“Dolunayın şarkısı cesaret diyordu, vazgeçme diyordu yıldızlardan” diyor Almora’nın eli-kolu-ayağı olan Soner Canözer; “Kıyamet Senfonisi” (Eznora) adlı albümü açan şarkı “Ay Işığı Savaşçısı”nda.
Buralardan çok, “kadim diyarlar”ın müziğini yapan bir grup Almora. Zengin, çok zengin “senfonik yapı”, daha ilk nefes ile birlikte dinleyeni Ursula K. Le Guin’in “Yerdeniz”lerine ya da Tolkien’in topraklarına götürüyor.
2000’li yılların başlarında kuruldu Almora. Arka arkaya yayınladıkları albümleri ve bu albümlere paralel olarak yaptıkları sahne çalışmaları-verdikleri konserler ile, “zor beğenir” rock dinleyicisinin kalbine kolaylıkla taht kurdu.
Daha ilk günlerinden itibaren, bizim buralardan bir grup ya da isim ile mukayese edil(e)mediler.
Adettendir ya, “Şunun gibi” deriz, ya da “şuna benziyor...” Hem kendimizi “Anladık-kavradık işte!” diye rahatlatmanın bir yoludur bu, hem de “biz anlarız-ederiz...” diye (sözde çaktırmadan) övünmenin.
Ama en bilgicimiz, en görmüş geçirmişimiz bile Almora dendi mi zorda ya da darda kalmıştır.
Çünkü dinlenen şeyin önce bir bütün olarak algılanması, sonra da “cümle içinde kullanmak” yerine geçecek bir şekilde, daha önceki deneyimlerle oluşturulmuş “hazne”ye eklenmesi-yerleştirilmesi gerekmektedir.
Ve bu “eylem”in herhangi bir aşamasında, çok rahatlıkla duvarların birine çarpılabilir ya da suyun dibi boylanabilir.
Uykusuzluk senfonisi
Çünkü reçetesi-formülü olmayan bir gruptur Almora.
Notalarını-dizelerini “hap”lar halinde kutulara doldurup sürmez önümüze. Bin bir bilinmeyenli bir denklem gibidir bu şarkılar ve bu şarkılarla örülerek oluşturulmuş sound.
Grubun hem her albümü bir öncekinden (ve muhtemelen, bir sonrakinden de) farklıdır, hem de her albüm bir şekilde birbirine eklemlenir ve “senfonik rock” üst başlığı ile kabul görmüş grubun sound’unu daha güçlü, daha sağlam bir hale getirir.
Son albüm “Kıyamet Senfonisi” de böyle.
Bu sefer dikkati ilk elde çeken şey, her zamankinden zengin vokaller. Albümün “Yerdeniz”i üzerinde yükselen vokaller, bir yandan Pink Floyd’un “duvar”ına, eşi benzeri olmayan bir “tuğla” daha yerleştirildiği duygusunu yaşatıyor dinleyene, bir yandan da “ulvi” bir yolculuğa çıktığını düşündürüyor.
Ne kadar zor ve ne kadar mümkün olmayan bir şeydir bu.
“Şeydi” ya da.
“Geçmiş zaman”a geçmek gerek, çünkü Almora bunu yapabilmiş; yeniden ve bir kera daha.
Söz ver, çöz ver
Feridun Düzagaç da, tıpkı Soner Canözer gibi, bir “kadim zamanlar” savaşçısı.
Yaptıkları müzik, söyledikleri şarkılar arasında, hiç şüphesiz en ufak bir benzerlik ya da yakınlık yok. Bir yazıda olsun, yan yana fotoğraf çektirmiş olmalarının yegane sebebi ise, “tavır” ve “duruş”ları.
Gelmiş geçmiş en muhteşem albüm isimlerini bulup, albümlerini çağırmış Düzağaç da tıpkı Canözer gibi; “Sizin benden ne istediğiniz benim umurumda değil; ben ne istediğimi biliyorum ve onu yapacağım,” diyenlerden.
Bu da tam olarak şu demek: “Geçerli ya da popüler eğilimler ne olursa olsun, ben bildiğimi okurum; doğru bildiğimi!”
“Uykusuza Masallar” (SONY&BMG) adlı (ismi güzel, kapağı güzel, kendi güzel) son albüm de, boydan boya bu “şiar” ile damgalı.
Düzağaç, tamamen isteği dışında dallanmış budaklanmış, memleketin en uzak köşesine kadar ulaşmış “Ben kısaca F.D.” macerasından bile bozulmamış çıkabilmiş bir isim.
Onun yerinde kim olursa olsun, cebi-çantası-banka hesabı açık bekler, başarıyı “Ben kısaca şu, kısaca bu...” diye uzatır-yayar, deniz kenarında bir yerlerde ense yapardı.
Düzağaç’ın tek yaptığı şey ise işine bakmak oldu; işine yani (kendisi için de, bizim için de) olup bitenleri anlamaya-kavramaya yarayacak şarkılarına.
“Söz ver,” diyor Düzağaç; “Üzülmek için çok geç” olmadan, “söz ver...”
Almora’yı, Düzağaç’ı ve onlara benzer haysiyetli insanları-grupları dinlemek bir “varoluş” biçimidir. Onların peşinden koşmamız gerek.
Söz verelim: Söz söz söz.
GÖKKUŞAĞI
Bir gün, bir şekilde Almora ile Feridun Düzağaç’ın yolları kesişse; başka zamanların-başka diyarların bir şarkısını, birlikte çalsalar-söyleseler, KEŞKE OLSA.