ali, Veli, Maria, siyahı beyazıyla, işte bizim bu dünya...” Başlığa çıkardığımız dört ismin ortak noktası, çok çok sıkı İlhan İrem hayranları (yani fanatikleri) olmaları.
Ama sayıları milyonları bulan İlhan İrem fanatiklerinden farkları, dördünün de İlhan İrem üzerine herkesten çok kafa patlatmış ve ardından da bu maceralarını birer kitap ile bize ulaştırmış olmaları.
Bu yıl muzik yaşamının 35. yılını (1973-2008) kutlayan İlhan İrem için herkes kolları sıvadı; hayranı olan yazarlar ve uzun yıllar birlikte çalıştığı EMI / Kent dahil, herkes.
Önce Özlem Süyev Zat (“Işığın Aşkıyla İlhan İrem /Müziğin Mistik İlahı”, SiyahBeyaz) yayınladı kitabını; ardından da Michael Kuyucu (“Sürgün Gibi Masallarda / Hayatı ve Yapıtlarıyla İlhan İrem”, Pegasus) ve Hakan Taştan ile Ersin Kamburoğlu (“Ölümsüz Ozan İlhan İrem”, Cinius).
Her üç kitabın, sırf isimleri bile yazılacak-anlatılacak olanlarla, İrem’in (en azından bir kısım) “giz”ini aydınlatma niyetinde olduklarını söylüyor.
“Işık” ya da “mist(is)izm” zaten İrem’in kırk yıllık yol işaretleri. En erken bunlar seçildi-okundu.
“Sürgün”, “masal”, “ozan” ve “ölümsüzlük” de, hem İrem’in bizzat kafa taktığı, hem de hayranlarının ona çok
Uluslararası çapta bir popülerliğe sahip müzisyenlerimizden Zülfü Livaneli’nin, bu aralar keyfi-mutluluğu tavan yapmış olmalı.
Ajda Pekkan, Sezen Aksu ve Nilüfer’den Hakan Aysev ve Özcan Deniz’e varan “dev bir kadro”nun sahne alıp Livaneli’ye “saygılarımız sonsuz” dediği “35. Yıl Konseri” hem DVD hem de CD olarak yayınlandı.
Fazla uzun sayılmayacak bir zaman önce yayınlanmış “Dünya Solistlerinden Livaneli Şarkıları” (İda Müzik) adlı albüm ile de, dünyanın dört bir yanında söylenmiş Zülfü Livaneli şarkıları bir araya getirilmişti.
Hiç şüphesiz Livaneli, tüm dünyada en iyi bilinen, şarkıları en yaygın biçimde söylenen müzisyenimiz. “Müzisyenlerimizden biri” değil; en başta geleni, yani birincisi.
Bunu duymamış değildik. Bilmiyor da değildik.
Ama yine de, “Dünya Solistlerinden...” albümü görüldüğünde-dinlendiğinde, insan şaşırmadan edemiyor: “Livaneli’nin dünya çapındaki yaygınlığı öyle böyle değilmiş; çokmuş!”
Hakikaten çokmuş; Livaneli’nin etrafında, “Dünyanın Bütün Şarkıları” birleşmiş gibi. Dünyanın dört bir bucağına ait “ses”ler, ait oldukları toprakların-iklimlerin havasını-rengini de katmayı ihmal etmeden, devamlı surette Livaneli şarkıları söyleyip durmuşlar meğer.
“Remix” dediğimiz şey, rezil de eder vezir de. Müsebbibi “disco çağı ateşi”dir. 70’lerin ikinci yarısında utangaç bir biçimde başlayan bu metod ya da yol, 80’lerin başındaki new-wave patlaması ile gelişti-serpildi.
Bu ilk dönemlerde amaç aynıydı: DJ’lere pisti dolu tutma imkanı vermek. O şarkıdan bu şarkıya atlayıp “pist”in geleceğini tehlikeye atmak yerine, dans edenleri zaten beğenmiş oldukları bir parçanın daha daha uzun bir versiyonuyla yerlerine mıhlamak ve (tabir çok caiz) kafalarını ütülemek.
Bu ilk dönemler, remix dendiğinde, daha çok “şarkıyı sağından solundan çekiştirmek-uzatmak” anlaşıldı. “12 inch” ya da “extended” version ya da mix/remix olarak adlandırılan bu çabalar, 90’lı yıllarla birlikte büyük bir aşama kaydetti.
Artık “her derde deva”ydı remix dediğimiz “şey”; kimi zaman grup ya da şarkıcının normal sound’uyla yakalayamadığı bir kitleyi yakalamak için başvuruluyordu bu yola; kimi zaman da, büyük umutlarla yapılmış bir şarkı ya da albüm, beklenen ticari başarıyı yakalayamadığında.
“Yeni bir hayat” ya da “şans” demekti her durumda; daha önce yapılanı bonkörce çöpe atmamak, başarısızlığın altında kalmamak-kıvranmamaktı.
Dizimde uyuturum seni
Tarkan’ın yeni
Müziğin önemli fuarlarından-pazarlarından (hatta şenliklerinden) Popkomm’un bu yıl beşincisi düzenlendi; yine Berlin’de, 7-10 Ekim tarihleri arasında.
İlki 2004 yılında yapılan Popkomm’un, bu yıl bizim için önemi büyüktü. Tıpkı Frankfurt Kitap Fuarı’nda olduğu gibi, burada da konuk ülke (yani “üst başlık”) Türkiye’ydi. Bu nedenle bugüne kadar, bizim müzik endüstrisi tarafından (diyelim ki, Cannes’da yapılan MIDEM kadar) ilgi gösterilmemiş Popkomm’a azami ilgi (ve elbette “boy”) gösterildi bu yıl.
Popkomm’un beşincisi 7 Ekim Salı sabahı, yapılan bir basın toplantısı ile başladı. Popkomm yetkililerine, MESAM Başkanı Ali Rıza Binboğa ve MÜYAP Başkanı Bülent Forta da eşlik etti.
Forta, ülkemiz müzik pazarının bugününü özetledi ve dünya pazarı içindeki yeri ile ilgili olarak, muhtelif istatistiklerden söz etti, rakamlar verdi.
Binboğa da, kurulduğu yıldan başlayarak, telif alanında sürmekte olan başıbozukluğa bir fren koymuş olan MESAM’ın yaptıklarından ve
Silme “kızlar” ya da “erkekler”den (tabii, mutlaka güzel-mutlaka yakışıklı olmaları şartıyla) oluşan gruplar kurma-oluşturma fikri eski olmasına eskidir. Ama son 10-15 yılda “vazgeçilmez” hale geldiği de, herkesin malumu.
“Klip”in en baş köşeye kurulduğu bir “çağ” için, gayet normal bir gelişme bu. “Yüz” (ya da görüntü) müziğin önüne geçmişse artık, yapacak fazla bir şey yoktur.
Yapılacakların başında gelen de böyle bir şeydir işte. Kızları ya da erkekleri ya da her iki “cins”i birden dizersiniz yan yana; saçlarının her teli, yüzlerinin her milimi, göbeklerinin her hücresi üzerinde takıntılı mı takıntılı bir biçimde durursunuz, süsler de süslersiniz ve “Hadi bakalım,” dersiniz; “görücüye çıkıyorsunuz.”
Çıkar onlar da. Beğenen beğenir, alan alır.
Bu tür (“grup” demeye dilimiz varmıyor) “proje”lerin önde gelenlerinden Hepsi’nin “Şaka” (Stardium) adlı yeni albümleri,
Ebru Aydın’ı hatırlar mısınız? Hemen hemen her şeyin-herkesin (iyi-kötü) kendine yer bulabildiği Ekşi Sözlük’e bakılırsa, bu hem tatlılar tatlısı, hem de güzel sesli genç yorumcuyu pek hatırlayan kalmamış.
Çok az şey yazılmış hakkında, 2000’lerin bu hop oturup hop kaldıran “mecra”sında.
“Böyle bir şarkıcı kız vardı...” demiş “vinyl” kod adlı “bi’ arkadaş”; ardından da, “yakında ‘müsaadenizle’ isimli albümü çıkacaktır” demiş, muhtemelen şarkıcının çevresinden bir başkası.
Bu kadar. Belki “Müsaadenizle” (DMC) adlı yeni (albüm değil ama) single, Aydın’ın “ekşi” satırlarını-sayfalarını coşturacaktır. Ne de olsa, alternatif-malternatif, bu sözlük-kaynak da, günün popüler eğilimlerinden alıyor asıl gücünü; ekran(lar)daysanız, oradasınız da. Değilseniz, orada da değilsiniz.
Aydın’ın yeni şarkıları, 90’ların ikinci yarısında (yanılmıyorsak 1998 yılında) “Son Verdim” adlı albümüyle, ağızlarına bir parmak bal
Zeynep Casalini birkaç yıl önce ilk albümünü yayınlar ve biz hayranlarına “Nihayet” dedirtirken, çok da fazla değildi sayımız. Bayağı azdık.
Bir “star”ın arkasında vokal yaparken bakakalmıştı ona kimimiz; “bu ne ses, bu ne gırtlak,” diye hayret etmişti ve “keşke öne, daha öne çıksa,” diye dilemiş-düşünmüştü.
Bir kısmımız ise Casalini’yi artık öne de çıktığı zamanlarda tanıdı. Bu grubun da tepkisi aynıydı: “Bu ne süper ses Allahım!”
Zaman geçiyor, bilenler bilmeyenlere anlatıyorken, Casalini’nin henüz kendi adıyla tek bir şarkısı olmamasına rağmen, peşinden sürüklediklerinin sayısı artıyordu.
Ve bu durum, müzik dünyamızın en düzgün, en temiz, en farklı çalışan firmalarından TMC’nin dikkatini çekti, Casalini’yi çatısının altına davet etti. Etti ve “Nihayet” dediler birlikte.
Çok düşünülmüş bir “ilk eser”
Farklı “toplama” albümlerin arka arkaya yayınlanması, dahası çok ilgi görüp listeleri parsellemesi, bu tür albümlere de büyük bir ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor.
Cebimizde paramız az-çok azken, artık yalnızca bir, bilemediniz iki şarkısı bize uyacak albümlere yaslanmak istemiyoruz.
DJ’lerin derlediği bu tür albümler, bu iş için biçilmiş kaftan işte. Her albümü madem alamıyoruz, bu tür şarkıların çaldığı yerlere madem gidemiyoruz, o zaman ne çalar-ne dinlerler, bari onu bilelim diyor ve paraya kıyıyoruz. Özhan Özal’ın “Dejavu In Istanbul” (Yeni Dünya) albümü, bu aralar yayınlanan bu tür albümlerin güzel bir örneği.
İlginç bir albüm; çok da sürprizi var. DJ’lerin şarkılarına el atmadan duramadıkları Sezen Aksu’nun, hem de “Olmaz Olsun” gibi ilk dönem başyapıtlarından biri, “radio edit” ve “club mix” adlı iki versiyon halinde yer bulmuş kendisine.
Sevelim sevmeyelim, eleştirelim-yerin dibine geçirelim