New York Times’ın yazısı

15 Mart 2015

New York Times dün bir başyazı yayımladı. Türkiye açısından son derece negatif, keskin ve bence üzerinde durulup, argümanların tartışılması gereken bir başyazı. Son dönemlerde Batı basınında son derece yaygın bir anti Erdoğan havasının mevcut olduğu malum. Özellikle Gezi’den beri Türk hükümetiyle ilgili neredeyse çıkan tek bir olumlu haber yok. Ancak durum böyle diye konuya duyarsızlaşmak ya da yazılanları geçiştirmek olmaz. Zira bence hükümet bu alanı aşırı boş bıraktı. Önemsemedi ve ‘ne derlerse desinler’ kıvamına geldi. Halbuki bence bu büyük bir yanlış. Bu tavır içeride iş yapar da sizin kendinizi dünyaya anlatma meselesini bu kadar boşlamamanız lazım. New York Times gibi bir gazete Türkiye aleyhinde tonu çok sert bir başyazı yayımlıyorsa bu yazının üzerinde durmak ve argümanları tartışmak gerek...
Yazının başlığı ‘Türkiye NATO’dan kopuyor mu?’. Esas itibarıyla üç argüman üzerinden Türkiye’nin NATO’ya mesafe aldığı tezi ileri sürülüyor yazıda. Birinci tez Türkiye’nin IŞİD konusunda ABD ile yeterince işbirliği yapmadığı. Bu tez zaten aylardır ileri sürülüyor. Ancak işin tuhafı yazıda somut bir bulgu ya da yeni bir şey yok. Yalnızca ‘Zaten uzun sınırını kapatması

Yazının Devamı

Yalanlarınız batsın!

8 Mart 2015

Çok bakımlı, çok güzel, çok genç ve hayat dolu bir insandı Yelda Kahvecioğlu. Onu geçen pazardan itibaren ‘Ünlü diyetisyen evinde ölü bulundu’ haberleriyle tanıdı bütün Türkiye. Alımlı bir kadın fotoğrafı ve bir ölüm. Aniden. Evinde, yatağında bulunan cansız bir beden. Basının üzerine atlayacağı türden bir haber.
Atladı da... Neler yazılmadı ki Yelda’nın ardından. Utanmadan ‘Aşk krizi mi, kalp krizi mi’ manşeti atanları mı istersiniz, ‘Şok diyet’ diyenleri mi... İntihardan bahsedenleri mi, Twitter mesajlarına bakarak senaryo yazanları mı... Uyuşturucu iddialarını mı, kolunda enjeksiyon izi bulundu yalanını mı, ağzında kırmızı leke vardı safsatasını mı...
Her türden çirkinlik yaşandı gencecik bir insanın cansız bedeninin üzerinden.
Mesleğimden utandım.
Klavyenin ucunun bir insana, onun ailesine, bıraktığı mirasa dokunacağını düşünmeyen o makineleşme halinden utandım.
İnsan olmaktan utandım.
Yelda’nın cenaze namazı kılınırken arkamda büyük bir iştahla ölümü hakkında çeşitli senaryolar üreten kadınlardan, öldüğü günün ertesinde ofisini arayarak ‘Yelda Hanım olmadığına göre biz bundan sonra nasıl devam edeceğiz’ diye soranlardan, ‘ödemeyi toplu yapmıştık, bize borcunuz

Yazının Devamı

28 Şubat’ın iki yüzü

1 Mart 2015

Tuhaf ama tutarlı bir tesadüf olsa gerek, dün yani 28 Şubat’ın 18. yıldönümü ikinci bir açıdan daha not düştü tarihe. HDP heyeti ve Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan arasında geçen görüşmeden Abdullah Öcalan’ın PKK’ya yönelik silah bırakma çağrısı çıktı.
28 şubat bundan böyle utandığımız bir geçmişi çağrıştırdığı kadar, mutlulukla hatırlayacağımız bir günü de sembolize edecek gibi görünüyor... Bu gün mağdur edilen iki kesimin, dindarların ve Kürtlerin inisiyatifiyle yeni bir Türkiye’nin kurulmasına öncülük edecek bir gün olarak da geçecek tarihe.

Cehaletle gurur duymak
Ancak utandıran günler unutulmamalı. Çok değil, 18 yıl önce bu ülkede toplumun yüzde 50’sine, 60’sına düşman daha doğrusu onların yaşamlarına ve değerlerine kör cahil olan ve bunu bir gurur vesilesi kabul eden bir medya, Genelkurmay, yargı ve akademi ağı olduğunu bilmek, nereden nereye geldiğimizi görmek gerek.
Lacivert Dergisi çok güzel bir 28 Şubat arşiv çalışması yapmış. Ondan aldığım ilhamla o günlere bir yolculuk yaptım. Bazı şeyleri hatırladım, bazı şeyleri de ilk kez gördüm, zira o dönemde toplumun bir kesimi düşman ilan edilerek kovalanırken bir kesimi yaşananlardan haberdar dahi değildi. Ben

Yazının Devamı

Tsunami

22 Şubat 2015

‘Emniyet Genel Müdürlüğü Asayiş Daire Başkanlığı’nca hazırlanıp İçişleri Bakanlığı’nca valiliklere gönderilen genelgeye göre, polis tüm illerde asayiş uygulamaları yapacak... Üzerinde bıçak, sopa gibi kesici, delici ve yaralayıcı alet bulunduranlara Kabahatler Kanunu’na göre işlem yapılacak ve 189 lira para cezası uygulanacak...’
2014 Eylül’ünde ajanslara geçen bir haberdi bu. Bıçak gibi, sopa gibi saldırı aleti taşıyanlarla ilgili denetim... Polis arar da bulursa cezası 189 lira... Gerekli görürse bir de savcı uygun görürse gözaltı da var... Sizce bu yeterli mi?
Geçtiğimiz hafta Türkiye büyük bir infial yaşadı. Gencecik Özgecan tecavüze uğrayıp elleri ona saldıran manyak tarafından bıçakla kesildi. Üzerinden birkaç gün geçti, gazeteci Nuh Köklü kartopu kavgası gibi aptal bir hadiseyi ayırmak isterken bir esnaf tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Ege Üniversitesi’nde kavga çıktı, bir öğrenci bıçaklandı ve yaşamını yitirdi.
Özgecan’ın minibüsüne bindiği o cani bıçak taşıyordu. Nuh Köklü’yü sapıkça bıçaklayan esnaf ve Ege Üniversitesi’nde kavga edenler de öyle. Bıçak onların hayatlarının bir parçasıydı.
Ve bu maalesef sadece onların rutini değil. Etrafınıza bakın. Dikkatli

Yazının Devamı

O eli sıkmayacaktınız Sayın Cumhurbaşkanı!

15 Şubat 2015

Cumhurbaş-kanı Erdoğan’ın Latin Amerika gezisi beni 2012 yazına götürdü. O yaz Meksika-ABD ve Küba’yı kapsayan bir seyahate çıkmıştık Rasim’le. Sırt çantalarımızı hazırlamış ve bir ay boyunca, plan yapmadan, spontane dolaşmıştık Amerika’da.
Cumhurbaşkanı, Mexico City’de basın toplantısı yaparken ben dev Zocalo meydanını, Frida Kahlo’nun rengârenk ama aynı zamanda hüzünlü dünyasını yaşatan evini, karanlık çöktükten sonra şehirde yaşadığımız tedirginliği, mariachi'lerin şarkılarını ve yağmurlu bir sabaha karşı Vera Cruz otobüsüne yetişmek için bindiğimiz takside nasıl korktuğumuzu hatırladım.
Cumhurbaşkanlığı heyeti Küba durağındayken, Havana’nın tecavüze uğramış çok güzel bir kadına benzettiğim sokakları teker teker gözümün önüne geldi. Ne büyük bir sömürü, ne korkunç bir tiyatro sahnesi görmüştük Küba’da. Yokluğu ve sefaleti paylaştıran bir zihniyetin dünyaya nasıl bir sempati malzemesi olarak pazarlandığına, Kübalıların turistlerin dünyasıyla hiç kesişmeyen paralel dünyalarına, sokaklarına, lokantalarına, para birimlerine ve hatta paralel rom ve purolarına şahit olmuştuk.

Castro’nun toplama kampları
Bu gün ‘Küba son devrimci günlerini yaşıyor’ diye hüzünlenenler bir

Yazının Devamı

Parantezi doğru kapatmak

8 Şubat 2015

Ben Cumhuriyet’in hedeflediği modernleşme ve Batılılaşma (ya da esasen Batıcılaşma) projesinin başarılı olduğu bir kesimin içine doğdum. Seküler bir yaşam tarzına sahip bir ailede ve çevrede büyüdüm. Ortaokul-lisede Alman, üniversitede Anglo-Sakson kültürle temas ettim. Yaşam alışkanlıklarımız buna göre şekillendi. Zaman zaman bu endoktrinasyonun etkisiyle kendi ülkeme oryantalist hatta kolonyalist gözüyle baktığım zamanlar oldu ama hiçbir zaman Kemalist olmadım. Toplumun birçok farklı yaşam alışkanlıklarına sahip kesimlerden oluştuğunu, önemli bir bölümünün daha dindar bir hayat yaşadığını bildim.
Üniversiteden itibaren ise devletin bana benzemeyen kesimlere karşı ne kadar zalim olduğunu, bu ülkede vatandaşlar arasında ayrım yapıldığını gördüm. Buna büyük bir öfke duydum. Mevcut sistemin değişmesi gerektiğini düşündüm.
Bu sebeplerle son günlerde yapılan parantez tartışmasını çok önemsiyorum. Perşembe günü Akşam gazetesinde yayımlanan yazısından gördüğüm kadarıyla Gülay Göktürk de benim gibi düşünüyor. Uzun süredir kafamı meşgul eden bu meseleyi o yazıda çok güzel bir şekilde ete kemiğe büründürmüş. Türkiye’de vesayetin bitişi, vatandaşlar arasındaki hiyerarşinin son buluşu

Yazının Devamı

Dolandırıcılığı kamufle eden beyaz gömlek

1 Şubat 2015

Yunanistan seçim sonuçlarından romantik bir kahramanlık hikâyesi çıkarmak, büyük bir hezimetten bir başarı yaratılacağına inanmak bu aralar loser çevrelerde pek moda. Acaba öyle mi olacak? SYRİZA’nın lideri Çipras fiilen iflas etmiş ülkesini yeniden yükselen bir değer yapabilecek mi?
Çipras’ın vaatleri asgari ücreti yükseltmek, AB’ye olan borçları silmek, bankaları ve hastaneleri devletleştirmek, ulaşımı bedava yapmak, emekli maaşlarını artırmak, zenginlerden dörtte üç oranında vergi alıp bu parayı dağıtmak. Peki, bu vaatler gerçekleşebilir mi? Ve bu, Yunanistan’ın sorunlarını çözer mi? Dahası bu vaatler ahlaklı bir siyaseti mi gösteriyor yoksa devlet gücüyle gasp ve baskının sosyalizm başlığı altında kamufle edilmesini mi? Çipras ülkesine totaliter bir gelecekten başka bir şey vaat etmiyor.
Yunanistan AB’den gelen fonlarla yaşadı, çok aldı ve buna karşılık çok az verdi. Yunan yönetimleri Avrupa Birliği’ni adeta dolandırdılar. Üretim çok düşük. Bu, Yunanistan halkı tembel olduğu için değil, sistem buna ittiği için böyle. Zaman içinde bu sistem yüzünden devletten hazır almaya alışkın kesimler oluştu. Dimitris Malliaropulos Eurobank Research’te yayımlanan makalesinde şunları

Yazının Devamı

İsveç’in yaptığını biz neden yapamayalım?

25 Ocak 2015

Yeni yıla bu kez İskandinav-ya’da girdik. Önce 2 gün Stockholm, ardından 2 gün Kopenhag. 10 yıl kadar önce bir basın gezisiyle bir buçuk gün kadar Göteborg’da bulunmuşluğum vardı ancak o kadar. Yani bir nevi İskandinavya’ya ilk ayak basıştı denebilir bu gezi için. İskandinavya, özellikle de İsveç’i görmek çok önemli bir deneyim. Zira ‘sosyal devletin yarattığı cennet’ ‘devletin büyüklüğünün faydalarının somut örneği’ diye sunularak solcuların ağzında adeta mabetleştirilen bir yerdir İsveç. Peki, biz böyle güzellemeler yapılan İsveç’i bulduk mu gittiğimiz Stockholm’de? Ya da solcuların tapındığı ‘sosyal demokrasi’ modeli mi hakikaten İsveç’i zenginleştiren?
Bu soruların cevabını ararken Atilla Yayla Hoca’nın ismini sık sık andık. Zira Yayla, eylülde Yeni Şafak’ta İsveç’in zenginleşmesini anlatan iki kapsamlı yazı yazdı. (20 ve 23 Eylül 2015-İsveç: Dünyaya Yeni Model 1 ve 2) Bu yazılarda İsveç’le ilgili kanıksanmış bilgileri çürüten birçok araştırma yapıldığından bahsediliyordu ve temel olarak Johan Norberg’in ‘How Laissez-Faire Made Sweden Rich?’ adlı kitabına atıfta bulunuluyordu.
Bizim 2015’e girdiğimiz Stockholm, sosyal devlet sayesinde mi refaha kavuştu yoksa sosyal

Yazının Devamı