Hrant Dink’in öldürüldüğü o kara gün dün gibi aklımda. Yağmurlu, puslu bir gündü. AKŞAM gazetesinde bilgisayarımın başında röportaj çözüyordum. Bir anda yazı işleri karıştı. Televizyonların sesinin açıldığını hatırlıyorum. Ne olduğunu anlamaya çalışırken o dönem AKŞAM’ın Haber Koordinatörü olan Mehveş (Evin) yanıma gelip, “Duydun mu, Hrant Dink öldürülmüş” dedi. Önce anlayamadım. Daha bir ay geçmemişti Dink’le Agos’ta yaptığımız röportajın üzerinden. Çok konuşmuştuk gazetede o röportajı. 301’den yargılanan Hrant “Hapse girmekten çok, torunumu göremeyeceğim için korkuyorum” demişti. Nereden bilebilirdi, bilebilirdik bunun bile iyi seçenek olacağını...
17 Ocak 2007’ye kadar, o dönem oturduğum Halaskargazi Caddesi güzel görünürdü gözüme. Sonra dünya değişti sanki. O günden beri Şişli’ye mecbur kalmadıkça gidemez oldum. Evime her girişimde Dink’in cansız bedeninin sokağın ortasında yatışını görüyordum sanki. Her yer onun katillerinin nefesiyle, bakışlarıyla doluydu... Nitekim kısa süre sonra o mahalleden taşındım.
Şimdi bütün bunları hatırlamamın sebebi malum. Büyük bir utanç davası olarak sürüyor bu dava. Ancak Ogün Samast’ın geçtiğimiz hafta içinde verdiği ifade, daha doğrusu değiştirdiği ifade bambaşka, çok vahim iddialar içeriyor.
Ben de Ali Bayramoğlu’nun Yeni Şafak’ta yazdığı gibi, bu ifadedeki iddiaların sonuna kadar ancak temkini de elden bırakmayarak araştırılması gerektiğini düşünüyorum. Samast’ın ifadesi Nedim Şener’in de dediği gibi tek başına delil olmaz ama tamamlayıcı delil olabilir. Maalesef her şey gibi Hrant davası da araçsallaştırıldı. Buna en azından şu aşamadan itibaren izin vermemeliyiz. Öte yandan, bu klişe cümleyi yazmak kolay da şayet Samast’ın iddiaları kanıtlanabilirse son 7 yıldır insan hayatı dahil her şeyin büyük bir oyun kurmadaki detay olduğu bir fantezi ülkesinde yaşamışız demektir.
Ogün Samast’ın iddialarından çıkan sonuç şu: Bu ülkede derin bir Ergenekon yapılanması vardı ve bu yapılanma Dink cinayeti ve daha birçok karanlık olaya ortam hazırlıyordu ancak bu gün paralel yapı dediğimiz bir nevi neo-Ergenekon olan bir yapı eski yapıyı tasfiye etmek için onların yarattığı ortamı kullandı ve onlar adına suç işledi. Onlar dediğimiz MİT, Jandarma, Genelkurmay ve Emniyet’in içindeki Ergenekon bağlantılarıydı. Dolayısıyla, bu cinayete İsmail Saymaz’ın uygun gördüğü ‘Milli Mutabakat Cinayeti’ demek bence de en doğrusu. Zira ortamı hazırlayan herkes elbette Dink’in ölümünden sorumlu. Yargılanmalı ve hukukun gerektirdiği en ağır cezayı almalılar.
Farklı odaklar mı? Ancak... Dananın kuyruğu tam da bu noktada kopuyor. Cinayeti çözecek olan, esas aydınlanması gereken noktada... Soru şu: Bu cinayetin ortamını hazırlayanlar ile bu cinayeti planlayıp gerçekleştirenler farklı odaklar mı? Yani Ergenekon, medyanın da katkısıyla Hrant’ın öldürülmesi için zemini yaptı, cemaatin emniyetteki uzantıları bu zeminden yararlanıp cinayeti o zemini yaratanların üzerine atmak için mi işledi? Samast’ın ifadesinden yola çıkarak davanın seyrine yeniden baktım. Burada öncelikle a-Haber’de birlikte yaptığımız programda arkadaşım Hilal Kaplan’ın yakaladığı bir ayrıntıdan bahsetmem gerek.
Erhan Tuncel Ocak 2012’de Dink davasından beraat etmeden birkaç gün önce Zaman gazetesinin sorularına mektupla cevap veriyor ve bu cevap beraat kararının hemen ertesinde yayımlanıyor. Şöyle diyor o mektupta Tuncel: “O dönemde (2007) Ergenekon’a dokunan yanıyordu. Ramazan Akyürek ve Ali Fuat Yılmazer Türkiye’nin en karanlık noktasına projektörü tuttu. Bu iki isim cinayetin mağdurudur...” Yani Ogün Samast’ın değişen ifadesinde işaret ettiği bu iki ismi adeta aklamak için kaleme alınmış bir mektup Erhan Tuncel’in beraatının hemen ardından Zaman’da yayımlanıyor. Ancak sonra çok tuhaf bir şey oluyor. Yargıtay beraat kararını Mayıs 2013’te bozunca, Erhan Tuncel Aralık 2013’te uzun bir süredir talep ettiği tanık koruma programına alındığını söylüyor ve çıktığı ilk duruşmada şu cümleleri sarf ediyor: “Karşımızda polis yok. Bir cinayet şebekesi var. Ben hepsine iyilik ettim. Hepsinin ortak özellikleri yalancı oldukları ve adli mercileri yanıltmalarıdır. Cinayet çetesinin Ali Fuat ve Sabri Uzun ölüm ihbarı yapmamış ve yanlış rapor düzenlenmiştir. Ali Fuat ve Ramazan Akyürek çetenin üzerindedir. Beni bir numaralı sanık yapıp kendilerini saklamıştır...” Tuncel’in bu sözleri Ogün Samast’ın değişen ifadesiyle paralellik içeriyor. Samast da Akyürek ve Yılmazer’i işaret edip, bu güne kadar konuşamamasının gerekçesi olarak daha önce tehdit edilmesini ve bu isimlerin artık zarar verecek konumda olmamasını gösteriyor.
Dava Türkiye’nin onur davası. Ocak 2014’ye dosyayı Muammer Akkaş’tan alan savcı Murat İnam’a ve mahkemeye büyük görev düşüyor. Bu ülke karanlıklara teslim mi olacak yoksa kirli milli mutabakatları mahkum mu edecek? Bu sorumluluğun yükü onların omuzlarında...