Başbakan’ın 2 yüzü

18 Ocak 2015

Perşembe günü Başbakan Davutoğlu’nun gerçekleştirdiği Brüksel seyahatini takip etmek onun iki ayrı yüzünü çarpıcı bir şekilde görmek açısından çok anlamlıydı. İki ayrı etkinlikte konuştu Başbakan. Önce bir otelde ‘Avrupa’nın Dostları’ ve AB Daimi Temsilciliğimiz tarafından organize edilen toplantıda yabancı gazetecilerin ağırlıklı olduğu bir topluluğa, akşam, Brüksel’den ayrılmadan önce ise oradaki Türkiyeli göçmenlere hitap etti. İki ayrı dil, iki ayrı üslup ama bir çok da ortak nokta vardı bu konuşmalarda...
İki farklı yüzünü gösteriyordu aslında bu iki konuşma Başbakan’ın. Akademisyen, daha doğrusu ‘Hoca’ yüzü gündüzkü, siyasetçi yüzü akşamki konuşmada hâkimdi. Gündüzkü konuşmayı İngilizce yaptı. Batı’ya hitap eden, dünyanın problemlerini çok sistemli bir şekilde özetleyen ve doğru sözcükleri seçen bir konuşmaydı. Mesela cemaatin devletin içindeki yapılanmasını Batı’ya hiçbir şey ifade etmeyen ‘paralel’ sözcüğüyle değil, polis ve yargıdaki gizli network diye tasvir ederek anlattı. Salondakileri etkilediğini görmemek imkânsızdı. Soru-cevap bölümünde yöneltilen sorulardan bunu görmek mümkündü. Akşamkinde ise tam bir siyasetçiydi Davutoğlu. Uzun ve herkesi coşturan bir selam

Yazının Devamı

Fransa 64 kişiyi sosyal medya yüzünden tutukladı

17 Ocak 2015

Geçen haftaya çok önemli Avrupa temasları sığdırdı Başbakan Ahmet Davutoğlu. Paris ve Berlin ziyaretleri ayrı bir öneme sahipti. Charlie Hebdo saldırısından sonra o fotoğrafta olmak Müslümanları böyle çirkin bir provokasyon üzerinden marjinalize etmek isteyen çevrelere en net cevaptı. Bu ziyaretlerin ardından perşembe sabahı da Brüksel’e doğru yola çıktı Davutoğlu. Ve Başbakan olarak ilk kez AB’nin başkentine gelerek bir güne AB’nin liderleri ile kritik görüşmelerin yanı sıra Avrupalı ve Türk gazetecilere hitap ettiği bir konferans ile oradaki Türkler için çok kalabalık ve hareketli bir miting de sığdırdı. Dönüş yolculuğunda uçakta iki saate yaklaşan bir sohbet yaptık Başbakan’la. O sohbetten çıkan notlar şöyle:

Brüksel temaslarınız nasıl geçti?

Avrupa Konseyi Başkanı Polonyalı Donald Tusk’a “Bizi Viyana’da siz Polonyalılar durdurdunuz, bu sefer Brüksel kapısını siz açacaksınız” dedim.
AB-Türkiye ilişkileri Kıbrıs, Suriye, Ukrayna konuları görüşüldü. Dış politikadan sorumlu Federica Mogherini ile de aynı şekilde kapsamlı bir görüşme yaptık.

‘İçine kapanıyor’

Bugün Avrupa’da Türkiye’ye yakın bir ekip işbaşında fakat Brüksel’e sinmiş genel bir hava var. Artık kar

Yazının Devamı

Kanser

11 Ocak 2015

Dünyanın üzerine kara, kapkara bir bulut gibi çöken nefretin dili, vahşetin çağrısı, barbarlığın övgüsüyle karşı karşıyayız. Charlie Hebdo’ya yapılan ve insanı insanlığından utandıran saldırı bir başlangıç değil. Maalesef sürpriz de değil. Dünyanın şimdiki gibi olmasının doğurduğu bir sonuç. Biriken öfkenin sebep olduğu ur kansere döndü. Kanser öldürüyor. Ve öldürdükçe oluşan panik Müslümanları bu günün zencileri haline getiriyor.
Bu barbarlığın bizatihi üreticisi El Kaide ve IŞİD gibi yapılar hariç herkes saldırıyı kınıyor da... Bu yeterli mi? Dünya şimdi olduğu gibi olmaya devam ettikçe kınamışsın kınamamışsın ne yazar? Bir şeylerin artık değişmesi, en azından sorgulanması gerekmiyor mu?
Dünya medyası Paris’te yaşananlarla çalkalanıyor. Yüzlerce yazı çıkıyor dört bir yanda. Elimden geldiğince ve dillerini anladığım kaynakları takip etmeye çalışıyorum. Bunlar içinde özellikle 8 Ocak’ta New York Times’ta Andrew Husset imzasıyla çıkan ‘French Humor, Turned into Tragedy’ başlıklı yazıyı ufuk açıcı buldum. Zira Husset uzun uzun Charlie Hebdo’nun simgelediklerine değinirken, 68 kuşağının protest ruhunu hatırlatırken, yaşamını yitiren çizerlerin bu ruhun simgesi olduklarını

Yazının Devamı

Gezi olayları ve Fethullah Gülen

28 Aralık 2014

2013 yılına damgasını vuran ve özellikle 31 Mayıs’taki korkunç polis terörüyle beraber ülke çapında bir kalkışmaya dönen Gezi olaylarıyla Fethullah Gülen’in ve paralel yapının bir bağlantısı var mı? Bu konu hala çok konuşuluyor. Hükümete muhalif olduğu kadar paralel yapıya da muhalif olan Ruşen Çakır da birkaç gün önce Recep Tayyip Erdoğan’ın Gezi’deki polise sahip çıktığını ve dolayısıyla cemaatin konuyla ilgisi olamayacağını söyledi.
Bu meseleyi içeriden bilgiler de dahil olmak üzere detaylı biliyorum. Bugün bazı şeyleri ilk kez anlatacağım: Gezi’nin ilk günlerinde 31 Mayıs provokasyonunun altında Emniyet’ten tasfiye edilen polislerin parmağı var mı diye yine bu köşede sormuştum. Çünkü olay günü üst düzey bir hükümet yetkilisi ile konuşmuştum. Cemaat çevreleri sadece bu sorum üzerine bana böyle bir şeyin olamayacağını kanıtlamaya girişen mailler göndermeye başladılar. Hem ben hem Rasim Ozan AHaber’in başarılı 17 Aralık belgeselinde bu olayı anlattık. Cemaatçilerin bu tuhaf tavırları 31 Mayıs’ta İstanbul’u terörize eden o polis müdahelesinde Pensilvanya’nın talimatı olduğunu ispatlar gibiydi.
Öte yandan hükümet çevreleri ve özellikle Erdoğan’a çok yakın bazı isimler de 31

Yazının Devamı

Tahşiyecileri sorgulayan savcı kimdi, biliyor musunuz?

21 Aralık 2014

14 Aralık Pazar günü başlayan ve birçoğumuzun ilk kez duyduğu Tahşiyeciler operasyonuyla ilgili soruşturma gazetecileri de kapsadığı için Batı’dan büyük bir tepkiyle karşılaştı. Daha ne olduğunu dahi bilmeden, otomatik, aynı zamanda son derece oryantalist ve patronluk taslayan yorumlar yapıldı. Ancak ben bunun altında komplo aramıyorum. Cemaat gelişmeleri tahmin ettiği için uzun zamandır Batı’da lobi faaliyeti yapıyor. Batı da cemaatin söylediklerine inanmaya hazır, zira zaten bizzat cemaatin emniyet ve yargısının operasyonlarıyla yapılan hukuksuz tutuklamalar bir bir ortaya çıktığı için hikâye hazır. İronik bir şekilde kendi günahları üzerinden kendine koruma sağlamaya çalışıyor paralel yapı.
Buna fırsat vermemek için operasyon farklı şekilde yapılamaz mı? Zira iddialara bakınca ortada savcı-polis-hâkim üçgenini görüyoruz. Üzerinde polisin parmak izi olan silahlar var. Tamam, emniyet ayağı da soruşturuluyor ama ya yargı ayağı? Bu kanıtlar üzerinden yürüyen bir savcı ve Tahşiyecileri cezaevine gönderen bir hâkim var. Neden önce onlardan başlanmıyor? Kamuoyu neden onlar üzerinden öğrenmiyor bu hikâyeyi?
Mesela ben yargı ayağına bakınca çok ilginç bir ayrıntı yakaladım:

Yazının Devamı

Olağan şüpheliler mi yoksa?..

14 Aralık 2014

Hrant Dink’in öldürüldüğü o kara gün dün gibi aklımda. Yağmurlu, puslu bir gündü. AKŞAM gazetesinde bilgisayarımın başında röportaj çözüyordum. Bir anda yazı işleri karıştı. Televizyonların sesinin açıldığını hatırlıyorum. Ne olduğunu anlamaya çalışırken o dönem AKŞAM’ın Haber Koordinatörü olan Mehveş (Evin) yanıma gelip, “Duydun mu, Hrant Dink öldürülmüş” dedi. Önce anlayamadım. Daha bir ay geçmemişti Dink’le Agos’ta yaptığımız röportajın üzerinden. Çok konuşmuştuk gazetede o röportajı. 301’den yargılanan Hrant “Hapse girmekten çok, torunumu göremeyeceğim için korkuyorum” demişti. Nereden bilebilirdi, bilebilirdik bunun bile iyi seçenek olacağını...

17 Ocak 2007’ye kadar, o dönem oturduğum Halaskargazi Caddesi güzel görünürdü gözüme. Sonra dünya değişti sanki. O günden beri Şişli’ye mecbur kalmadıkça gidemez oldum. Evime her girişimde Dink’in cansız bedeninin sokağın ortasında yatışını görüyordum sanki. Her yer onun katillerinin nefesiyle, bakışlarıyla doluydu... Nitekim kısa süre sonra o mahalleden taşındım.

Şimdi bütün bunları hatırlamamın sebebi malum. Büyük bir utanç davası olarak sürüyor bu dava. Ancak Ogün Samast’ın geçtiğimiz hafta içinde verdiği ifade, daha

Yazının Devamı

‘Fener-Rum Patriği’ ayıbı ne zaman bitecek?

7 Aralık 2014

Papa Francis’in Türkiye ziyaretiyle hep kafamın bir köşesinde duran bir soru daha da anlam kazandı: Batı dünyasının ‘ekümenik’ olarak tanıdığı Patrik Bartholomeos’u Türkiye neden hâlâ ve ısrarla ‘Fener-Rum Patriği’ diye küçültmeye çalışıyor? ‘Yeni Türkiye’den bahsediyorsak şayet, kendine güvenen, geçmişiyle barışan ve her türlü inanca saygı gösterdiği iddiasında olan bir Türkiye’den, o zaman bu ısrar bir tezat oluşturmuyor mu?
‘Ekümenik’ sıfatını Patriğin önüne ekleyen yani ‘Cihan Patriği’ kavramını bu topraklara getiren Yavuz Sultan Selim’di. Mısır’ı fethettiğinde Antakya ve İskenderiye patrikhanelerini İstanbul Rum Patrikhanesi’ne bağlayarak Patriği de ‘ekümenik’ ilan etmişti Selim. Bu, Lozan’la değişti. Patriğin ‘Yeni Roma’nın ve Konstantinopol’ün Başpiskoposu ve Evrensel Patriği’ unvanı kaldırıldı, yerine küçücük bir semtin kilisesinin din adamıymışçasına Fener-Rum Patriği dendi. Öyle olsa Katolik dünyasının Ruhani lideri bir semt papazını mı ziyaret eder? ABD Başkanı’ndan Başkan Yardımcısına, Batılı dünya liderlerinden dünyaca ünlü sanatçılara kadar Türkiye’ye gelen birçok önemli konuk Patrikhane’ye mi gider?
Bütün Batı dünyası ve Türkiye’deki demokrat kamuoyu

Yazının Devamı

Yatacak yeriniz yok!

30 Kasım 2014

Mustafa Kara- alioğlu, Yusuf Ziya Cömert ve Mehmet Ocaktan’ın işten çıkarılmaları hadisesinin tartışılacak birçok ayağı var. Patron kiminle çalışacağına karar verme hakkına elbette sahiptir ancak yöntem bu mu olmalıydı tartışmaları epey yapıldı. Bu kararın ardından istifa eden gazeteciler de oldu. Ve Mustafa Karaalioğlu, Akif Beki’nin programına çıkarak açık yüreklilikle bütün merak edilenleri cevapladı.
Ancak benim üzerinde duracağım husus Karaalioğlu’nun nezaketen fazla girmediği bir mesele: Daha düne kadar “Türkiye’de gazeteciler işsiz kalıyor” diye feryat edenlerin ve Batı medyasında bunun üzerinden hükümeti adres gösterenlerin bu defa takındıkları tavır tek başına bir yazı konusu olmayı hak ediyor. Üç meslektaşımız işlerinden oldular ve “Gazeteciler işsiz kalıyor” diyen güruh onların işlerini kaybedişini bırakın sessizce izlemeyi alkışladı, hatta bunun üzerinden iftiralar attı ve hatta onlara hakaretler yağdırdı. Muhalif kalemler işlerini kaybettiğinde onlarla ilgili zaman zaman eleştirel hatta benim de çok yanlış bulduğum eleştiri sınırını aşan yazılar yazıldı ancak böyle bir kampanya halinde, işlerini kaybetmelerinin üzerine adeta bir “Schadenfreudeşov” olarak

Yazının Devamı