Eski parlamenterlerden Hilmi Nalbantoğlu, Meclis'le ilgili bir gözlemini şiire döküp bize göndermiş. TBMM'nin kuruluş yıldönümüne bir gün kala bu anlamlı satırları birlikte okuyalım:
1974'te senatör olup
TBMM'ye geldiğimde
Hem Bulvar hem de Dikmen
Giriş kapılarında
Birer polis ile
Birer jandarma nöbetçisi vardı.
Meslekte kolayı değil, zor yolu seçen... Yazdıklarının her satırında haksızlığa uğrayan, ezilen, horlanan insanları savunan; geleceğin karanlıklarına dikkat çeken; mesleğin önüne serilen çıkar tuzaklarına düşmeyen; Atatürkçü, laik, demokrat, bağımsızlıkçı, özgürlükçü bir dizi yazara... Genç bir kadronun fedakarlık göstererek yayınladığı Kuvayı Medya Dergisi'nin düzenlediği Hasan Tahsin ödülleri geçen hafta sonunda mütevazı bir törenle verildi. Kuvayı Medya okurlarının oylarıyla belirlenen gazeteciler İlhan Selçuk, Hasan Pulur, Cüneyt Arcayürek, Emin Çölaşan, Uğur Dündar, Hikmet Çetinkaya, Ahmet Taner Kışlalı, Bekir Coşkun, Deniz Som, Sedat Ergin, Oktay Ekşi, Gülçin Telci, Yalçın Bayer, Ümit Zileli, Adnan Gerger, Yalçın Pekşen, Nuri Kurtçebe, Bahadır Tokmak, Turgay Yıldız ve Aydınlık dergisi Temsilcisi Hikmet Çiçek... Mütevazı ödüllerimizi onurla aldık.
Ödüle layık gazetecilerin sayısı elbette yukardaki kadar değildi... Necati Doğru'dan Ercan Akyol'a, Atilla İlhan'dan Mümtaz Soysal'a, Enis Berberoğlu'ndan Bedri Baykam'a... Pek çok dürüst ve saygın yazar ve çizer de onur listesinde yerini almış;
İnsanlar tanık oldukları hırsızlıklar, yolsuzluklar, adilikler, şirretlikler karşısında zaman zaman söyleyecek söz ve sıfat bulamıyor. Apışıp kalıyor. Fıkra işte öylesi durumlara ilişkin... Kimden mi?.. Müjdat Gezen aracılığıyla rahmetli Sadık Şendil'den...
Efendim, adam, zamanının en büyük efelerindenmiş... En önemli özelliklerinden biriyse, küfürbaz mı küfürbaz olmasıymış... Hele hele, birisi nargilesine dokunmaya kalksın... Küfürün bini bir paraymış...
Bir gün bir Roman çocuğu;
- Ben efenin nargilesine dokunurum, bana laf edemez, diye tutturmasın mı?..
Aman ha! Yapma, etme... demişler ama, dinleyen kim?..
- Nargilisine dokunurum da bana edecek laf bulamaz, diyormuş, başka şey demiyormuş.
Neyse uzatmayalım.. Bu Roman çocuğu, dediğini yapmak üzere efenin yanına yaklaşmış. Elini nargileye uzatmadan önce sağ elinin baş ve işaret parmaklarını daire biçimine getirerek demiş ki:
Şu günlerde üst düzey hırsızlardan, yolsuzluklardan, anıt mezarlardan vs. fazlaca söz ediliyor. Gündem bu olunca ANAP Kocaeli milletvekili Hayrettin Uzun, TBMM kulisindeki sohbet sırasında şu anısını anlattı:
"...Yıl 1974... O sıralar Maliye Bakanlığı'nda kontrolör olarak çalışıyorum. Birgün Mardin'in Mazıdağı ilçesindeki fosfat tesislerini teftişle görevlendirildim. İnceleme konum, tesislerden fosfat çalınması... Kim çalıyor, nasıl çalıyor, onu araştıracağım. Mazıdağı'na varır varmaz, orada çalışanlara sordum, sizce bu hırsızlığı kim yapıyordur, diye... Hemen herkes, çevredeki bir köyün adını verdi. Bu köy, hırsızlarıyla meşhurmuş ve hemen herkes geçimini hırsızlık yaparak sağlarmış. Köyün yakınlarında fosfat tesisi açılınca iştigal sahalarını buraya yöneltmişler. Hemen köye hareket ettim. Köyün girişinde büyük bir mezarlık gözüme ilişti. Mezarlıkta da, ta uzaklardan farkedilen görkemli bir anıt - mezar...Gerçi öteki mezarlar da fena değildi ama, bu hepsinden görkemliydi. Hırsızlıkla geçindiklerini kendileri de kabul eden köylülerden birine, bu görkemli mezarın kime ait olduğunu sordum. Bana verdiği
Devlet Bakanı Metin Gürdere'nin dün UBA'ya verdiği demeçten:
- Çiller liderlikten çekilirse o zaman hakkındaki davalar düşer.
Tercümesi:
"Bizim derdimiz yolsuzlukların hesabını sormak falan değil, Tansu'yu siyasetten taburcu etmek..." Tavır sürpriz değil. Çünkü yolsuzlukların hesabı sorulsa DYP'den önce ANAP'ı sorguya çekmek gerekir. Anasol yağmada Refahyol'u şimdiden çok gerilerde bıraktı. Amaçları o yüzden yolsuzlukların hesabını sormak olamaz. Dertleri Tansu'yu siyasetten yolcu etmek. Vatandaştan oy isteyecek bir başarıları olmadığı için de rakiplerin defterini dürüp oy şavullemekten başka çareleri yok...
Şaibe Hanım'ın iler tutar yanı yok da... Bunların var mı?..
Eski ama yaşayan bir fıkradır. Turgut Özal anılırken birden aklımıza geldi.
Fenerbahçeli spor ve düşünce adamı Ali Şen'in dünkü Sabah'ta yayınlanan yazısından bazı satırlar:
"... Başta Doğan Babacan, Ahmet Güvener, Ahmet Çakar ve onların düdüklü temsilcileri Vahap Beyaz, Metin Tokat ve Ayhan Yücebilgiç müthiş bir görev yapıyorlar. MHK'yı suçluyorlar. MHK Başkanı dürüstlük abidesi Hilmi Ok'u hedef gösteriyorlar. Bütün bunlara cesareti veren Haluk Ulusoy ve arkadaşlarıdır.
... Ali Aydın (G.Saray - Altay maçının hakemi) talimat aldı. Altay'ı katletti.
... Hilmi Ok kendi komitesinde üç kişiye dikkat etsin. Bunlar Fenerbahçe düşmanlığını harekete geçirdiler... Bu yazdığım isimlere ilaveten Erman Toroğlu da bu isimlerin içinde..."
***
Merkez Hakem Komitesi Başkanı Hilmi Ok'u himayesi altında almış görünen Ali Şen, dünkü yazısında önüne geleni düşmanlıkla suçlarken, yanıbaşındaki sütunda bir başka Fenerli yazar, Galatasaray'dan çok gol yedikleri için Altaylı futbolcuları haşlıyor,
Profesör Emre Kongar'ın "21. Yüzyılda Türkiye" adlı hacimli eserinin 690'ıncı sayfasından bir alıntı:
"...Demokrasi konusundaki asıl sorun bütün partilere egemen olan bir yağma kültürünün topluma demokrasi diye yutturulmaya çalışılması ve yağma olasılıklarıyla gözleri dönmüş olan bireylerin ve özel teşebbüs kurumlarının buna seslerini çıkarmamasıdır..."
Doğrusu kısa ama özlü bir tespit..
Başbakan Mesut Yılmaz geçen hafta Bodrum tatilinde bunun çok açık ve net bir örneğini sergiledi. İSKİ de aynı sistemin bir başka örneği idi.
Oyun basit. Siyasetçi kendi yandaşı müteahhitlere iş yaratıyor. Kimine hazine arazisi armağan ediyor. Kimine orman alanını peşkeş çekiyor.
İşadamı da havadan gelen paraların karşılığında siyasi partiye para yardımı yapıyor. Özel uçağını tahsis ediyor, yatında gezdiriyor veya seçim zamanı masraflarını karşılıyor. Al gülüm ver gülüm...
Neticede siyasette ve iş hayatında
Ergene nehrinin ve kollarının sanayi atıklarıyla giderek bataklığa dönüşmesi, toprağın zehirlenmesi üzerine çevre duyarlılığına sahip kuruluşlar ve Trakya halkı elele verdi. Geçen hafta sonunda "Tertemiz Trakya - Pırıl Pırıl Ergene" mitingi düzenlendi...
Çevre Bakanı İmren Aykut da mitinge "ilgisiz" kalmamış; kendisi gelemese de (!) Müsteşar Yardımcısı'nı göndermeyi unutmamıştı. Müsteşar Bey (yer yer protesto edilen konuşmasında..) Bakanlığın bu işin peşinde olduğunu; arıtma tesisi kurmayan sanayi tesisleri hakkında işlem yapıldığını anımsattı...
Ama çok geçmeden... dün... Çorlu'dan Açık Pencere'ye bir faks notu... Yerel basından Erdal Özcan arkadaşımız bildiriyor:
"Çorlu'da arıtması olmayan 19 fabrikanın kapatılma kararını Çevre Bakanlığı durdurdu. Ergene'yi zehirleyen ve arıtma tesisi olmayan fabrikalar bir bir tespit edilmiş ve Çevre Bakanlığı bu fabrikalara `arıtma yapmaları' için 30 Mart 1998 tarihine kadar süre vermişti. Süre dolmasına rağmen `arıtma' tesisleri kurulmayınca Tekirdağ Valiliği bu fabrikaların