Yaklaşık 10 aydır şehirde görev yapan Diyarbakır Emniyet Müdürü Halis Böğürcü, ‘Kırmızı çizgilerimiz cana ve mala zarar verilmesi. O zaman müdahale etmek zorundayız’ dedi
4 gündür olayların kalbi Diyarbakır’dı. 12 ölü çıktı şehirden. Sokak çatışmaları geride çok büyük hasar bıraktı. Ben de yaşananları yerinde görmek ve tarafları dinlemek için Diyarbakır’a geldim. PKK ve Hüda-Par karşı karşıya geldi malum. Perşembe akşamı, Öcalan’ın mesajı okunduktan sonra ise olaylar yavaşladı yavaşlamasına ama bu kez de şekil değişti. Devlet hedef alınmaya başlandı. Peki, neler yaşandı? Devletin en kritik noktalarındakiler, PKK-HDP cephesi ve Hüda-Par cephesiyle görüştüm.
Öncelikle devlet. Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü kapılarını ilk kez bizim için açtı. Emniyet Müdürü Halis Böğürcü 10 aydır şehirde görev yapıyor. 4 gün önce bir anda kendini büyük bir krizin içinde buldu. Bu krizi nasıl yönetti? Nerelerde hangi önlemleri aldı? Ben sordum o cevapladı...
Baştan başlayalım... İlk işaret fişeği neydi? Nasıl harekete geçtiniz?
- Kriz merkezimiz var burada. Oradan izledik ve devamlı her şeyi oradan yönettik. Jandarmadan, kolordudan, MİT’ten yetenekli arkadaşlar geldiler, hep birlikte bir
Ben galiba yaşlandım. Eskiden alıp başımı gitme hayalleri kurarken şimdi illa da aile, hep aile der oldum. Hele bayramlarda. Büyüklerin keyfi yerinde mi, kendini yalnız, buruk hisseden var mı... İlk aklıma gelenler bunlar. Bir de tabii bizim minikler. Onlar muhakkak olacaklar. Mümkünse her yerde. Dolayısıyla artık alıp başını gitmeler yok, alıp herkesi gitmeler var...
Fakaaat... Bu bayram evdeki hesap çarşıya uymadı. Herkesi aldık da... Bir yere gidemedik. Meğer futbolun bayramı olmazmış. Rasim’in programları full time devam. Cuma, pazar, pazartesi canlı yayını olunca kaldık İstanbul’da. Ne yapsak, ne yapsak? Madem bir yere gidemiyoruz, biz de İstanbul’un içinde gitmeye karar verdik.
Bavullar yapıldı, oyuncaklar seçildi ve otele gelindi. Tatile burada çıktık! Hayatımız boyunca yaşadığımız kentte turist olduk. Aman allahım kızların keyfine diyecek yok. Her yere koşuyorlar, normalde saatlerce süren yemek 5 dakikada bitiyor, gece uykuları kesintisiz... Annelerine çekmiş iki cadı bunlar. Yeter ki ‘yolda olma’ duygusu olsun...
Rasim’le benim de havamız bir harika. Uçağı kaçırdım, x-rayden sıvı geçiremedim streslerine hiç girmeden kendimizi 10 dakika içinde başka bir dünyada
İki ay önce Şengal’den Diyarbakır’a sığınan Ezidiler IŞID’in kendilerine yaşattırdığı zulmü anlattı: Bir anda geldiler. Her yerden geldiler. Abilerimizi, ablalarımızı aldılar, 500 kadını toplayıp götürdüler. 200 çocuğu meydanda toplayıp gözümün önünde kurşunladılar...
Tercüman aracılığıyla konuştuğum Nura Heci Buşar (kırmızılı) Şengal’de başlarından geçenleri gözyaşları içinde anlattı.
Cuma sabahı Diyarbakır’a indim. Tarım Bakanı Mehdi Eker’i göreceğim. 2006’dan beri, ama özellikle son 4 yıldır (Reyhanlı saldırısı nedeniyle iptal edildiği için geçen yıl hariç) eski bir geleneği canlandırmak için karpuz festivali düzenliyor bakan. Bir gün önce Kürtçe mevlit okumuş, bu akşam da hem İzzet Altınmeşe konseri izleyeceğiz hem de 1200 karpuzun, üzerinde kandillerle Dicle’den süzülüşünü seyredeceğiz beraber.
Ancak bir de başka bir gerçek daha var şehirde. İki aydır yaşam mücadelesi veren Ezidiler... Günümü ikiye bölüyorum. Duyduğuma göre, Diyarbakır Ticaret Odası Ezidiler için kendine ait üniversite binasını tahsisi etmiş. Büyükşehir Belediyesi de bazı STK’ların da desteğiyle Fidanlık denen piknik alanında bir kamp kurmuş. Ticaret Odası Başkan Yardımcısı Mesut Altın, basın
49 rehinenin tek birinin burnu dahi kanamadan aylar sonra IŞİD’in elinden kurtarılması ABD’de yaşansa Hollywood bu hikâyeden en az birkaç film çıkarırdı kuşkusuz. Dünkü görüntüler her anlamda müthiş bir başarı hikâyesinin kareleriydi. Türkiye tamamen kendi istihbarat teşkilatının yürüttüğü bir çalışmayla tek bir vatandaşına zarar gelmeden dünyanın en tehlikeli örgütünün elinden rehineleri vatanına döndürmeyi başardı. Hepimizin yürekleri soğudu. Çok güzel bir sabaha uyandık dün...
Geldiğimiz noktada merak edilen birçok husus var. Bu hususları devletin çekirdeğinden güvendiğim kaynaklara sordum. Öncelikle ‘bu işte CIA’nın parmağı var’ iddiası.
CIA, bittikten sonra duydu
Bu iddianın aslı astarı yok. CIA, operasyonu bittikten sonra öğrendi. Bu Öcalan operasyonu gibi Türkiye’nin eline paketlenip verilen bir operasyon değil. Zaten hatırlatayım: MİT’in Dış Operasyonlar Başkanlığı daha önce de Lübnan ve Afganistan gibi coğrafyalarda çok başarılı rehine kurtarma operasyonları yaptı.
Peki, aylardır süren çabalar ne oldu da şimdi sonuç verdi? Arap aşiretlerin yardımından bahsediliyor. Nedir bu işin aslı?
Bölgedeki geleneksel aşiretlerle işbirliği yapıldığı doğru. MİT her
IŞİD dünyanın kâbusu. Bu, İslam’ın adını kullanarak hareket eden korkunç terör örgütünü pasifize etmek için hızlı ve etkili mücadele şart. Ancak bu mücadele çerçevesinde ‘özgürlük-güvenlik’ dengesi özgürlükleri tamamen askıya alacak tuhaf uygulamalara doğru gitmeye başladı. Durum çok korkutucu...
11 Eylül’den beri Batı’yı saran İslamofobi malum. Bu nedenle Müslümanlara hep potansiyel tehlike olarak bakıldı. IŞİD ile birlikte Batı Müslümanları adeta tecrit edici uygulamaları legalize etmeye doğru gidiyor. Terörizmle mücadele kapsamında gerekli görüldüğünde pasaportların iptal edilmesi, anne babaları şüpheli görülen çocukların devlet korumasına alınması gibi önlemler gündemde.
İngiltere terörle bağlantısı olduğu şüphesi bulunan İngiliz vatandaşlarının İngiltere’ye dönmesini engellemeye çalışıyor. Mesela Suriye’den dönen 50 İngiliz vatandaşı araştırılıyor. Yasa çifte vatandaşlıkları olanların İngiliz pasaportlarının elinden alınmasına olanak veriyor. Hollanda’da ve Almanya’da da aynı şey tartışılıyor. Hatta Almanya’da şüpheli ülkelere gidişi durdurmak için Alman kimliklerin iptaline kadar gidecek önlemler söz konusu. Ve bu şüpheli ülkelerin içinde Türkiye de var! Fransa’da
Zaman zaman birçok meslektaşıma olduğu gibi bana da cezaevinden mektup gelir. Ancak... Ocak ayından bu yana bunu çok aşan tuhaf bir durum var. Mektuplar yağıyor adeta. Hepsini teker teker okuyorum. Çok ilginç: Neredeyse hepsinin konusu aynı!
İddia şu: 17 ve 25 Aralık süreçlerinin hemen akabinde birçok cezaevinde cezaevi müdürleri ve gardiyanlar PKK’lı tutuklu ve hükümlüleri adeta provoke ediyorlar. Sözlü ve fiziksel taciz, çıplak arama, Kürtçe mektuplara izin vermeme, aileden gelen hiçbir şeyi iletmeme...
Birçok cezaevinden gelen sayısız mektup var elimde. Anlattıklarına göre durum çok vahim. Kimseyi sıkıntıya sokmamak için hangi cezaevlerinden ve kimlerden mektup aldığımı burada yazmıyorum. Ancak bana ulaşanların söyledikleri ortak şey şu: ‘Son dönemde birçok cezaevinde yapılan yönetim değişiklikleriyle cezaevi yönetimlerinin birçoğuna ‘paralel yapı’ mensubu kişiler atandı. 17 Aralık’la birlikte bir anda bize karşı tutumları değişti. Bizleri provoke etmek için her şeyi yapıyorlar. Adeta cezaevlerinde isyan çıkarmak istiyorlar. Böylece çözüm sürecini sıkıntıya sokmayı hedefliyorlar.’
Yazılanlara göre, cezaevi görevlilerinin PKK’lı mahkumlara karşı provokasyonları hem 30
Yeni kabineyle ilgili benim açımdan söylenecek birkaç şey var:
Zaten yapılan değişikliklerin önemli bir kısmını bu köşede aynen yazmıştım. Yalçın Akdoğan ve Numan Kurtulmuş’un kabineye başbakan yardımcısı olarak girmeleri son derece isabetli. Akdoğan Başbakan Erdoğan’a en yakın bir iki kişiden biriydi. Belli ki yeni Başbakan Davutoğlu’na da öyle olacak. Aynı zamanda Köşk ve Başbakanlık arasındaki devamlılığın da bir işareti bu görevi üslenmesi.
Hayati Yazıcı’nın ve Beşir Atalay’ın kabinede olmayacağını da yazmıştım. Orada da benim için sürpriz yok. Hayati Yazıcı paralel yapıyla mücadele konusunda kötü bir sınav verdi. Hatta böyle bir yapıya olan inancıyla ilgili dahi soru işaretleri oluşturdu. Gidişinin temel sebebi bu.
Beşir Atalay ya da alışıldık hitapla ‘Beşir Hoca’ Ak Parti için çok önemli bir isimdir. Ancak açıkça Abdullah Gül’ün yeniden partinin başına geçmesini desteklediği için kendisi bu kabinede yer almak istemedi. Zaten ben de böyle olacağını aynen yazmıştım. Ancak ‘Beşir Hoca’nın önemini anlatmak için ona parti sözcülüğü ve Genel Başkan yardımcılığı görevleri verildi.
Ankara’da sıcak, çok sıcak bir günde Ak Parti ilk Olağanüstü Kongresi’ni yaptı. Sıcak demişken, öncelikle salonun durumundan başlamak gerek... Dışarıda termometre 35 dereceyi gösterirken hıncahınç bir kalabalıkla birlikte içeri girdik. Aman yarabbi, girdiğimiz andan itibaren dışarıyı arar olduk! Öyle bir cehennem ısısı, en az 40 derece, belki daha fazla. Nedenini soruşturdum: Meğer gece 1 buçukta sabaha kadar salon soğusun diye klimaları çalıştırmışlar, sabah hepsi patlamış.
Bu aksaklığa rağmen organizasyon gayet iyi, kalabalık coşkuluydu. Sabah 10’da başlayan toplantı, ben Davutoğlu’nun konuşmasını bitirdiği 16 sularında salondan çıkarken aynen yerindeydi.
Önce Erdoğan konuştu. Genel Başkan olarak partisinin başına geçtiği 13 yıl 13 günün ardından bir veda konuşmasıydı bu. Konuşmada partinin özünün aynen devam edeceğine, yalnızca şeklin değiştiğine atıf yaptı. Kısacası, Anavatan ve DYP örneklerine benzemeyeceğiz mesajıydı bu. Kişi değil, dava önemli diyerek, ‘Ben yoksam dava da yok diyenler kaybedenlerdir’ hatırlatması yaparak, ‘Davasına ihanet edenleri kimse hatırlamıyor’ diye ekleyerek hem geçmişteki Abdüllatif Şener gibi örneklere göndermede bulundu hem de partinin