Mustafa Kara- alioğlu, Yusuf Ziya Cömert ve Mehmet Ocaktan’ın işten çıkarılmaları hadisesinin tartışılacak birçok ayağı var. Patron kiminle çalışacağına karar verme hakkına elbette sahiptir ancak yöntem bu mu olmalıydı tartışmaları epey yapıldı. Bu kararın ardından istifa eden gazeteciler de oldu. Ve Mustafa Karaalioğlu, Akif Beki’nin programına çıkarak açık yüreklilikle bütün merak edilenleri cevapladı.
Ancak benim üzerinde duracağım husus Karaalioğlu’nun nezaketen fazla girmediği bir mesele: Daha düne kadar “Türkiye’de gazeteciler işsiz kalıyor” diye feryat edenlerin ve Batı medyasında bunun üzerinden hükümeti adres gösterenlerin bu defa takındıkları tavır tek başına bir yazı konusu olmayı hak ediyor. Üç meslektaşımız işlerinden oldular ve “Gazeteciler işsiz kalıyor” diyen güruh onların işlerini kaybedişini bırakın sessizce izlemeyi alkışladı, hatta bunun üzerinden iftiralar attı ve hatta onlara hakaretler yağdırdı. Muhalif kalemler işlerini kaybettiğinde onlarla ilgili zaman zaman eleştirel hatta benim de çok yanlış bulduğum eleştiri sınırını aşan yazılar yazıldı ancak böyle bir kampanya halinde, işlerini kaybetmelerinin üzerine adeta bir “Schadenfreudeşov” olarak yapılmadı bu. Bir de tabii onlar “Gazeteciler işsiz kalıyor” iddiasını da dillendirmiyorlardı.
Bu üç ismin işlerini kaybetmeleri üzerinden bir kısım gazeteci içlerindeki canavarı çıkardı adeta. Böyle bir hoyratlık, acımasızlık, öfke.. Hele yakın zamana kadar bu isimlerle hukuku olan, onlarla arkadaşlık edip şimdi en ucuz yakıştırmaları bir de ikonlarla süsleyenler yok mu...
Bu tablo maalesef ülkemizde hiçbir konuya ilkesel olarak yaklaşılmadığının tartışmasız bir kanıtı. Bunca zamandır kopan yaygara “Türkiye’de gazeteciler işlerini kaybediyor” naralarının Türkçesi şu: Bu ülkede vicdan yoktur, güç mücadelesi vardır!
Devlet Bahçeli Dersim’e neden gitti?
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, Başbakan Davutoğlu’nun sözlerini bahane gösterip bir meydan okuma görüntüsünde Dersim’e gitmesi bir hesaba dayanıyor. Benim açımdan büyük bir acının yaşandığı, insanların kimliklerinden dolayı kıyımdan geçirildiği ve yıllarca devlet tarafından düşman görüldüğü bir coğrafyada yaşatılan zulümleri bağıra bağıra inkâr eden bir konuşma yapmak ve bu zulümlerin gerekçesi olan “oranın insanını zorla Türkleştirme” politikasını hatırlatırcasına konuşmayı “Ne mutlu Türk’üm diyene” diye bitirmek en hafif tabiriyle ayıp, provokatif, vicdansız bir tavırdır. Maalesef bu ayıp yaşandı ve hepimizin gözüne sokuldu. Gelin nedenine bakalım... Elbette Bahçeli’nin bir hesabı var. Akıllıca yapılmış bir hesap...
Devlet Bahçeli Dersim’e gidip inkârcı resmi tezleri tekrar ederek, hem kendi tabanını, hem CHP’nin ulusalcı Kemalist tabanını, hem Sözcü gazetesi okurlarını, kısacası milliyetçi ve ulusalcı cepheyi fethetti. Dersim için özür dileyen CHP Genel Başkan yardımcısının ulusalcı tabanda yarattığı öfkeyi teskin etti. (Zaten Sözcü’nün dünkü sayısına bakarsanız manşette gülen bir Bahçeli fotoğrafı ve gazeteye verilmiş özel bir demeç görürsünüz.)
Bahçeli bir yandan “yenilenme, demokratikleşme” iddiasında olan, öte yandan ise ulusalcı tabanını kaybetmek istemeyen çelişkili ve kakafonik CHP’nin zayıflıklarına oynuyor. Bu MHP’ye kazandıracak bir tavır. Ulusalcı oylarda kaymalar olacak. Cuma günü insanlık kaybetti ama maalesef siyasi hesap kazandı.