Ümit Mahanoğlu adlı genç, bir arkadaşının ablasına kan vermek üzere Hacettepe Hastanesi Kan Bankası'na başvuruyor. Bu genç adamın tek kulağında küpe vardır. Görevli hemşire: "Kulağınızda küpe var, sizden kan alamayız!" diyor. Genç adam sebebini soruyor... Acaba kulağında küpe olan hanımlardan da kan alınmıyor mu?..
Hemşire, küpeli hanımlardan kan alındığını söylüyor;
- Ancak, diyor, hanım göbeğine küpe takmışsa ondan da almıyoruz.- Peki sebep?- Direktörümüz Osman İlhami Özcebe'nin bu konuda sözlü talimatı var.Hacettepe Kan Bankası Direktörü Doç. Osman İlhami Özcebe'yi arıyoruz. Diyor ki: - Bütün dünyada bu iş böyledir: Mesela mahkumlardan ve vücudun değişik yerlerini deldirerek "takı" takan kişilerden en az 1 yıl süreyle kan alınmaz. - Bunun makul bir izahı?- Cildimiz tıbbi kontrol altında olmadan herhangi bir şekilde delindiği zaman kan yoluyla bulaşan birtakım enfeksiyonlara maruz kalma riskimiz artıyor da ondan... - Ama alınan kan test ediliyor nasılsa?..- Tabii. Ancak, her ne kadar bu enfeksiyonları birtakım tarama testleriyle tarasak
İstanbul'un tarihini en iyi bilen, en iyi yorumlayan isimlerin başında gelen Çelik Gülersoy, bu bilgilerini TRT 1'de"Gizli Kalmış Bir İstanbul Tarihi" adlı dizide genç kuşaklara aktarıyor. İstanbul'un tarihini, yaşamını, tanıklık ettiği dramatik olayları Bizans'tan başlayarak günümüze taşıyor.
Ne var ki TRT bu programı adeta halktan gizliyor. Salı akşamları yayımlanan program katiyen ilan edildiği saatte başlamıyor. Geç vakitlere sarkıyor. Çocukların izleme saatinin dışına çıkıyor. Eften püften programlar gazete ilanlarıyla duyurulurken bu programın duyurulması için çaba gösterilmiyor.
Bundan sonra çaba gösterilse de geç... Çünkü 22 bölümlük dizinin bu akşam sondan ikincisi yayımlanıyor. Program önümüzdeki Salı akşamı noktalanıyor.
Programı izlerken ihmalcinin yalnızca TRT yönetimi olmadığını, programı hazırlayanların da işi ellerinin ucuyla tuttuklarını gözlüyorsunuz.
Çelik Bey'in tatlı sohbetini İstanbul'a ilişkin gravürler, resimler, fotoğraflarla süslemek mümkünken, yapımcı bu zahmete girmemiş... Çelik Bey'in konuşmasında geçen ve bugün hala var olan mekanları bile, bir zahmet çekip programa eklememiş. Çelik Bey'
Siyasetten futbola, iş hayatından devlet hayatına, her alanda daha iyi lider beklentisi içinde yaşarken... Acaba kendi kafamızda "lider" kavramını yerli yerine oturttuk mu? Kimdir lider?..
John Maxwell, "İçinizdeki Lideri Geliştirmek" (Beyaz Yayınları) adlı kitabında liderlik ve yöneticilik kavramlarının sık sık karıştırıldığını anlatıyor. Ve lider tanımının netleşmesine katkıda bulunuyor:
- Başkalarının daha iyi çalışmasına yardımcı olan kişi yöneticidir.
- Çalışacak daha iyi insanları oluşturan kişi liderdir...
İnsanlar yönetilmek değil yönlendirilmek isterler, diyor Maxwell ve ekliyor:
- Eğer birini yönetmek istiyorsanız kendinizi yönetin...
Boston Flarmoni Orkestrası'nın ünlü şefi Benjamin Zander, "orkestrasını almadan" İstanbul'a geldi ve Lütfü Kırdar Kongre Merkezi'nde piyano başında "müzikli" bir konferans verdi. Parlak müzik kariyerinin yanında "liderlik" ve "yönetim" konularında felsefi derinlikler içeren fikirleriyle de tanınan Zander, vakit buldukça dünyayı gezip şirket yöneticilerine konferanslar veriyor. Zander'in "hayata dair" küçük derslerinden bir bölüm aktaralım:
...Boston'da ders verdiğim okulda 45 öğrencim var. Çok yetenekli gençler. Güzel de çalıyorlar. Ama çalarken gerginlikleri yüzlerinden okunuyor: "Daha iyi olabilecek miyim", "Başkaları benden daha mı iyi acaba?" "Ya beğenmezlerse!."
...Çünkü bizim kültürümüzde herşey "başarı"ya endekslenmiş. İlkokulda bir koro düşünün: Çocuklardan biri beceremiyor şarkı söylemeyi... Öğretmen gelip kulağına fısıldıyor:
- Dudaklarını kıpırdatıp söyler gibi yap, ama sakın sesini çıkarma!
"Lider"e yakışır öğüt değildir bu... Muhtemelen o çocuğu yaşamın arka sıralarına itecektir. Lider, çevresindekilerin kapasitelerine inanan, bunları açığa çıkarıp geliştirmenin yollarını arayan kişidir.
Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nin farklı bölümlerinde okuyan 100 genç, "ülke gerçeğini" gidip yerinde görmek amacıyla bugün "Şark Ekspresi"yle Güneydoğu'ya hareket ediyor... Geziyi düzenleyen ODTÜ İletişim Topluluğu'nun Başkanı Yıldıray Oğur, "Geleceğin Türkiyesi, Türkiye'nin Geleceğine Gidiyor!" başlıklı etkinlik hakkında şu bilgileri verdi:
- 36 milyonluk seçmen kitlesinin 20 milyonu "genç" olan bir ülkede, "genç" nüfusun en bilinçli kesimi olan üniversite gençliğini olumlu yönde kullanamıyoruz ne yazık ki.. Üniversitelinin potansiyeli şimdiye dek hep marjinal hareketlerde sınandı. Üniversite merkezli terör girdabına düşen Türkiye, altın değerinde yıllar kaybetti. Bizim amacımız bu süreci tersine işletmek... Sesleri çok çıksa da sayıları aslında çok az olan aşırı uçları bir kenara bırakırsak üniversite gençliğinin büyük çoğunluğu ortak beklentilere sahip: İyi bir yaşam, toplumsal barış, sağlıklı iletişim, dürüst siyaset, temiz toplum.. Önemli olan; ortak paydaları öne çıkarıp o yönde (ve bir arada) çalışma ortamını sağlamak.. "Şark Ekspresi" projemiz bu yönde atılmış bir ilk adım...
- Neden ilk durak Güneydoğu?
- Ülkemizi 30
Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919 günü Samsun'a çıktığında ülkenin manzarası tek kelimeyle umutsuzdur. Padişah tahtını koruyabilmek için işgalcilerle işbirliğine yönelmiş, ordunun silahları elinden alınmış, İstanbul, İzmir ve Güney illeri işgale uğramış... Halkın çoğunluğu aynı zamanda halife olan Padişah Efendi'nin hainliğinden habersiz. Din ve gelenek bağlarıyla onun peşinden sürükleniyor. Okumuş yazmış kesim İngiltere ve Fransa'yı karşımıza almayalım havasında. Saldırgan devletler bundan aldıkları cesaretle Anadolu'yu paylaşma planları yapıyor.
Mustafa Kemal Samsun'a, kurtuluş umutlarının böylesine karardığı bir günde ayak basarken ne düşündüğünü şöyle anlatır:
"Bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak.
Gerisini Büyük Nutuk'tan okuyalım:
"Bir an için bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını düşünelim. Ne olacaktı? Tutsaklık...
Peki efendim, öteki kararlara uymakla da sonuç bu olmayacak mıydı?
19 Mayıs coşkusuyla her yaştan "genç"lerin bayramını kutlarken Uygur Kocabaşoğlu'nun "İki Arada Bir Derede" adlı kitabına; bugünün nasıl "bayram" olduğuna dair ilginç notlara bir göz atalım...
Oradan öğreniyoruz ki... 27/5/1935'te kabul edilen "Ulusal Bayram ve Tatiller Hakkında Kanun"un belirlediği bayramlar hiyerarşisi içinde Gençlik ve Spor Bayramı'na yer verilmemiş. Oysa... Atatürk'ün milli mücadeleyi başlatmak için Anadolu'ya ayak basış tarihi olan 19 Mayıs, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Samsun'da "Gazi Günü" adı altında kutlanıyor. 1930'larda kutlamalar giderek yurda yayılmış. (Ama resmiyet kazanmış değil hala.) 1937 yılı 19 Mayıs'ında yayımlanan bir gazete haberini okuyalım:
"19 Mayıs milli tarihin ilk sahifesidir. Büyük halaskar o gün anavatana ayak bastı. (..) Türk milletinin gençleşmesinin sembolü olan 19 Mayıs, en isabetli bir karar olarak gençliğin spor bayramı olmakla beraber bu seneden itibaren bütün millete mal edilmiş bir bayram mahiyeti almaktadır."
Anlaşılıyor ki, "çok kapsamlı" kutlamalara 1937'den itibaren başlanmış. Kocabaşoğlu'nun notlarından okuyoruz:
"İki yıl önce çıkarılan yasada
Askeri havaalanlarımızı NATO uçaklarının kullanımına sunduktan bir adım sonra... Savaş uçaklarımızın da "ateş hattı"nda göreve çağrıldığını öğreniyoruz. Gelişmeler üzerine Sivil Toplum Kuruluşları Birliği Başkanı Prof. Bülent Berkarda, bütünüyle paylaştığımız kaygılarını dün şöyle dile getirdi:
"Giderek tırmandırılan savaş kışkırtıcılığından; halkımızı ve ordumuzu sonu bilinmez bir maceraya sürükleme girişimlerinden kuşku duymaktayız. Avrupa'nın ortasında yaşanan insanlık dramının sonuçlandırılmasına katkı sağlayabilecek her türlü insani girişimden yanayız. Ancak bu görüntü altında, sonu belirsiz uluslararası senaryolara alet olmayalım.