Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       Bu hafta berbat fıkralardan bir demet yaptık size...
       Genç kız genç aşığına telefon açmış:
     Â- Jean, demiÅŸ, seni çok arzuluyorum, geceleri uyku uyayamıyorum. Ne olur bu hafta sonu bize yemeÄŸe gel. Seni annem babamla tanıştırayım. Sonra benim odamda ders çalışıyor gibi yapar doya doya seviÅŸiriz...
       Jean ömründe hiçbir kızla sevişmemiş, toy bir delikanlı.
       Bir eczaneye gitmiş. Babacan eczacıya:
     Â- Bu hafta sonu önce bir aile yemeÄŸi, peÅŸinden ateÅŸli bir aÅŸk yaÅŸayacağım, demiÅŸ, o yüzden iyisinden iki kutu prezervatif istiyorum...
       Babacan eczacı kutuları vermiş, oğlanın sırtını sıvazlayıp yolcu etmiş.
     ÂJean hafta sonunda bir büyük buket çiçekle Françoise'ın kapısını çalmış.
       Genç kız kapıyı açmış. Jean'ı doğrudan yemeğe almış.
       Delikanlı çok mahçup biçimde masaya oturmuş. Kızın ana babasının yüzüne şöyle bir baktıktan sonra başını önüne eğmiş. Başlamış dua etmeye. Ancak dua bir türlü bitmiyor. Françoise sonunda dayanamamış, fısıltıyla:
     Â- Ben senin bu kadar dindar olduÄŸunu hiç bilmiyordum Jean, demiÅŸ...
     ÂJean adeta inlemiÅŸ:
     Â- Ben de babanın eczacı olduÄŸu bilmiyordum...
       Amsterdam Havaalanına inen bizim gurbetçiye Hollandalı gümrükçü sormuş:
     Â- Yanında içki, esrar, kokain falan var mı?
       - Yok, demiş bizim Baba Türk...
       Hollandalı gümrükçü şöyle sağa sola bakmış:
     Â- Peki ister misin?
       ***
       Doktor telefonda yakaladığı hastasına:
     Â- Tahliller belli oldu, demiÅŸ, sana bir kötü, bir daha kötü haberim var.
       - Nedir kötü haber?
     Â- Maalesef 1 günlük ömrünüz kaldı.
       - Peki daha kötü haber nedir?
     Â- Size 24 saattir ulaÅŸmaya çalışıyorum, anca buldum...

       Üç yıldır her cumartesi, kayıp çocuklarının fotoğraflarıyla Galatasaray'da toplanıyor, yarım saat acı bir sessizliği paylaştıktan sonra ızdırabı sırtlayıp dönüyorlardı evlerine.
       Geçen yıl Sezen Aksu onlar için bir şarkı yapmıştı. Polis aynı hafta onlara çiçekler verdi. Ne olay çıktı, ne taşkınlık oldu bugüne dek.
       Ancak polis dün oturmalarına izin vermedi. Bundan böyle de izin vermeyeceğini bildirdi. Kayıp anneleri:
     Â- O zaman yakınlarımızı geri verin, gidelim, diye tepki gösterdiler. Ä°tiÅŸ kakış baÅŸladı. Kadın polisler bazılarını tartakladı, 15'ini gözaltına aldı.
       Anneler gününde verilen bu armağanın sebebi mi? Meğer terörist Sırrı Sakık basına sızdırılan gizli ifadesinde: "Cumartesi anneleri de bizim kontrolümüzde" diyormuş. Devlet ve iktidar, acılı analara inanmıyor. Terörist Sakık'a inanıyor. Ya da inanmış gibi yapıyor. Gizli ifadeye dayalı cezalar veriliyor. Ne biçim devlet, ne biçim demokrasi bu?

Yukardaki resim dünkü Hürriyet'in üçüncü sayfasında yayınlandı. Resimde Ortaköy'de 7 kişinin tecavüzüne uğrayan üç fotomodelden ikisi Asayiş Şube Müdürlüğü'nün önünde isyan halinde görülüyor. Soldaki genç kızın tişörtünde: "Open 24 hours... Except Sunday... By Chevignon...GİRL" sözcükleri okunmakta. Yani "24 saat açık... Pazar hariç...vs " Genç hanım yaşadığı şokun etkisinde... tişörtün üzerinde yazılı sözleri okumadan sırtına geçirivermiş anlaşılan...

Profesör Rubert Wilbrandt adını hiç duydunuz mu? Muhtemelen duymadınız... Biz de duymamıştık... Bize faydası olmayan üçüncü sınıf ses sanatçılarının adını hergün duyarız da, Rupert Wilbrant gibilerini tanımak bir türlü kısmet olmaz. Rupi'nin (kısa adı böyle) adı ilk kez geçenlerde bir kitabın kapağında gözümüze ilişti. İş Bankası Yayınları'ndan çıkan "İstanbul Çeşitlemeleri" adlı kitabın yazarı... Kitabın arkasındaki muzip ve iddiasız çehrenin altında.. 1935'de Berlin'de doğduğu, babasının Atatürk'ün daveti üzerine Türkiye'ye gelip Tarım Bakanlığı'nda görev aldığı, ilkokulu ve liseyi Türkiye'de okuduğu, 1952'de ailece Almanya'ya döndükten sonra tıp tahsil ettiği... Profesör olduğu yazılı... Şu anda Berlin'de bir böbrek merkezinin sahibi... Almanya'daki Alman Türk Dostluk Derneği'nin ve İstanbul'daki "Binbir Çiçek Özürlü Çocuklar Vakfı"nın da başkanı... Bu kadar işi bir koltuğa nasıl sığdırdığı kadar... İstanbul'la ilgili onca bilgiyi nasıl edindiği, kitaba nasıl sığdırdığı da merak çekici... Ara sıra gırgırını geçerek, tarihle dansederek, elinizden tutup sizi İstanbul'da adım adım gezdiriyor... Kenti dolaşırken kendiniz ve kentliler adına utanıyor, sıkılıyor, bazen yerin dibine geçiyorsunuz... Çünkü bu Alman bizim gibi doğuştan İstanbullulardan bile iyi biliyor kenti... Ve seviyor.
       Özürlü çocuklarla ilgisine gelince... Bir gün Ada'da eşi ve özürlü çocuğu ile birlikte yemek yerken bir yaşlı kadın geliyor yanlarına... Kendisinin de özürlü bir torunu olduğu, ancak tedavi için ne yapacaklarını bilemediklerini anlatıyor.
     Â
Özürlü Çocuklar Vakfı'nı bu olaydan sonra kurmaya karar veriyor. Türkiye'de bu işi yürütecek kişileri buluyor. Peki para? Birkaç yemekli toplantı yeterli geliri sağlamayınca parlak bir fikir gelişiyor kafasında. Dışardan Türkiye'ye canlı istakoz getirip satmak... Önce bir iki sandık canlı istakoz sokuyor yurda... Yeşilköy'de Hasan'a gidiyor... Hasan önce soğuk bakıyor bu projeye. İstakoz mutfakta haşlanıp getirtiliyor... Hasan tadına bakıyor: "Bu satar, ben alırım" diyor. Kıyıdan Sarıyer'e kadar lokantalarda aynı sistemi uyguluyorlar. Alıcılar çoğalıyor. Hollanda'dan istakoz havuzu getiriliyor. Çatalca'da bir fabrikanın bahçesine yerleştiriliyor. Peşinden istakozlar parti parti gelip önce havuza oradan lokantalara dağıtılıyor. Bir zahmetli maceradır gidiyor. Derken kadının biri çıkıyor ortaya... Lokantalara daha ucuz fiyata istakoz vermeye başlıyor. Vakfın istakoz projesi topu atıyor.
       Heykeli dikilecek bir adam Rupi... Onu tanımak için kitabını okumak gerekiyor. Fiyatı 975 bin TL... Geliri Vakfa kalıyor. İçindeki öyküler ve İstanbul'la ilgili bilgilerin değeri ise paha biçilmez...

Yazara E-Posta: masik@milliyet.com.tr