Perşembe günü Başbakan Davutoğlu’nun gerçekleştirdiği Brüksel seyahatini takip etmek onun iki ayrı yüzünü çarpıcı bir şekilde görmek açısından çok anlamlıydı. İki ayrı etkinlikte konuştu Başbakan. Önce bir otelde ‘Avrupa’nın Dostları’ ve AB Daimi Temsilciliğimiz tarafından organize edilen toplantıda yabancı gazetecilerin ağırlıklı olduğu bir topluluğa, akşam, Brüksel’den ayrılmadan önce ise oradaki Türkiyeli göçmenlere hitap etti. İki ayrı dil, iki ayrı üslup ama bir çok da ortak nokta vardı bu konuşmalarda...
İki farklı yüzünü gösteriyordu aslında bu iki konuşma Başbakan’ın. Akademisyen, daha doğrusu ‘Hoca’ yüzü gündüzkü, siyasetçi yüzü akşamki konuşmada hâkimdi. Gündüzkü konuşmayı İngilizce yaptı. Batı’ya hitap eden, dünyanın problemlerini çok sistemli bir şekilde özetleyen ve doğru sözcükleri seçen bir konuşmaydı. Mesela cemaatin devletin içindeki yapılanmasını Batı’ya hiçbir şey ifade etmeyen ‘paralel’ sözcüğüyle değil, polis ve yargıdaki gizli network diye tasvir ederek anlattı. Salondakileri etkilediğini görmemek imkânsızdı. Soru-cevap bölümünde yöneltilen sorulardan bunu görmek mümkündü. Akşamkinde ise tam bir siyasetçiydi Davutoğlu. Uzun ve herkesi coşturan bir selam bölümü, Brükselli göçmenleri cesaretlendiren bir sahiplenme mesajı, yeni açıklanan aile paketi hatırlatılarak ‘güçlü Türkiye’ göndermesi... Tam bir miting havasındaydı bu konuşma. Zaten önceden Davutoğlu’na yazılmış ‘Davutoğlu bir yiğit adam, bir mert adam’ diye başlayan şarkı, coşku, bayraklar, ışıklar seçim sürecine girildiğini anlatıyordu.
İki farklı yüz, iki farklı konuşma... Ancak her ikisinde de ortak özellikler vardı: Doğaçlamaydı, uzundu, konuyu bölerek, numaralandırarak anlatıyordu, büyük bir özgüven ve kimlik bilincine işaret eden bir çerçeve çiziyordu ve asla taviz vermiyordu. Belli ki Başbakan giderek siyasete daha çok ısınıyor. Akademisyen şapkasını aynen koruyarak, bu şapkadan beslenen siyasetçi şapkasını ortaya çıkarıyor.
Müteşebbislere düşmanlık
Başbakan Davutoğlu ile uçakta ekonomi bahsi de açıldı. Türkiye’de iki yıldır ekonomik büyüme konusunda sıkıntı var. Halbuki bizim için en önemli meselelerin başında geliyor bu. Kişi başı milli gelirimiz 10-11 bin dolar civarında tıkandı. 2023 hedefinin 25 bin dolar olduğunu yeniden hatırlamak şart. AK Parti’nin yeni reformist yasalarla Türkiye’yi bir finans ve yatırım merkezi haline getirmesi zorunlu. 2013’e kadar Türkiye’nin iktisadi büyümesi ve yatırımlar hız kesmeden devam ediyordu. Fakat son 2 senedir tablo parlak değil. Gezi olaylarından bu yana Türkiye’nin kimyası bozuldu. 17-25 Aralık operasyonları ile de refah yaratan müteşebbislere düşmanlık moda oldu. Yatırım yapmaya korkar hale gelindi. Özellikle Türkiye’nin lokomotifi inşaat sektörü saldırıların hedefine yerleşti. Hele AVM yatırımı yapanlar sanki ağır suç işliyorlar...
Oysa başta İstanbul olmak üzere tüm Türkiye’nin 1960-2000 döneminde yapılmış çürük ve çevreyi kirleten binalardan kurtulmaya ve yeni ev ve ofis üretilmesine ihtiyacı var. Bu yatırımlar çevreyi ağaçlandırma faaliyetleriyle atbaşı gitmeli. Zaten bu konuda yasal zorunluluk da var. Konut ve AVM inşaatı yapan firmalar otopark, yeşil alan ve sosyal tesis de üretmek zorunda. Gelin bu yasanın uygulanmasını hep beraber denetleyelim ama üretime düşmanlık Türkiye’ye düşmanlıktır.
AVM’lerden çıkmayan ve gökdelen rezidanslarda oturan kimi gazeteciler bile sırf Erdoğan düşmanlığı uğruna alışveriş merkezlerine ve gökdelenlere muhalefete başladılar. Böyle bir atmosferde zaten kıt olan sermaye ülkeden kaçıyor.
Türkiye’nin bu noktaya getirilmesinde istikrarsızlaşma isteyen paralel yapının çok büyük payı var. Bu yapı tüm işadamlarını korkutan bir örgüt haline geldi. Ali Ağaoğlu, İbrahim Çeçen, Nihat Özdemir, Sezai Bacaksız, M. Hamdi Kıroğlu, Nuri Özaltın, M. Latif Topbaş, Mehmet Cengiz, Ömer Faruk Kalyoncu ve daha birçok işadamı hedefteydi. Paralel yapının planı hayata geçse bu isimler tutuklanacak ve mal varlıklarına el konulacaktı. Üçüncü köprü, üçüncü havalimanı ve Kanal İstanbul gibi Türkiye’yi zenginleştirecek dev projeler engellenecekti. Bu hedefe ulaşılamadı ama Türkiye’nin de kimyası bozuldu. Artık yeniden şahlanmak zamanı. Müteşebbislere düşmanlık eden hiçbir ülke zenginleşmemiştir. Türkiye yabancıların da akın edeceği bir yatırım iklimi kurmak zorunda. İstanbul finans açısından Londra’daki serbest ortamı örnek almalı. İşadamları da birbirine ve siyasete düşmanlık etmeyi bırakmalı. Hükümet ise ancak liberal ekonomi ve liberal demokrasi yoluyla ‘Büyük Türkiye’ye ulaşabileceğimizi unutmamalı...