TBMM Başkanvekili Uluç Gürkan, "Seçimlerin iptaline" ilişkin önergeyi gündemden çıkarmış; hükümet hakkında verilen gensorunun oylamasına geçmiş, küskünlerin son umudunu da böylece yok etmişti. Arkadaşımız Fahrettin Fidan, "DYP'li küskün" Esat Kıratlıoğlu'na yaklaşarak sordu:- Sizler için artık son umut da tükendi galiba efendim? Kıratlıoğlu, acı acı gülümseyerek yanıtladı soruyu: - Hayır, son bir umut daha daha var! - Bir ihtimal daha mı var? Nedir o?- Anlatayım. Osmanlı padişahlarından biri, bir sabah uyandığında sarayın Marmara Denizi'ni gören pencerelerinden birine gitmiş. Dışarıya baktığında ne görsün? Savaş halinde oldukları ülkenin yüzlerce gemiden oluşan donanması, en küçük su parçası görünmeyecek şekilde denizi boydan boya kaplamamış mı? Dehşete kapılan padişah, son bir umut ve çare arayan korku dolu gözlerle yanıbaşındaki sadrazamına dönüp sormuş:- De bakalım bana sadrazam, bu beladan kurtuluşun bir ümidi, bir ihtimali var mıdır? Sadrazam hiç düşünmeden yanıtlamış:- Vardır padişahım....İhtimal ki derya tutuşa!..Kıratlıoğlu, fıkrayı
Pazar günleri değişiklik olsun diye geçmişte aldığım "özel not"ları yayınlamaya başladım... Gitar Prelüdü, Gece gibi... Dostlar ve okurlar beğendi... Bugün de 30 yıl önceki İsveç günlerine ait anı defterinden bir yaprak... Gençlik sırlarını paylaşalım...
***
Kar yağarken... İsveç'in Lund kentinde (Malmö yakınlarında bir üniversite kenti) geceleri sokaklarda dolaşırdım. Kimsecikler yok... Evlerin tül perdeli ve ışıklı pencelereleri ardında sessiz insanlar... Hem Avrupalı hem Avrupa'ya ve Dünya'ya uzak. Genelde öğrenciler ve üniversite hocaları... Ne hükümete kızıyorlar, ne ülkenin geleceğine dertleniyorlar... Bir sessiz bilim dünyasının ciddi insanları... Bense bir serseri... Ama memnun bir serseri... Hem kendi dünyasını hem onların dünyalarını gözleyen... Hem onların duygularını hem kendi duygularını bir kokteyl kabında çalkalayan... Kendine için için gülen... Kimseyi rahatsız etmeyen. Onları gören ama onlarca görünmeyen... Gizli keyifler içinde bir kayıp adam...
Geceleri sabaha karşı gazete dağıtırdım... Karlı yollardan geçip bisikletimle... Gazeteyi kapıdaki kutuya atardım.. Kapının ardında gazete
Çanakkale Zaferi'nin yıldönümünde, Birinci Dünya Savaşında kanları pahasına düşman donanmasının Çanakkale'den geçmesine izin vermeyen kahramanlar anılıyor. Cumhuriyet tarihinde çok özel ve önemli bir gün. Çanakkale'de törenler yapılıyor. Tam da o gün (yani önceki gün) Fransız donanmasından birkaç parça gemi Çanakkale boğazından geçiyor. 19 Mart sabahı İstanbul Boğazı'nda Dolmabahçe önlerine demirliyor. Geçen yıllarda Amerikan donanmasının da ziyaretlerini zaman zaman 10 Kasım, 29 Ekim gibi günlere raslattığını biliyoruz. Elbetteki dünkü düşmanlarımız bugün dostumuz. Bunlar da görünüşte iyiniyetli ziyaretler. Ama elbet "şov" amacı da içeriyor. Ne olursa olsun bu tür ziyaretler Cumhuriyet Bayramı, 30 Ağustos, 18 Mart gibi günlere rastlatılmamalı diye düşünmekteyiz.
Böyle günlerde gözler Boğaz'da Türk savaş gemilerini görmek istiyor...
Acaba Deniz Kuvvetleri Komutanlığı aynı konuda ne düşünür?
Adana'da dün içme suyuna teröristlerce zehir karıştırıldığı söylentisi yayıldı. Vatandaşlar belediyeye telefon yağdırarak konunun aydınlatılmasını istediler. Adana Belediye Başkanı Aytaç Durak çıkan paniği önlemenin tedbirlerini araştırırken bize de telefonda "kuşku"larını aktardı:
- Geçenlerde yazmıştınız, dedi, Adana'da otobüs duraklarının camları kırılıyordu ve biraz araştırınca bu işi camcıların yaptığını saptadık. Bir başka olay... Geçen yaz depremden sonra vatandaş bir süre açık alanda gecelemiş sonra evine dönmüştü. O günlerde hoparlörlü bir takım araçların "Yine deprem olacak" diye mahalle mahalle dolaşarak korku yaydıklarını saptadık. Araştırınca gördük ki bunu yapanlar karpuzcular. Vatandaş açık alanda yaşarken çok karpuz satmışlar... Satışları yine artırmak için vatandaşı korkutup açık alana çıkarmaya uğraşırlarmış.- Bu defa da sucular mı demek istiyorsunuz?- Şimdiden kimseyi suçlamak istemem. Ama Adana'da böyle bir usül gelişti. Sular zehirlendi iddiasını su satışlarını artırmak için sucular çıkarıyor olabilir. Araştırıyoruz.Gazeteciye çatalRaif Aydın Anadolu Ajansı'nın İstanbul bürosunda ekonomi
Haber dün Hürriyet gazetesindeydi...
Bursa Milletvekili Cavit Çağlar, TBMM Genel Kurulundan cep telefonuyla eski İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı arıyor ve ona şöyle diyor:
- Sen merak etme, bak biz senin için buradayız işte... Dayan Tayyip seni kurtarıyoruz. 312'yi kaldıracağız, sen hiç merak etme..."
Cavit Çağlar'ın sahibi olduğu İnterbank'ın içini boşalttıktan sonra batırdığı ve en az 1 milyar dolarlık zararı devlete (yani halka) yüklediği aylardır yazılıp çiziliyor. Trilyonlarca alacağı olan yüzlerce kişi umutsuz bir bekleyişi sürdürüyor.
Cavit Bey'in batırdığı paraları ve alacaklıları kurtarmak için ne gibi bir çaba gösterdiği bilinmiyor.
Cavit Bey'in Borsa'ya kote 3 şirketi var: Nergis Holding, Sifaş ve Polylen... Bu üç şirketin hisse senetleri dibe oturdu.. Alım satımı durduruldu... Ellerinde bu hisse senetlerinden bulunan binlerce, on binlerce kişi büyük kayıplara uğradı... Cavit Bey'in bu insanları kurtarmak için çaba gösterip göstermediği de bilinmiyor.
Turkish Forum adlı gönüllü kuruluş dünyanın dört bir yanında Türkiye'ye karşı oynanan oyunları titiz biçimde izliyor. Bu konudaki haberleri bizlere elektronik mektupla postalıyor. Aşağıdaki haber Yunanlıların Boston'da tezgahladıkları yeni oyunla ilgili... Okuyalım:
...Türkiye'nin uyarılarına rağmen akıllanmayan Yunanistan, şimdi "KÜRDİSTAN"ın yerini alacak yeni "PONTUS oyunu"nun perdesini 30 Nisan - 2 Mayıs tarihleri arasında Amerika'da Boston şehrinde açacak. Atina'dan aldıkları talimat üzerine Washington ve New York'taki Yunanlı diplomatlar bu konuda faaliyetlerini hızlandırdılar.
Yunanistan, yukarıda belirtilen tarihlerde Boston'da düzenleyeceği bir dizi toplantıda PONTUS adını, Türkiye aleyhine uydurma bir soykırım senaryosuyla propaganda malzemesi olarak kullanılacak. Bu şekilde, "Ermeni soykırımı", "Kıbrıslı Rum Soykırımı", "Kürt Soykırımı"ndan sonra şimdi de, gene Yunanistan'ı yönetenlerin ürünü olan bir "Pontus Rum Soykırımı" masalı Amerika üzerinden dünyaya yayılacak.
Bu toplantının asıl amacı, uluslararası kuruluş ve devletlerden "Pontus Soykırımını" kabul etmesi için Türkiye'ye baskı yapılmasına zemin hazırlanmasıdır.
Kısaca "küskün" adı verilen ve esas dertleri Meclis'ten 1,5 yıl daha maaş götürmek olan malum milletvekillerine en büyük tepki DYP, ANAP ve DSP'den geliyor. Mesut Yılmaz bu milletvekillerine "yüzsüz" hatta "hain" damgası vurmaya kadar götürdü işi... DSP Lideri Bülent Ecevit ise küskünler hareketinin başarıya ulaşmasından CHP'yi sorumlu tutuyor.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Profesör Onur Kumbaracıbaşı telefonda bu konudaki düşüncelerini dile getiriyor... Bakınız ne diyor:
- CHP'den sadece 9 küskün milletvekili var. Küskünler adı verilen milletvekillerinin yarıdan çoğu DYP'li, ANAP'lı ve DSP'lidir. Şimdi hain damgası vurulan bu milletvekillerini üç lider geçen seçim öncesinde masabaşına oturup seçti. Nasıl bir seçim yaptıkları ortada. Şimdi kabahati CHP'ye yıkmaya çalışıyorlar. Neymiş? CHP küskünlerin 268 oya ulaştığı geçen oturumda tam kadro Meclis'te bulunmamış. Biz tam kadro Genem Kurul salonunda bulunsaydık dahi sayımız durumu kurtarmaya yetmezdi. Kimse geçmişte kendi yaptığı kirli tercihlerin faturasını bugün bize yüklemeye kalkışmasın...
Prof. Kumbaracıbaşı bir konunun daha altını çiziyor:
- Eğer küskünler
Gece, kendi kimliği ve tarihine yazdığı bütün suçlar ve sırların karanlığında kendi derinliklerine de uzanabilir... Sabaha da çıkabilir. Seçecek olan sensin.
Gece sen dilersen ulaşır sabahlara... Senin bahtsızlığın sonucu kendi ekseninde derinleşebilir, kimi zaman bir asır kadar da uzayabilir kendi kendine eklenerek...
Kaybolabilirsin gecenin içinde ve gün yüzüne çıkmak istediğinde bakarsın kollarının gücü kesilmiş ve sen yine gecenin bilinmedik bir yerindesin... Keyfine kapılmışsan boş ve dipsiz duyguların... Veya içine düşmüşsen yaşandıkça bağımlılığı artan acıların. Artık oradan çıkıp çıkmayacağına karar verecek olan o'dur; yani Gece...
Tatlıdır rüyaları ve uyutuculuğuyla... Ve buluşabileceğin en iyi mekandır kendinle... Yapacak işin yoksa kalakalırsın orada... Bekleyenin varsa veya aydınlığı özleyen bir yüreğin; çıkacaksın, soluğunu ve umutlarını zorlayarak aydınlık sabahlara...
Boş bir konserve kutusu gibi yuvarlanmaktan ibaret değildir hayat... Gecenin ardından gelen sabahlarda anlarsın onu da...
(Not: Bir süre önce gecelere karışmış bir dosta yazılmıştı... Sözü edilen gece lacivert değil siyah