Kriz içinde olan sadece global ekonomi değil. Ekonomi bilimi de kriz içinde. Bu yakınlarda bu konuda Batı medyasında çıkan yazıların sayısı artmaya başladı.
Konu basit: Ekonomistler (ve ekonomi doktrinleri) krizin gelmekte olduğunu görmedi. Atlatılması için yapılması gerekenlere dair bir formüle sahip değil. Ne kadar süreceği, ne zaman biteceği, hatta hangi aşamasında bulunulduğuna dair fikirleri yok.
Var, daha doğrusu. Fikirden, tahminden ve formülden bol şey yok. Ama hepsi birer varsayım. Varsayılan şeyler var olacak mı olmayacak mı, meçhul. Ricardo bir şey söylüyor, Keynes başka bir şey. Friedman şöyle diyor, Krugman böyle diyor.
Özetle, ekonomistler hastalığı oluşum halinde iken fark etmeyen, meydana geldiğinde teşhis edemeyen ve iyileştirecek tedavinin ne olduğunu bilmeyen doktora benziyor.
Buna şaşırdığımı söyleyemem. Ekonomi imkânsız bir bilimdir. Demiri ısıtırsanız uzar. Parayı ısıtırsanız uzayabilir de, kısalabilir de, kaybolabilir de. Para konusunda kesin bir şey varsa o da kesinlik olmamasıdır.
Polisiye bir benzetme yapacak olursam, ekonomide bazı ipuçlarını
Rüşvet ve yolsuzluğun en yaygın olduğu ülkelerden birinde yaşıyoruz. Ama hapishaneler yolsuzluk suçundan mahkûm olmuş kişilerle dolu değil. Daha spesifik olmak gerekirse, suçun yaygınlığı ile kıyaslandığında mahkemelerin yolsuzluk suçundan mahkûm ettiği insan sayısı istatistiki olarak anlamsız.
Hükümeti devirip askeri yönetim kurmak isteyenler var veya olduğu iddia ediliyor.
Yolsuzluğu devirmek isteyen yok.
Yolsuzluğu devirip yerine dürüstlük rejimi kurmak isteyen yok.
Bir “yolsuzluk Ergenekon’u” yok ve olmayacak. “Yolsuzluğu devirmek için” darbe olmadığı ve olmayacağı gibi.
Kimse yolsuzluğa karşı “silahlı çete” kurmuyor.
Silah ve bayrak üzerine el bastırıp yolsuzluk yemini yapan da yok.
Çevre Bakanı Veysel Eroğlu’nun beceremediği Ilısu Barajı değildir, Ilısu Barajı’nın temsil ettiği uygarlık sınavıdır.
Türkiye, hayatında ilk defa, Ilısu’da çağdaş normlara uygun bir baraj inşa edecekti. Ekosisteme, tarihi mirasa ve sular altında kalacak topraklarda yaşayan insanlara özen göstermeyi öğrenecekti.
Kamu kurumları bunların bilgisini dağarcıklarına atabilselerdi, ülkemizdeki bütün barajların bundan sonra aynı özenle yapılacağını ümit edebilecektik.
Maalesef, bu iş Eroğlu’na imkânsız geldi. Ne başardı ne de başarısızlığından gereken dersi aldı. “Beceremedim” diyemediği için de suçu başkalarının üzerine atmaya çalışıyor.
Geçenlerde, bakanlığının basın bölümünden beni aptal sandıklarını gösteren bir mektup aldım.
Eroğlu’nun, baraj projesini ihaleye açmamak için dış kredi formülüne sarıldığını yazmıştım. Devlet Su İşleri’ni (DSİ) de yerine getirmesi mümkün olmayan yükümlülüklerin altına sokmuştu. Bunlara cevap veriyorlardı.*
Dış kredi konusunu es
Nature, dünyanın belki de en saygın bilim dergisidir. İki yıl önce bu dergide bir yazı yayımlandı ve bazı Türk fizikçilerinin bilim hırsızlığı yaptığı iddia edildi. Ancak Türkiye’nin sistemi içinde iddia bir türlü doğrulanmadı ve gereği yapılmadı. Bilim hırsızlığıyla suçlananlar mahkeme kararıyla ya eski üniversitelerine döndüler ya da başka öğretim kurumlarında çalışmalarını sürdürüyorlar.
“Usturayı tıraş etmesini bilen silgiyi silmeyi de bilir” derler.
Başkalarının çalışmasından çalıp tez yayımladığı iddia edilen birçok başka öğretim üyesi de cezalandırılmadı.
Bilim hırsızlığı, yani intihal, tam gaz devam ediyor.
Bu rezaletin nedenlerinden biri Yükseköğretim Kurulu’dur (YÖK). YÖK, üniversitelerdeki bilimsel ahlak çıtasını yüksek tutmaktan sorumludur. Ama bu sorumluluğunu yerine getiremiyor. İntihal skandalının patlak verdiği Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden gelen dosyaları iki yıldır “inceliyor”. Sonuç yok.
İyimserliğe de yer yok. Yeni Yükseköğretim
Halka açık bir Türk şirketinin genel kurulu yapılıyordu. Toplantıya katılan bir yabancı hissedar, “Hesaplarda gördüğüm ‘bağışlar’ ne anlama geliyor?” diye sordu.
Toplantının başkanı ve şirketin ana hissedarı, bağışların fakir öğrencilere verilen burs, okul yapımı gibi kalemler olduğunu söyledi.
Yabancı hissedar, “Şirketin bütçesinden bağış yapamazsınız” dedi. “Böyle yaparak hissedarlara dağıtılan kârı azaltıyorsunuz. Eğer bir bağışta bulunacaksanız payınıza düşen kârdan yapın. Bizde böyle yapılır.”
Başkan, “Bizde de âdet böyledir” dedi. “Halk şirketlerden böyle şeyler yapmalarını bekler.”
Sizce haklı kim?
İlk bakışta yabancı yatırımcının tezi mantıklı görünüyor. Şirket kâr amaçlı bir kuruluştur. Yönetimin görevi hissedarlara maksimum kâr dağıtmaktır, kâr azaltıcı masraflardan kaçınmaktır.
Halk şairinin dediği gibi, “Kalenin önüne ekerler darı / Ekerler, biçerler, ederler kârı.” Ekerler, biçerler,
Avrupa Birliği’nin en önemli ve en sorunlu enerji sağlayıcısı Rusya’dır. AB gazının neredeyse yarısını, petrolün üçte birini, kömürün dörtte birini ve zenginleştirilmiş uranyumun yakıtının tamamına yakınını Rusya’dan temin ediyor.
Rusya gazı siyasi amaçlarla kullanabilen bir ülke olduğu için her zaman güvenilir bir kaynak değildir. Bu nedenle AB gaz tedarikini mümkün olduğu kadar değişik kaynaktan temin etmeye bakıyor.
Ve merhaba Nabucco.
Nabucco, Hazar Havzası doğalgazını Avrupa’ya taşıyacak olan 3,300 kilometrelik boru hattının adıdır. Nabucco’yu gerçekleştirme yolundaki ilk uluslararası anlaşma, hattın ortağı olacak olan Türkiye, Avusturya, Macaristan, Romanya ve Bulgaristan arasında geçen gün Ankara’da imzalandı.
Anlaşmada imzası bulunmamasına rağmen projenin esas mimarı Amerika Birleşik Devletleri’dir. Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattında olduğu gibi. ABD’nin enerji politikasının temel taşlarından biri AB’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmak, diğeri Hazar Havzası’ndaki ülkelere
Çevre Bakanı Veysel Eroğlu hummalı bir faaliyet içinde. Türkiye’nin başına getirdiği Ilısu fiyaskosunun suçunu başkalarının üstüne yıkmaya çalışıyor.
Projenin “Türkiye’nin bölgesel güç olmasını istemeyen devletler” tarafından engellendiğini söylüyor. Gazetecilerin “Kimler?” sorusuna, “Şu ülke demem, ama siyasetle uğraşan herkes bilir” dedi. Ama hiç kimse bilmiyor. Çünkü öyle bir ülke yok.
Projenin tökezlemesinin tek nedeni Eroğlu’nun ta baştan aldığı yanlış kararlardır. Bunları da kendisinden önceki bakana yüklemeye çalışıyor ama nafile.
Temel kararlar
Eroğlu, 2003-2007 arasında Ilısu projesinin sahibi olan Devlet Su İşleri’nin (DSİ) genel müdürü idi. Milletvekili seçilince 2007’de Çevre Bakanlığı’na atandı. Birkaç gün sonra DSİ bu bakanlığın uhdesine verildi. Yani, ta başından beri bu işin içindedir. Ilısu ile ilgili bütün temel kararları o verdi.
Bu kararlardan biri ve ilk yaptığı hata, finansman konusunda
Aslında olup bitenleri anlamak o kadar zor değil. Hükümet ile asker arasında, askeri siyasetin dışına itmek için yapılan bir mücadele var.
Geçmiş müdahaleleri yapanları cezalandırmak veya cezayla tehdit etmek bunun bir parçasıdır.
Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını mümkün kılan yasa değişikliği ise bu tehdidin ileriye dönük şeklidir.
Bu süreç normaldir ve iyidir. Başka türlü Batı standartlarında demokrasiye ulaşılamaz.
Aynı yollardan değişik biçimlerde İspanya ve Yunanistan da geçti. Ama onların askeri yönetim deneyimi ile bizimki arasında önemli farklar var.
İspanya, 1936-39 yıllarında yıkıcı bir iç savaş yaşadı. Savaşı kazanan faşistlerin lideri General Franco 1975’te ölünceye kadar ülkeyi tek başına idare etti. Sonra demokrasi geldi ve İspanya bildiğimiz İspanya oldu.
Referandum ve seçim