Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919 günü Samsun'a çıktığında ülkenin manzarası tek kelimeyle umutsuzdur. Padişah tahtını koruyabilmek için işgalcilerle işbirliğine yönelmiş, ordunun silahları elinden alınmış, İstanbul, İzmir ve Güney illeri işgale uğramış... Halkın çoğunluğu aynı zamanda halife olan Padişah Efendi'nin hainliğinden habersiz. Din ve gelenek bağlarıyla onun peşinden sürükleniyor. Okumuş yazmış kesim İngiltere ve Fransa'yı karşımıza almayalım havasında. Saldırgan devletler bundan aldıkları cesaretle Anadolu'yu paylaşma planları yapıyor.
Mustafa Kemal Samsun'a, kurtuluş umutlarının böylesine karardığı bir günde ayak basarken ne düşündüğünü şöyle anlatır:
"Bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da ulus egemenliğine dayanan bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak.
Gerisini Büyük Nutuk'tan okuyalım:
"Bir an için bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranılacağını düşünelim. Ne olacaktı? Tutsaklık...
Peki efendim, öteki kararlara uymakla da sonuç bu olmayacak mıydı?
Şu ayrımla ki, bağımsızlığı için ölümü göze alan ulus, insanlık onur ve şerefinin gereği olan her özveriye başvurduğunu düşünerek avunur ve kuşkusuz, tutsaklık zincirini kendi eliyle boynuna geçiren uyuşuk, onursuz bir ulusa oranla dost ve düşman gözündeki yeri çok başka olur..."
Atatürk'ten bugünün gençliğine uzanan unutulmaz derslerden biri yukardaki satırlardadır.
***
Affedici olabilmek veya olabilememek.. İşte sık sık karşımıza çıkan bir ikilem. Eğer bu konu üzerinde durmaya niyetliyseniz Alan Loy McGinnis'in "Dostluğun Gücü" (Beyaz Yayınları) kitabından aşağıdaki satırları birlikte okuyalım:
"Rahatça affedebilmek için, kendi hatalarımıza gösterdiğimiz cömert hoşgörüyü başkalarına karşı da göstermemiz gerekir. İnsan ilişkilerinde, kendi hatalı hareketlerimize karşı ne kadar anlayışlı olabildiğimiz dikkat çekicidir (o hatayı isteyerek yapmamışızdır veya bir stres anına denk gelmiştir, o gün iyi hissetmiyoruzdur veya bir dahaki sefere daha doğru davranacağızdır). Kendimizi olduğumuz gibi değil de olmak istediğimiz gibi görmeye eğilimli olmamıza karşın başkalarını oldukları şekilde görürüz."
***
Açıkgöz takımı...
Gazeteciliği paraya dönüştüren çok açıkgöz gördük.
Ama en başarılılarını ıskalamışız.
Bu arkadaşlar kimi dergilerde borsa yazıları yazıyor. Okurlarına her hafta fiyatı artacak hisse senetleri konusunda fikir veriyorlar.
Söylentiye göre... Bunlar cuma günleri fiyatı artmaya meyyal bir veya iki hisse senedinden külliyetli miktarda alım yapıyor...
Sonra oturup o hisse senedini sütunlarında pompalıyorlar.
Pazar günü bu yazılardaki methiyeleri okuyanlar, pazartesi sabahı koşa koşa o hisse senedine yöneliyorlar. Senedin değeri yüzde 5 - 10 artıyor. Bu açıkgözler de cuma günü satın aldıkları hisse senetlerini pazartesi günü en az yüzde 10 fazlasına okutuyor.
Bu tezgahta sadece saflar mı ütülüyor? Hayır... Aynı zamanda ekonomi gazeteciliği de yara alıyor. Bunların sayısı ikiyi üçü geçmiyormuş gerçi. Yine de mesleğe yakışmıyor...
İşlevsel organ
Erkeklere bir iyi, bir kötü haber...
İyi haber:
"Önemli olan büyüklüğü değil işlevselliğiymiş..."
Kötü haber...
Söz konusu olan kadın beyni.
Hürriyet'te dün yayımlanan haber şöyle diyor:
"Kadınların beyni küçük ama erkeklerinkinden daha işlevsel".
N'aber?
***
Gazeteci Oral Çalışlar 1 yıl 1 ay ceza aldı...
Çok normal... Yanlışlıklar Komedyası'nı oynayan bir sistem, "Doğruyu yazma özgürlüğü"nü elbet cezalandıracak.
***
Washington notları
Borsadaki endeksin düşmesi üzerine kendisini CHP Kurultayı'na endeksleyen "Takipçi Gazeteci"
Fahrettin Fidan, genel başkan adaylarının dün Washington Restoran'da yaptıkları yemekli toplantıyı dakika dakika takip etti. İşte tuttuğu notlar.
. Yemekli toplantıya ilk gelen aday
Murat Karayalçın oldu. Kendisine, niçin bu kadar erken geldiğini sordum, ne yapayım,
Washington lafını duyunca emir telakki ettim, coşa coşa, pardon koşa koşa geldim, yanıtını verdi.
. Masaya servis yapan şef garson, adaylara teker teker ne yiyeceklerini sordu.
Murat Bey, amerikansalatası istedi.
Fikri Sağlar'ın, "deniz mahsulleri" siparişi vermesi yan masada bir anda soğuk bir rüzgarın esmesine sebep oldu.
Deniz Baykal adına toplantıyı yan masadan izleyen
Adnan Keskin'in,
Fikri Sağlar'a hitaben, "O deniz mahsulleri boğazında kalır inşallah" şeklindeki bedduası dikkatimden kaçmadı.
. Toplantının birinci gündem maddesi, aday sayısının azaltılmasıydı... Ancak bu amaçla yapılan önceki toplantının, aday sayısını iki kat artırdığı hatırlatılınca birinci madde gündemden çıkartıldı, doğrudan ikinci maddeye geçildi.
. Gündemin ikinci maddesi hesabı kimin ödeyeceği...
Fikri Sağlar, "Deniz Baykal ödesin" derken,
Adnan Keskin, elindeki bıçakla ona doğru ani bir hamle yaptı; araya giren garsonlardan biri olayı hafif sıyrıklarla atlattı.
. Garson CHP üyesiymiş, ilk tedavisi yapıldıktan sonra bana gelerek, partiden istifa ettiğini açıkladı. Israrlı ricam üzerine istifasını geri çekti, genel başkan adayı oldu.
. Hava bu yüzden elektriklendi. Ancak lokantadaki elektriklerin kesilmesiyle birlikte salondaki elektriklenme de aniden sona erdi. Biraz sonra elektrikler geldi, ortalık aydınlandı. Aaa, o ne! Adayların hepsi bir anda toz olmuş, garsona da hesabı benim ödeyeceğimi söylememişler mi?
. Demek kartelci medyaya kazık ha? Ben de intikamımı aldım. Washington Restaurant'taki bütün garsonları ayarladım; kurultayda hepsi aday olacaklar!
***
İyi bir kanun yapıcısı suçları cezalandırmaktan ziyade onları önleme yoluna gider.
Montesquieu***
Yazara E-Posta: m.asik@milliyet.com.tr