Türkçe rap’te haftanın albümü Patron’un “El Patron”u ve Teoman’ın yeni albümü “Gecenin Sonuna Yolculuk”a dair gözlemler ve notlar…
Türkçe rap’in en çalışkan isimlerinden biri Patron. Son bir yılda bir düzine kadar single ve bir EP yayınladıktan sonra şimdi de bir LP’yle çıkageldi. “El Patron” adındaki albüm, Patron’un farklı seslere ve melodilere açık müziğinin güzel bir manifestosu. Albüm old school ile çağdaş beat’leri harmanlayan bir anlayışa sahip. 10 şarkı var, sekizi yeni. “Neyse Ne” ilk single olarak yayınlanmıştı. Özellikle nakaratında duyguların dorukta olduğu bir trap parçasıydı. Albümle aynı adı taşıyan “El Patron” yeni single olarak belirlenmiş. İlginç bir de videoyla geldi şarkı. Daha agresif unsurlar ve elbette sözlerle donanmış bir rap şarkısı bu. Şarkıları duygusallık ve saldırganlık arasında gidip geliyor. Biraz da rap kültürünün ruhunda olan iki uçlu bir eksen bu.
Trap’i ustaca kullanıyor
Patron&rsq
Geçenlerde yanımdan geçen mor spor ayakkabılı adamı görünce, “Benden daha çirkin koşu ayakkabısı olan insanlar da varmış” diyerek sevindim. Koşu ayakkabılarımdan nefret ediyorum.
Çünkü hangi markaya bakarsam bakayım, istediğim gibi bir şey bulamıyorum. Gidip en az çirkinine razı olarak satın alıyorum. Bütün spor ayakkabıları, özellikle performansa dayalı olanlar ve başta koşu modelleri kendilerinden kesin suretle nefret etmemizi sağlayacak ince ince detaylarla işlenmiş gibiler.
Birinin tipini beğeniyorum ama renk skalası berbat. Başka birinin rengi istediğim gibi, ama adeta spor ayakkabıdan nefret eden biri tarafından tasarlanmış. Başka biri rahat görünüyor ama tabanını öyle bir yapmışlar ki ayağına araba lastiği giyip çıksan daha iyi görünebilir.
Logosunu sevdiğim markaların yeni modellerinde logo yok. Logosunu sevmediklerimin logoları dev gibi. Balık pulu gibi dokular, anlaşılmaz ve anlatılmaz çirkinlikte degradeler, parlak yüzeyler, yaldızlar şunlar bunlar. Ne yapıyorsunuz arkadaşlar, bu kadar çirkinlik için cidden
"Bugünün işini yarına bırakma” deriz. İşte onun tam tersine “procrastination” deniyor İngilizcede. Bugünün işini sistematik olarak yarına bırakmak demek. Ötelemek, ertelemek, sallamak, ağırdan almak, oyalamak. Bir sürür fiil sayabilirim. Ana fikir, yapmamak, bir türlü başlayamamak. Elim gitmiyor denir. İşte o.
Başlamak için bir sürü notlar almak, saatler kurmak, toplantılar planlamak, kendi kendine takvimlere deadline’lar eklemek ama bir türlü, bir türlü başlayamamak.
Birikir birikir birikir o saçma sapan ufak işler. Hayatını ele geçirir. Edilmesi gereken bir telefon. Bir mail. Çoğu zaman birden fazla mail. Mail kutularıma günde 400 kadar mail geliyor benim.
Değiştirilmesi gereken bir ampul. “Arabayı yıkat!” “Tamam şimdi şey olsun da öyle yıkatırım.” Ne olursa yıkatacaksın mesela? Kuş kakasından arka cam görünmüyor.
Kafa sesim böyle çoğu zaman.
Sırf elim gitmedi diye öteleye öteleye, seyretmediğim, kullanmadığım stream servislerine aylarca para ödedim. Bankadan şeyi şey
Türkçe rap sınırları içinde değil genel olarak müzik camiamızda en iyi söz yazan sanatçılardan biri Ezhel, bu hafta yeni bir single ile geliyor: Adı “Sakatat”
Ezhel’in kariyerini takip etmek şu ara müzikle uğraşan herkes için ilginç bir deneyim. “Angara” sokaklarından Kreuzberg’e uzanan maceralarla dolu bir süreç. Bu arada tabii ki listelerde giderek yükselen bir grafik. Dar bir çevrenin adını bildiği raggae, rap, R&B’ye meraklı yetenekli çocuktan, Berlin alternatif müzik sahnesinin aktif üyesi olmaya uzanan bir yol… Ezhel, üç beş yılda kendinden bambaşka bir Ezhel çıkardı. Potansiyelini belki de en iyi değerlendiren sanatçılardan biri oldu. Yeni sanatçılarla tanıştı, öğrendi. İngilizce şarkı söylemeyi öğrendi. Bunu beceren bir müzisyene müzik dünyasının hangi kapıları açacağı bilinmez. Büyük bir aşama! Ezhel bütün bunlar olurken eleştirilerin ve düşmanlıkların da odağında yer aldı. Birilerini kızdırdı. Çok büyük bir
Blade Runner’da bir noktada kahramanın evine konuk oluruz ya, işte o sahneye her zaman bayılmışımdır. Eski orijinal film de, birkaç yıl önceki devam filmi de bu sahneyi çok iyi becermiştir. Kutu gibi bir yer. Köhne ama geleceğin standart yüksek teknolojisiyle donatılmış. Bugün ufaktan evlere giren her şey standart olarak en gelişmiş haliyle vardır bu evde. Konuşan akıllı asistandan yemeğini yapan akıllı fırına, her şey tatsız tuzsuz, aşırı depresif de olsa yüksek teknolojik. Burada teknoloji tertemiz pırıl pırıl bir reklam ortamında değil leş gibi bir evin içindedir. Benim en hoşuma giden de budur. Geleceği bu leş, köhne, dağınık, iki yakası bir araya gelmeyen haliyle daha gerçekçi bulduğumdan belki.
Dışarıdan da devamlı artık gökyüzünü kaplamak için hiçbir engel tanımayan yüksek teknolojiyle donatılmış dev reklam panolarının ışıkları yansır. Gri, metal ağırlıklı odanın içinde anlamadığımız bir dilde reklam sloganları yankılanır. Kahramanımız bu metal odada yalnız başına (pardon dijital asistanıyla) konserve gibi bir şey yer. Gelecek budur.
Bugün pandemi
Yazın başlaması beklenen konserlerin kaderi konuşulurken gündeme gelen bir soru bu. Konserlere girişte Kovid pasaportu uygulaması gelmesi artık iyice netleşmeye başladı. En azından bu konuda dünya müzik endüstrisinin merkezlerinden Londra’da neler konuşuluyor aktarabilirim.
Kovid pasaportu adıyla anılan uygulama bundan sonra pek çok mekânın, etkinliğin arayacağı önemli belge olacak gibi duruyor. Pek çok görüşe göre uluslararası seyahatlerde de Kovid pasaportlarına bakılacak. Bu pasaportlar hangi standartlara göre hazırlanacak ve geçerlilik alanı nereleri olacak, hangi kuruluşlar bunları verecek bunları bilemiyorum. Muhtemelen dünyayı bu konuda bir kargaşa bekliyor. Kim hangi aşıdan oldu, hangi aşıyı hangi kuruluş, ne şartlarda kabul ediyor? Bu konular bir süre daha soru işareti olarak kalacak.
Yaz başından itibaren ve özellikle eylül ayında yoğunlaşan festival ve etkinliklere iki doz aşısını tamamlayanların katılmasında bir engel olmayacak sanıyorum. Ancak aşılamaya yaşlılardan başlandığından festivale – konsere giriş sadece yaşlılar için mümkün. Sorun işte
Seneye muhtelif ödüller dağıtılırken Rosé’nin adını adaylar arasında sık sık duyarsanız şaşırmayın. Haftanın albümü Yok Öyle Kararlı Şeyler’in “Olasılıklar”ı rock geri dönsün artık yeter, diyenlere gelsin
Şu ara bütün stream platformlarında bir numara olmayı başarmış, muhtemelen 2021’e imzasını atacak olan Rosé’den bahsedeyim biraz. Yeni Zelanda doğumlu Güney Koreli Roseanne Park’ı müzik dünyası BLACKPINK vokali Rosé olarak tanımıştı. Solo çalışması iki şarkılık “R” adlı single albüm geçen hafta yayınlandı. “On the Ground”un videosu bir haftada 110 milyon izlenmeyi geçti. Stream rakamları da benzer düzeyde 100 milyon civarında ilk hafta sonunda. Billboard Global 200 listesine bir numaradan giren şarkı, Türkiye trend listelerinde de zirvede. K-Pop’un dünyada sesini duyurmasının ardından sanırım artık K-Pop sanatçılarının dünya starı olarak global müzik âlemine hükmettikleri döneme giriyoruz. Rosé’nin İngilizce şarkılarının yakaladığı başarı bunu
Geçenlerde okudum büyük şirketler, çalışanlarına pandemi geçse de evden çalışmaya devam demeye hazırlanıyormuş. Bunun anlamı, ofislerin hatırı sayılır derecede azalması demekse eğer, beraber düşünelim başka neler olabilir.
Her sabah işe gidip gelen insan sayısı azalacak. Bunun anlamı, herkesin bir araca ihtiyacı olmayacak. Servisler büyük ölçüde bitecek. Öğle yemeleri ofisteki binada ya da çevredeki restoranlarda yenmeyeceğinden bu amaçla tasarlanmış her iş, mekân, ofis de büyük ölçüde batacak. Ofis temizliği ve güvenlik de yok. Bu kalemler de çıkacak ilk aşamada hayatımızdan diyelim.
Peki ama ofise gittiklerinde bu hizmetleri alan çalışanlar evde bu hizmetlerden mahrum kaldıklarında yeme içme, güvenlik ve temizlik gibi kalemler kimin tarafından karşılanacak ve icra edilecek? Bu hizmetler işveren tarafından sağlanmayacaksa ek ücret olarak çalışanların gelirine eklenecek mi? Ofise giden biri yol parası, yemek parası, çay kahve parası vermiyor. Evde (yol hariç) bunların hepsini kendi karşılamak