Kitaplı rüyalar...

2 Nisan 2000


       Büyük ÅŸair Fazıl Hüsnü DaÄŸlarca, Ankara Ãœniversitesi’nin “Dil" dergisinde yayınlanan röportajda, kitap okuma sevdasının ruhunda ilk yeÅŸerdiÄŸi günlere, çocukluÄŸuna dönüyor... Ve bakın ne diyor:
       - Bir çocuÄŸun en büyük eÄŸitimi, okuyamasa da evde kitap görmesidir. Evde görülen kitap çocuÄŸun bütün gecelerini dolduruyor. Kitaptan geceleri bir ışık çıkıyor sanki ve insanı dolduruyor. Ä°lkokul 4’ü okuduÄŸu günlerde, babasına ait kütüphaneden “ÇaÄŸdaÅŸ Yunan Felsefesi" isimli kitabı (cildi pek hoÅŸuna gittiÄŸi için!) izinsiz yürütmüş minik DaÄŸlarca... Birkaç gün sonra okuldan eve dönüşte bakmış ki bir vaveyladır kopuyor... Babası, annesini köşeye kıstırmış, “Bir kitaba sahip olamıyorsun!" diye esip püskürüyor... Afacan Fazıl bunun üzerine tüm cesaretini toplayıp aranan kitabın çantasında olduÄŸunu itiraf ediyor. Hala burnundan soluyan baba, kitaptan ne anladığını sorduÄŸunda da bir bir anlatıyor...
       - Baktım, sesi biraz yumuÅŸadı. Anladım ki, kazanıyorum. Sonunda kitabı önüme atarak “Al kitabı, defol!" dedi. Babamın kızarak beni kovması tam tersine bir etki yaptı. Moral oldu

Yazının Devamı

Moda iskelesi...

1 Nisan 2000


     ÂAtatürk'ün Ä°stanbul'da en sevdiÄŸi iskelelerden biridir Moda iskelesi... Büyük mimar Vedat Tek'in projesiyle 1916'da yapılan tarihi iskele, 1985'te sefer hattı dışına çıkarılarak kaderine terkedildi... O gün bugündür mezbelelikten farksız, ağır ağır çürümekte...
       Denizcilik İşletmesi bir süre önce iskeleyi Deniz Ticaret Odası'na kiraladı... Bir restorasyon projesi hazırlayan Oda, bunu 2 No'lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu'na sundu... Proje iskeleyi "Deniz Ticaret Odası Lokali" haline getiriyordu... Kurul, projenin bu haliyle onayının mümkün olmadığı kararı verdi.... Ve özetle dedi ki:
     Â"Zemin katta öngörülen yemek salonunun uygun bulunmadığına, (...) özgün iÅŸlevi ile korunacak ÅŸekilde iskele olarak düzenlenmesine; iskele yapılana kadar denizle ilgili sergileme mekanı olarak kullanılabileceÄŸine, üst katın (terasın) sosyal ve kültürel amaçlı olarak kullanılabileceÄŸine, bu anlamda yeniden düzenlenecek restorasyon projesinin kurulumuza sunulmasına karar verildi..."
       Dün danıştığımız 2 No'lu Kurul yöneticisi Mimar Behruz Çinici, Moda İskelesi'nde Büyükada iskelesinde olduğu gibi üst katında "lokal"e yer veren bir projenin onayının

Yazının Devamı

İçişleri yanıtı

31 Mart 2000


       Türkiye'de turistik vizeyle çalışan Moldavyalı hanımların gümrüklerde yaşadığı sıkıntıdan söz etmiştik geçenlerde...
       Aylık 300 - 350 dolar maaş karşılığında Türkiye'de yardımcılık veya bakıcılık yapan Moldavyalı hanımlar, vize süresini aşmaları halinde gümrükte külliyetli miktarda "rüşvet" ödemek zorunda bırakılmaktan şikayetçiydi...
     Â"EÄŸer Moldavyalılar yasayı ihlal ediyorsa, cezasını makbuzuyla birlikte keser, tahsil edersiniz..." deyip "Rüşvet almaya kimsenin hakkı yok" diye eklemiÅŸtik...
       İçişleri Bakanı Sadettin Tantan imzasıyla gelen yazıda konuyla ilgili açıklama yapılıyor ve şöyle deniyor:
       "...Moldavyalı bayanlar usule uymadan kaçak olarak çalışmaktadırlar. Kalış süreleri, vize süresiyle sınırlı olup bu süreden fazla kalacak olanların emniyet makamlarından Yabancılara Mahsus İkamet Tezkeresi almaları zorunludur. Vize süresini aştıkları halde bu tezkereyi almayan yabancılar hakkında adli kovuşturmayı mümkün kılacak yasal düzenleme olmadığından kendilerinden Vergi Usül Kanunu hükümleri çerçevesinde makbuz karşılığı vergi ziyaı cezası alınmaktadır. Bir ay süreyle vize ihlalinde bulunulduğu takdirde 54 milyon TL ceza

Yazının Devamı

Tüpraş hakkında

30 Mart 2000


       Profesör Onur Kumbaracıbaşı'nın TüpraÅŸ'ın özelleÅŸtirmeden sonra ikiye bölüneceÄŸi konusundaki görüşleri sütumuzda yayınlanmıştı. ÖzelleÅŸtirme Ä°daresi BaÅŸkan'ı UÄŸur Bayar, Prof. Kumbaracıbaşı'ya hitaben yazıp bize de bir kopyasını gönderdiÄŸi yazıda konuya açıklık getiriyor. Özetle ÅŸu görüşleri ifade ediyor:
       Yazıda SPK görüşü olarak ifade edilen belge gizli deÄŸildir. Bu görüş 5 sene öncesine aittir. Yıllar önce ve baÅŸka bir ÅŸirket hakkında yapılan yazışmadır.
       ÖzelleÅŸtirme idaresi geçmiÅŸ yıllar içinde hem TüpraÅŸ, hem de Petkim'e dair her türlü özelleÅŸtirme stratejisini gözden geçirmiÅŸtir. Ancak kamuoyuna defaaatle açıkladığım, çok yakın tarihlerde düzenlenen halka arzla ilgili tüm rafineri toplantılarında söylediÄŸim üzere, TüpraÅŸ'ın ÅŸu andaki satış stratejisi çalışanlara ve halka arzdır. Bunun da yalnız ve yalnız tek bir sebebi vardır; o da sermayenin tabana yayılması, çalışanların kendi ÅŸirketlerinin geleceÄŸinde söz sahibi ve ortak olması, belki de ilerde yönetimde söz sahibi olabilmeleri, hissedarlar demokrasisinin hayata geçmesidir.
    &

Yazının Devamı

Vay sahtekar vay!

29 Mart 2000


       Hafta sonu sahaflarda gezinirken sararmış yığınlar arasında bir kitap ilişti gözümüze: "Meşhur Adamların Meçhul Tarafları..."
       1964 basımı kitapta hikaye edilen meşhur adamlardan biri de... P.T. Barnum... Amerikan tarihinin en büyük sahtekarıymış.. Bununla da öğünürmüş... Ne herzeler mi çevirmiş?.. Efendim, bir keresinde "kiraz renkli" bir kedi sahibi olduğunu ilan etmiş... "İnanmıyorsanız gelin görün!" diye ortalığı iyice kızıştırdıktan sonra kediyi görmeye gelenleri sıraya dizmiş, üçer - beşer para toplamış.. Perdeyi, hasılatı tümüyle tahsil ettikten sonra kaldırmış... O da ne!.. Bir uyuz kara kedi...
       Protestolar yükselirken Barnum gülüyormuş:
     Â- Severek yediÄŸiniz kimi kiraz türleri de vardır ki, siyahtır!..
       Bir defasında da "Kuyruğu yerinde kafası, kafasının yerinde de kuyruğu olan bir atım var!" diye ilan vermiş.. Bu hilkat garibesini görmeye koşanlar 25'er senti bastırdıktan sonra ne görseler iyi?.. Sıradan bir at... Lakin... Barnum, atı ahırda "kuyruğu yemliğin içine girecek şekilde!" ters bağlamış... İtiraz edenlere de fırça atmış:
     Â- Ne bağırıyorsunuz! "Kafasının yerinde kuyruÄŸu var" demedik mi! Yalan mı

Yazının Devamı

Tiyatro büyüsü...

28 Mart 2000


       Dünya Tiyatrolar Günü'ydü dün... Yine sönük geçti tabii. Ülke kocaman bir tiyatro halini almışsa... İnsanlar hayal bile edemedikleri olayları günübirlik medyada izliyorsa... Tiyatro büyüsünü kaybediyor elbet...
       Ve bir tiyatro anısı... Geçenlerde yitirdiğimiz değerli tiyatro sanatçısı Ekrem Dümer, İstanbul Tiyatrosu'yla turnede... Rahmetli Celal Sururi, emniyet amiri rolünde.. Herkesi kırıp geçiriyor. Bir gün Celal Sururi'nin işi çıkıyor. O rolü oynamak Ekrem Dümer'e kalıyor. Çok da iyi oynuyor. Aynen Celal Sururi gibi oynuyor. Ama kimseyi güldüremiyor. Sebebini Toto Karaca'ya soruyor oyundan sonra.. Aldığı yanıt:
     Â- EkremciÄŸim, Celal Bey kendini oynuyordu. Sen ise Celal Bey'i oynuyorsun...

Trabzon zirvede
       Futbol liginde değil ama... Tiyatro sevgisinde... Trabzon zirvedeymiş... Trabzon Devlet Tiyatrosu Müdürü Can Berk'i dinliyoruz:
       - Bugün gelişmiş Avrupa kentlerinde nüfusun tiyatroya gitme oranı yüzde 6'dır... Bu oran bizim büyük kentlerimizde yüzde 2... Trabzon'da ise kaç, biliyor musunuz?.. Yüzde 15...

Yazının Devamı

Otoban manzarası

26 Mart 2000


       ODTÃœ öğretim görevlisi Dr. Erol Sayın, geçen hafta sonu kördüğüm olmuÅŸ otoban trafiÄŸi içinde milim yol almadan saatlerce bekleyen tatilzedelerden biri.. Antalya'dan Ankara'ya doÄŸru ilerlerken Afyon - Sandıklı yakınlarında bir yerde takılıp kalmış... Bakmış, bu kördüğümün çözüleceÄŸi yok, "Geriye dönüp Dinar - UÅŸak üzerinden Afyon'a ulaşır, geceyi orada geçiririm!" demiÅŸ. Sonrasını şöyle anlatıyor:
       ...Dinar'da "Bölge Trafik" binasını görünce sevindim. Sandıklı - Afyon yolunun ne zaman açılacağını sordum. "Zaten açık" dediler. Oysa bir saattir kuyruk hiç kıpırdamamıştı! UÅŸak yolunun durumunu sordum. "O da açık" dendi. "Kapalı" olan Afyon yoluna da "açık" dedikleri için endiÅŸeye kapıldım.
       - Telsizle bir sorsanız?
      - Karşıda telsiz yok!
       - Telefon etseniz?
      - Bizim telefonlar dışarı çıkmıyor (Tasarruf genelgesi!)

Yazının Devamı

Meslekten haber...

25 Mart 2000


       Anadolu Ajansı Genel Müdürü Mehmet Güler bir sohbette anlatıyor:
       - Basındaki teknolojik gelişmeyi gazeteci arkadaşlar bile izleyemez oldu...
     Â- Mesela?..
       - Abdullah Öcalan'ın ilk duruşmasını hatırlayacaksınız; salonda bir tek bizim ajanstan fotomuhabiri vardı. Tüm basın kuruluşlarına onun çektiği fotoğrafları geçmiştik... O gün fotomuhabiri arkadaşımız salondan çıktığında dışarda bekleyen gazeteci arkadaşlar etrafını kuşatıp sordular: "Kaç kare fotoğraf çektin?.." Arkadaşımız "1000 civarında!" yanıtını verdi. Ve bu bilgi gazetelere ulaştığında haber merkezlerinde görevli meslektaşlarımız hemen oturup hesapladılar: "Bir makara filmde 36 kare olduğuna göre, `1000 kare' civarında fotoğraf çekmek için `30 makara' film gerekir.." Ve haber şu hale geldi: "Anadolu Ajansı muhabiri duruşmada 30 makara film çekti..." Halbuki... Arkadaşımız o duruşmada "disketli" fotoğraf makinesiyle çalışmıştı. O yüzden "makara makara" film çekmesi mümkün değildi. Biliyorsunuz, artık bu tür fotoğraf makineleri, fotoğrafı filme değil doğrudan diskete çekiyor.. "Banyo" faslını ortadan kaldıran bu gelişme sayesinde fotoğraf makinesinden çıkan disket, bilgisayara

Yazının Devamı