Nagehan Alçı

Nagehan Alçı

nagehan.alci@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

2013 yılına damgasını vuran ve özellikle 31 Mayıs’taki korkunç polis terörüyle beraber ülke çapında bir kalkışmaya dönen Gezi olaylarıyla Fethullah Gülen’in ve paralel yapının bir bağlantısı var mı? Bu konu hala çok konuşuluyor. Hükümete muhalif olduğu kadar paralel yapıya da muhalif olan Ruşen Çakır da birkaç gün önce Recep Tayyip Erdoğan’ın Gezi’deki polise sahip çıktığını ve dolayısıyla cemaatin konuyla ilgisi olamayacağını söyledi.
Bu meseleyi içeriden bilgiler de dahil olmak üzere detaylı biliyorum. Bugün bazı şeyleri ilk kez anlatacağım: Gezi’nin ilk günlerinde 31 Mayıs provokasyonunun altında Emniyet’ten tasfiye edilen polislerin parmağı var mı diye yine bu köşede sormuştum. Çünkü olay günü üst düzey bir hükümet yetkilisi ile konuşmuştum. Cemaat çevreleri sadece bu sorum üzerine bana böyle bir şeyin olamayacağını kanıtlamaya girişen mailler göndermeye başladılar. Hem ben hem Rasim Ozan AHaber’in başarılı 17 Aralık belgeselinde bu olayı anlattık. Cemaatçilerin bu tuhaf tavırları 31 Mayıs’ta İstanbul’u terörize eden o polis müdahelesinde Pensilvanya’nın talimatı olduğunu ispatlar gibiydi.
Öte yandan hükümet çevreleri ve özellikle Erdoğan’a çok yakın bazı isimler de 31 Mayıs konusunun cemaatçiler gibi üstünü örtme derdindeydi. Çok kritik bir isim 31 Mayıs’ta talimatı Pensilvanya’nın verdiğini söylüyordu ama özellikle Erdoğan bu bilginin yayılmasını istemiyordu. Çünkü hükümet çevreleri de aslında İstanbul Emniyeti’nin kendi kontrollerinde olmadığı gerçeğinin duyulmasını arzu etmiyorlardı. Bu, hükümetin güçsüzlüğü ve acziyeti demekti. Esasen Gezi olayları çıktığında sert ve dik duruşuna rağmen Recep Tayyip Erdoğan yapayalnız ve devlet içinde kuşatılmış bir liderdi. Dönemin İstanbul Valisi ve İstanbul Emniyet Müdürü Erdoğan ile Gülen arasında kalsa tereddütsüz Gülen tarafında yer alacak pozisyondaydılar. Peki Erdoğan bu iki adamı neden o dönem görevden alamıyordu?
Bu sorunun cevabı ayrı bir yazıyı hakediyor ama Erdoğan’ın 2013 Haziran itibariyle devlet içinde durumu bu kadar trajikti. Erdoğan’ın arkasındaki tek güç milletin çoğunluk iradesiydi. Devlet içinde esas güçlü olan Gülen’di...
Erdoğan, Haziran 2013 itibariyle 31 Mayıs provokasyonunu yapan paralel örgüte doğrudan savaş açmadı. Bunun yerine Gezi’ye giden laikçi ve solcu kitlelere savaş açmayı tercih etti. Oysa o laik ve solcu kitleler 31 Mayıs’taki polis terörü olmasa normal protesto boyutundan çıkmayacaklardı. Gezi olayları da Emek Sineması protestoları gibi meşru dairede kalacaktı. 31 Mayıs’taki polis terörü illegal silahlı örgütlere de davetiye çıkardı ve sonrasında ortalık yangın yerine döndü...
Erdoğan, Gezi’yi 27 Mayıs 1960 öncesi gibi bir laikçi-solcu kalkışma tipinde göstererek halkın çoğunluğu olan muhafazakar-sağ büyük kitleyi yanına aldı. Bu arada paralel yapının tabanı da Erdoğan’ın yanına geçti. Zaten saldırılar paralel yapının kurumlarını da hedef almaya başlamıştı. Öyle olunca paralel medya ve polis de Erdoğan’ın tarafına geçti. Erdoğan 80 yıldır ezilmiş dindar kitlelere özgüven zerkederek laikçi solcu kesimleri söylem bazında ezdi ve aşağıladı. Zaten o günden sonra laik ve sol kesim bir daha kendine gelemedi. Erdoğan nefretiyle solcu yazarların büyük çoğunluğu Fethullah Gülen’le ortak cephe bile kurdular. Ruşen Çakır ve İsmail Saymaz gibi az sayıda solcu gazeteci bu girdaptan kurtulabildi. Erdoğan ise kendini devirip içeri tıkmak isteyen polis güçleri için Destan yazdılar bile dedi...
Erdoğan’ın tabiriyle destan yazan ve Gezi’deki başarıları dolayısıyla taltif alan o paralel polis ekibi 17-25 Aralık sürecinde Erdoğan’ı içeri atmayı amaçlayan yeni darbe hamlesini başlatacaklardı...İşte Türkiye bu kadar trajik ve tuhaf bir ülke...

Haberin Devamı

Uşak’taki salonda olmayan

Haberin Devamı

Anadolu uzun bir uykudan uyanıyor sanki. Üzerindeki ölü toprağını atıyor. Küllerinden doğuyor. Bunu geçtiğimiz hafta Uşak’ta gördüm. Barışa Bak, Cengiz Alğan’ın mimarlığında bir çok gazeteci ve aydının imzacı olduğu, çözüm sürecine destek veren bir girişim. Bu girişimin destekçileri olarak geçen cuma küçük bir grup Uşak Üniversitesi’ne gittik.
Açık söylemek gerekirse İstanbul’dan yola çıkarken pek iz bırakacak bir toplantı beklemiyordum. Ancak... İzmir üzerinden uzun bir yolculuk sonunda kampüse vardığımızda ilk fark ettiğim şey heyecandı. Heyecan, ilgi ve doğum sancısı.
Rektör Sait Çelik’i tebrik etmek lazım. 2006’da kurulan üniversiteyi geliştirmek için elinden geleni yapmış. ‘Kimseye görüşlerinden dolayı ayrımcılık yapılamaz’ diyen bir rektör Çelik ve o gün karşılaştığımız salon bu cümlenin altını doldurduğunun bir kanıtı. Yeri gelmişken organizasyona destek veren Uşaklı iş adamı Hüsamettin Akkaya ve kızı Özlem Akkaya’yı da anmadan olmaz. Sayıları az olan liberal demokratlardan ikisi de...
Gelelim konferansa. Büyük bir kalabalık karşıladı bizi. Ne sırf alkışlayan ne köstek olan, hem destek hem eleştiri getiren de, tamamen inanan da, bu süreç vatana ihanet projesidir, diyen de vardı. Ama hepsi bir şeyi kanıtlıyorlardı: Çözüm süreci büyük bir ilgi, büyük bir merak konusu. Ve her görüşten insan ‘bizi de görün’ diyor.
Orada o gün Bir Gün solcularından, ülkücülere, Ak Partililer’den, HDP’lilere, Hüdapar’lılardan, CHP’lilere hemen hemen bütün Türkiye’nin bir özetini bulduk. Gördük ki 6-7 Ekim olaylarının da, Gezi’nin de bir karşılığı var gençlerde. Ama aynı zamanda 17 Aralık’ta hükümeti hedef alan dalgaya da kör değiller. Uşak Üniversitesi’nin o salonunda, o mini Türkiye fotoğrafında herkes, her görüş vardı ama paralel yapıyı savunan ya da sahip çıkan kimse yoktu. Cemaat bu savaşı çoktan kaybetmiş. Aynaya baksa aksi dışında arkasında bir boşluk olduğunu görecek. Çünkü toplumu aldatamıyorsunuz. Sahici değilseniz anca Batı’yı bir süreliğine oyalayabiliyorsunuz. O kadar...