Bu hafta berbat fıkralardan bir demet yaptık size...
Genç kız genç aşığına telefon açmış:
- Jean, demiş, seni çok arzuluyorum, geceleri uyku uyayamıyorum. Ne olur bu hafta sonu bize yemeğe gel. Seni annem babamla tanıştırayım. Sonra benim odamda ders çalışıyor gibi yapar doya doya sevişiriz... Jean ömründe hiçbir kızla sevişmemiş, toy bir delikanlı. Bir eczaneye gitmiş. Babacan eczacıya: - Bu hafta sonu önce bir aile yemeği, peşinden ateşli bir aşk yaşayacağım, demiş, o yüzden iyisinden iki kutu prezervatif istiyorum... Babacan eczacı kutuları vermiş, oğlanın sırtını sıvazlayıp yolcu etmiş. Jean hafta sonunda bir büyük buket çiçekle Françoise'ın kapısını çalmış. Genç kız kapıyı açmış. Jean'ı doğrudan yemeğe almış. Delikanlı çok mahçup biçimde masaya oturmuş. Kızın ana babasının yüzüne
"DYP'liler Bilecik milletvekili Şeker için yemek verme yarışına girdi. Amaç, 1.86 boyunda ve 110 kilo ağırlığında olduğu tahmin edilen Şeker'in biraz daha kilo alması..." Yukarıda, başlığı ve spotunu verdiğimiz haber dünkü Yeni Yüzyıl'da yer aldı. Haberde, 1111 sayılı Askerlik Kanunu'nun 35. maddesine göre boyu ve kilosunun rakamları arasında "30" fark olanların askere alınmadığı hatırlatıldıktan sonra, bugünlerde yeniden askere alınması sözkonusu olan eski Devlet Bakanı Bahattin Şeker'in ihtiyacı olan birkaç kiloyu daha alabilmesi yönünde DYP'lilerin yaptığı "şişmanlatma çalışmaları" anlatılıyordu.
"Sorun Bahattin'in sorunu, bize ne!" demiyor; "Bahattin'in derdi benim derdimdir!" diyen bir okurumuzun bu konuda ilettiği notu aktarıyoruz.
"Bilirsiniz, dünyanın en pahalı yiyeceklerinden biri de kaz ciğeridir. Bu yemek, özel yöntemlerle kısa sürede şişmanlatılmış kazların ciğerinden yapılır. Bu kazlar kısa sürede nasıl mı şişmanlatılır? Efendim, bu kazlar için özel surette yapılmış kümesler vardır. Kümesler, yalnızca bir kazın
"Siyasette bahar!"
"Liderler arasında barış rüzgarları..."
"Filanca liderle falanca lider nihayet anlaştı"
"Büyük uzlaşma"
Gazetelerimiz, zaman zaman yukarıdaki türden manşetler atar, siz okuyucular da bu manşetleri görünce sevinir, mutlu olursunuz. Peki acaba bu tür manşetleri görüp de sevinmeyen, mutluluk duymayan insan olabilir mi? Hemen söyleyelim, böyle bir insan var: ANAP Kocaeli milletvekili Hayrettin Uzun. Nedenini merak ediyorsanız, buyrun diyoruz. "Ben, eski Newyorklular gibi, bu tür uzlaşmalara hep kuşkuyla bakarım. Bilirsiniz, eskiden Newyork'ta müthiş güçlü çeteler varmış. Birbirleriyle sürekli çatışma halinde olan bu çeteler, az da olsa zaman zaman biraraya gelip anlaşırlar, bu anlaşma da gazetelerde manşet olurmuş. Ama Newyorklular, bu uzlaşma - anlaşma haberlerini her okuduklarında müthiş bir korkuya ve paniğe kapılırlarmış. Eyvah, bunlar anlaştı, şimdi birlikte davranıp bizim başımıza bela
TRT 2'de sıcak, insancıl, hoş bir sanat program vardı: İZLER... Bu program geçen hafta geride bir iz bırakmadan kayboldu...
Sunuculuğunu ve metin yazarlığını şair Sunay Akın'ın yaptığı programların sonuncusu 25 Nisan'da yayınlandı. Canlı yayın konuklarıyla söyleşilerin yapıldığı, daktilonun tarihçesi üzerine bir belgeselin yer aldığı İZLER'in son görüntüleri 2'inci Dünya Savaşı'yla ilgiliydi. Fransızların ünlü şairi Aragon'un Naziler tarafından kurşuna dizilenler için yazdığı bir şiirini okudu Akın... Şiir, Fransa adına çarpışan ve ölen Misak Manukyan adlı direnişçinin mektubunu anlatıyordu. Manukyan, Naziler tarafından kurşuna dizilmeden önce eşine bir veda mektubu yazar. Aragon aynı zamanda şair olan Manukyan'ın son sözlerinden çok etkilenir ve şiirinde yer verir. Şiirde direnişçinin ölmeden birkaç dakika önce "Ölürken kin yok içimde ey Alman halkı!" diye seslenişi herkesi etkiler. Manukyan'ın karısından istediğini de Aragon şu dizelerle ölümsüz kılar:
Ey aşkım benim, öksüzüm, geride kalanım
mutlu ol, evlen, çocuk doğur...
Okurumuz Selim Lümalı, 12 Nisan akşamı 22.00 sularında Mudanya - Bursa yolu üzerinde seyir halindeyken trafik ekibince durdurulur. Ekipteki görevlilerden biri, "cezai işlem" yapacağını söyleyip "evraklarını" ister... Sebep?.. Lümalı'nın kullandığı aracın sis farlarının yanması... Polis memuru bunun suç olduğunu söyler...
Bu konuda bugüne kadar ikaz bile edilmediğini söylese de... dinletemez okurumuz... İstenen cezayı çıkarıp öder...
Polis ekibi, tutanağı düzenledikten sonra o noktadan ayrılır ve Bursa yönüne hareket eder. Okurumuz Selim Bey arkalarından giderken ne görse iyi!.. Kendisine ceza kesen ekibin kullandığı otonun arka park lambalarından biri yanmamaktadır. Bir ara ekip otosunun durduğunu gören Selim Bey, aracı kullanan görevlinin yanına gidip uyarır:
- Park lambanız yanmıyor!
Polis memuru, arka tarafa gidip lambaya birkaç kere vurur. Ama nafile.. "Yanmasını" sağlayamayınca;
- Neyse, hallederiz, deyip gider...
&nbs
Haliç üzerinde tartışma başlayınca projenin ilk sahibi Bedrettin Dalan elbette suskun kalmayacaktı. O da tartışmaya katıldı. İstanbul Belediyesi Çevre Koruma Daire Başkanı Mustafa Öztürk, yaptıkları çalışmalar sonucu Haliç'in bu yılın ikinci yarısında temizleneceğini, artık kokmayacağını, içinde sandalla dolaşılacağını söylemişti. Bedrettin Dalan bu sözler üzerine dedi ki:
- Haliç benim zamanımda temizlenmişti. Eyüp'e uzun yıllardan sonra ilk kez vapur yanaştı. Koku kalmamıştı. Haliç'e balık girmişti. Rotary Kulübü üyeleri Haliç'te yarım saatte 27 tane balık tuttular. 1988 yılında Birleşmiş Milletler bu yüzden bana çevre ödülü verdi.
- Ancak benden sonra gelen Nurettin Sözen, Haliç'ten boşalan su Marmara Denizi'ni kirletiyor diye Güney Haliç kolektörünü durdurdu. Koku o zaman yeniden başladı. Eski Galata Köprüsü'nün Balat'a çekilmesiyle Haliç'teki su dolaşımı iyice durdu ve çamurlanma arttı.
- Dubalarıyla akıntıyı önleyen eski Galata Köprüsü orada durdukça Haliç'in çamuru temizlenmez. Bugün temizlenir yarın dolar.
&nb
Leman dergisinin bu haftaki sayısında Nihat Genç enfes tahliller yapıyor ve yazısının bir yerinde bakınız ne diyor:
"...Nasreddin Hoca'ya bir adam, bindiğin dalı kesiyorsun, der. Hoca da keser, düşer. Sonra adamın peşinden gider, sen benim daldan düşeceğimi bildin o halde ne zaman öleceğimi de bilirsin.
Hocanın tavrı, öyle derin bir aptallık ki, kendisine çok basit bir uyarıda bulunan adamı, neredeyse, peygamber gibi görmeye başlıyor.
Bu dipsiz aptallık içinde pek yakında "trafik levhalarına" tapınmaya başlayabiliriz, Vay anasını be, yüz metre sonra yol eğimli dedi, öyle çıktı, helal olsun. Bu levha artık benim öleceğimi de bilir..." Nihat Genç yakında trafik levhalarına tapınan yurttaşlar görmekten kuşkulanadursun... Eğer levha doğruysa bunun bile olumlu sayılması gerekmez mi? Toplumu 70 yıl geriye götüren The Rahmetli'yi kurtarıcı olarak ananlar, düz yol gösterip toplumu uçuruma götüren trafik levhasına tapınmıyorlar mı?..
Toplumca adeta
Mimar Aydın Boysan 1992 yılında belediyelere öneride bulunmuş; elinizdeki arsaları parselleyip ihtiyaç sahiplerine dağıtın, üzerine yapacakları tek katlı evlerin projesini ellerine verin ve uygulanmasını şart koşun, yoksa köylerden şehirlere akan milyonlar nasıl olsa bu arazileri işgal edecek ve üzerlerine akıllarına estiği gibi çirkin yapılar konduracak, demişti.
Sözünü ettiği konutların projelerini de en ince ayrıntısına dek çizmiş ve dikkatlere sunmuştu. Ama kimse ilgilenmedi... Çünkü...Boysan'ın yorumuyla;
- Politikacıların işine gelmedi. Gecekondu olmaya aday araziyi "en baştan" ve bir "plan" dahilinde vatandaşa tahsis ederlerse, orada yapılacak konutların "yıkılma" tehlikesi ortadan kalkacaktı. O zaman da seçim dönemlerinde "Konutunuzu yıktırmayacağız!" diye nutuk atıp oy isteyemeyeceklerdi. Yani bu bir sömürü konusu olmaktan çıkacaktı... Sonunda kentlerin ne hale geldiği ortada... Şimdilerde Aydın Ağabey, "konut" üretimi için önerdiği o modelin bir benzerini (sarraf