Yaşamını sosyalizm mücadelesine adamış eski tüfeklerden biri daha sonsuzluğa göçtü... 81 yaşında yaşama veda eden sendikacı - yazar Zihni Anadol, Feriköy Mezarlığı'nda toprağa verildi önceki gün...
Sekizde biri hapislerde geçmiş çileli ömrünün hiçbir döneminde "insanın insanca yaşayacağı günler" hayalini yitirmemiş bu ihtiyar delikanlıyı saygı ve rahmetle anarken sözü oğlu Kemal Anadol'a bırakalım:
- Yıl 1953 ya da 54... Ortaokul öğrencisiyim. Sınıf arkadaşlarımın bana karşı tavrı bir gün aniden değişti. Kimse konuşmuyor; vebalı gibi bakıyorlar. Meraktan çatlayacağım. Bir arkadaşıma sordum:
"Yahu n'oldu? Niye konuşmuyorlar benle?.."
"Bir Cumhuriyet gazetesi al" dedi arkadaşım usulca.
Gidip aldım. Birinci sayfada saçı sakalı birbirine karışmış 10 - 15 genç adamın vesikalık resimleri var. "Büyük Komünist Tevkifatı" başlığı altındaki fotoğrafları dikkatle inceleyince ne göreyim; içlerinden biri de babam... Arkadaşlarım o yüzden konuşmuyormuş benimle. Yıllar sonra aklım erdiğinde "Neydi o?" diye sormuştum babama... Meğer Amerikan Dışişleri Bakanı John Foster Douglas Türkiye'ye gelecekmiş o günlerde. Sırf "
Dış dünyada tanıtım eksikliğinden, kendimizi yeterince anlatamadığımızdan yakınır dururuz. Peki tanıtım fırsatlarını nasıl kullanırız? İşte örneği...
Emekli Büyükelçi Tevfik Ünaydın, Cumhuriyet'teki yazısında, en şaşaalı "tanıtım" etkinliğimiz sayılan New York'taki "Türk Günü Yürüyüşü"nden bahisle bakınız neler anlatıyor:
"Her yıl Mayıs ayında düzenlenen `Türk Günü Yürüyüşü', 1980 yılında özellikle New York'ta bulunan 20'yi aşkın dernek arasındaki oldukça gevşek olan bağları sıklaştırmak, Amerika'daki Türklerin birlik ve dayanışma duygularını güçlendirmek için (sadece ABD'deki Türklere yönelik bir etkinlik olarak) başlatılmıştır. Etkinliğin Türkiye'nin tanıtılması gibi bir amacı yoktur. Ancak sonraları amacı saptırılmış ve `yürüyüş' Türkiye'nin Amerika'da tanıtılmasına yönelik bir etkinlik haline dönüşmüştür..."
Emekli Büyükelçi Ünaydın, bu vesileyle New York'a gönderilen mehter takımlarından, TBMM'den "kura" yöntemiyle seçilip gönderilen milletvekillerinden, 1991'de Cumhurbaşkanı Özal'ın programa alınmış olmasına rağmen "güvenlik gerekçesiyle" gerçekleşemeyen katılımından da söz ederek devam ediyor:
"...Bu `yürüyüş'
MHP'nin geçmişe göre ne kadar değiştiği, ne kadar değişmediği merak ediliyor. Bu yüzden MHP sözcülerine sık sık 12 Eylül öncesi ile ilgili düşünceleri soruluyor. Örnek olarak Abdullah Çatlı'nın adı gündeme getiriliyor. Bu sorular karşısında MHP'li yetkililerin tavrı değişmiyor: 12 Eylül öncesine ilişkin bir özeleştiri yapmayı gereksiz görüyorlar. Abdullah Çatlı'dan söz edildiğinde, onun 12 Eylül sonrasındaki faaliyetlerine olmasa da 12 Eylül öncesi kimliğine sahip çıkıyorlar.
Bu tavır, Parti'nin daha önceki Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in ölümüne yakın yıllarda aldığı tavırdan farklı... Alparslan Türkeş, partisini, 12 Eylül öncesinin kimi görüntülerinden ayırmaya çalışıyordu son dönemde... Ölümüne yakın aylarda Kanal 7'de Zahit Akman'la yaptığı bir röportajda bu konuda çok açık mesajlar vermişti. Bakınız 15 Ocak 1977'de Kanal 7'de yayınlanan röportajda neler söylüyor Türkeş:(Banttan aynen alınmıştır)Zahit Akman: "Devletin 12 Eylül öncesinde bazı kişileri kullandığı... Özellikle ülkücü kesimden Abdullah Çatlı'nın MİT tarafından kullanıldığı iddiaları konusunda ne düşünüyorsunuz?"Alparslan Türkeş: "Bu mesele,
Vatandaş, altında mayosu, ayağında şıpıdık terlikleri, havuz görevlisine yanaşarak sormuş:
- İzin verirseniz havuza işemek istiyorum.
Görevli, hiç düşünmeden reddetmiş isteği:
- Kesinlikle olmaz.
- İyi ama, demiş, şu arkadaş demin, hem de tramplenin tepesinden işedi, ona ses çıkarmadınız...
- O sizin gibi izin istemedi ki!
Her gün Türkiye'de yeni bir çete ortaya çıkıyor. Susurluk çetesiyle başlayan sürecin de artık yavaş yavaş suyu çıkıyor. Cinayet çetesi, şantaj çetesi, tahsilat çetesi, sahte para çetesi, hatta börek çetesi derken ve de "Bir kulağımızın arkası kaldı" diye hayıflanırken şimdi de tele - kulak çetesi çıkıverdi ortaya. Memleketin insanı her işine çeteyi bulaştırır oldu. İşte ortaya çıkmasını beklediğimiz muhtemel çeteler:
Börek Çetesi, Çörek Çetesi, Biz de Görek Çetesi, Çetelerin Çetesi, Çetelerin Çetesi de Ne Demek Ulan Çetesi, Sen Kime Ulan Diyorsun Lan Çetesi, Gelmeyim Oraya Çetesi, Gelsen Ne Olacak Çetesi, Hooooop Ayıp Oluyor Çetesi, Abla Şu Parayı Ön Tarafa Uzat Çetesi, Ustam Şu Çorbaya Biraz Tuz At Çetesi, Evladım Geç Oldu Yat Çetesi, Üçe Al Beşe Sat Çetesi, Okeye Dördüncü Çetesi, Çüşş Ayı Çetesi, Köprüyü Geçene Kadar Dayı Çetesi, Bırakın Çete Kurmayı Çetesi, Bu Adamı İlk Onbirde Oynatırsan Olacağı Bu Tabii Çetesi, Bu Çetelerden Kurtuluş Yok Abi Çetesi...(Ayşe Akkuş)Bir ileri iki geriToplumun yaklaşık üçte biri kendini "ilerici" diye tanıtan partilere oy veriyor. Üçte ikisi ise kibarca muhafazakar olarak
Yeni bir çetemiz oldu: Telekulak çetesi... Senkron TV'nin sahibi Levent Altınay ve adamları 40 kadar gazeteciyi, birçok siyasetçiyi, işadamını, sanatçıyı dinlemişler. Bu işi nasıl mı yapmışlar? Evin dışındaki telefon kablolarına taktıkları cihazlarla...
Şirkette bir de Rus vatandaşı çalışıyormuş. Bu işlerin uzmanı eski bir KGB ajanı...
Telefonu dinlenenler arasında Mimarlar Odası Başkanı ve yazar Oktay Ekinci ile Radikal Gazetesi yazarı Perihan Mağden de yer alıyor. Bu iki isim Süzer'e ait Gökkafes'in yasalara aykırılığına ilişkin yazılar yazmışlardı. Senkron TV'nin sahibi Levent Altınay'ın Mustafa Süzer'in ortağı olması ilginç ipuçları veriyor.
Dün ifadesine başvurulan Oktay Ekinci, çıkışta gazetecilerin sorularını yanıtlarken şöyle diyor:
- Önemli olan kimin dinlediği değil, kimin dinlettiğidir. Hepimizin malumu, Gökkafes'in sahiplerinin veya sahiplerine yakın kişilerin dinlettiğini sanıyorum...
Oktay Ekinci düzenli olarak her hafta en az iki tehdit mektubu aldığını sözlerine ekliyor.
Meraklı bilgiler... tatlı şeyleri de daha tatlı kılar. Zerdali ile kayısının ilk olarak Çin'de, Han sülalesinin ilk dönemlerinde yetiştirildiğini; Büyük Kral Kaniska'nın aldığı Çinli tutsakların bunları Hindistan'a soktuğunu, zerdali ile kayısının oradan da İran'a yayılarak İsa'dan sonra birinci yüzyılda Roma İmparatorluğu'na ulaştığını; kayısı erken olgunlaşan bir meyve olduğu için "apricot" (kayısı, zerdali) kelimesinin "precocious" (erken gelişmiş) kelimesi ile aynı Latince kökten geldiğini; "apricot" kelimesinin başındaki "A" harfinin yanlışlıkla bir etimoloji hatası olarak eklendiğini öğrendiğimden beri kayısı ve zerdaliden daha çok zevk alıyorum. Bütün bu bildiklerim bu meyveyi benim için daha lezzetli hale getiriyor.
(Bertrand Russell)
Amerikan Hastanesi'nin "Diyabet" Bölümü doktor ve dietisyenleri, Ceylan İntercontinental Oteli'nde önceki gün şeker hastalarına yönelik bir seminer verdiler. Diyabet tedavisi ve diyet konusunda son gelişmelerin aktarıldığı seminerin ilk bölümü sonunda kısa bir yemek arası verildi. İnsülin kullanan şeker hastaları o ara iğnelerini vurdular, arkasından da açık büfeye geçip afiyetle atıştırdılar.
İkinci bölüme geçildiğinde... Diabetiklere yönelik en son beslenme tekniklerini anlatmak üzere kürsüye gelen diyetisyen Hatice Ökten şu küçük açıklamayı yaptı:
- Az önce açık büfede sunulan yemeklerle ilgili bir not düşmek istiyorum: Özel bir diyet mönüsü planlayıp otelin mutfağına vermiştik. Ama bizim istediğimiz diyet yemekleri galiba otel içindeki bir başka kokteylin mönüsüyle karıştı. Bize ait mönü bir başka kokteyle gitti; oranın kızartmalı - sigara börekli mönüsü de bizim buraya geldi. Neyse... Bir defadan birşey olmaz. Ama az önce açık büfede yediğiniz gibi yememelisiniz işte!..
Salonda kahkahalar yükseldi. Küçük yanlışlık, hoş bir ders olmuştu...
***
İkinci bölümde Doç. Dr. Şafak Güven, diyabet riskini