Piyasalar bu ara son derece tedirgin ve oynak olduğundan birçokları içerideki aksaklıklara dikkat çekiyor. Böyle olunca pek de sorunlu olmayan bir IMF'yle müzakere süreci bile büyütülüyor. Son gözden geçirmede IMF'nin temel olarak mali disiplini ele aldığı anlaşılıyor. Babacan'ın yaptığı açıklamaya göre, ilk üç aylık mali performansta sorun yok. Ancak yapılan hesaplarda, yeni bir dizi önlem alınmazsa, yıl sonunda milli gelirin yüzde 0.8'ine tekabül edecek olan 4.5 milyar YTL'lik bir hedef şaşması görülüyor. Yani, böyle devam edilirse, faiz dışı fazla yüzde 6.5 değil, 5.7 olacak. Dün Devlet Bakanı Ali Babacan yanına MB Başkanı Durmuş Yılmaz, Hazine Müsteşarı İbrahim Çanakçı ve IMF Heyeti Başkanı Lorenzo Giorgianni'yi alarak bir basın toplantısı yaptı. Amaç malum, IMF İcra Direktörleri Kurulu'nun temmuz ayı içerisinde toplanarak geciken 3. ve 4. gözden geçirmeleri onaylaması ve yaklaşık 1.9 milyar dolarlık krediyi serbest bırakması hakkında kamuoyunu aydınlatmak. IMF bunun nereden kaynaklandığını belirlemiş ve bu açığın kapanmasını istemiş. Sağlıktaki harcama hızlanması bu açığın üçte birini oluşturuyor. Özellikle faturalama ve ilaç giderlerinden tasarruf yapılarak bu
Galatasaray'ı şampiyon yapan en önemli etmen herkesin söylediği gibi takımın yüreğiydi. Yüreklendiler, birbirlerini yüreklendirdiler. İnandılar. Başardılar. Allah'ın adaletini ise biz bilemeyiz. Gençliğimin önemli bir bölümü sporla geçti. Bireysel sporlar da yaptım, takım sporları da. Uzun yıllar basketbol oynadım. Üstelik şampiyonluk da gördüm. Bir takımı ne şampiyon yapar, derseniz hepsinin başında oyuncuların yüreği gelir. İnanacaksınız, isteyeceksiniz. Ter dökeceksiniz! Kaybettiğinizde yüzünüz asılacak, uykunuz kaçacak, hatta kiminde ağlayacaksınız. Kazandığınızda da sevinçten uçacaksınız. O da hakkınız. Tüm spor müsabakaları oyuncuyla kazanılır. Taraftarla değil. Taraftar olsa olsa takımın yüreklendirilmesini sağlar. Tezahürat yapar, cesaret verir. Galatasaray'ın oyuncuları yüreğe sahipti, ama taraftarı şampiyonluğa inanmadı. Bu da doğru. Kime sorsanız, Fenerbahçe'yi favori gösteriyordu. Cimbomlu futbolcular Ali Sami Yen tribünlerinden gelen cılız sedayla canla başla oynadılar. Oysa aynı zamanda Fener'in koca stadı dolup taşıyordu.Birçok takım gibi Galatasaray'da da çok sayıda yabancı futbolcu var. Ama onların farkı şampiyonluğa susamış olmaları. Onlar da o hedefe
Önce birkaç fonun çıkışı sanıldı. Ama hafta boyunca alımlar güçlenince, Türkiye'nin içinde bulunduğu makroekonomik zafiyetler ve uygulama hataları tartışılmaya başladı. Hareket kur düzeltmesi sanıldı (Kaldı ki kısmen doğru).Oysa 12 Mayıs'ta (cuma) tüm dünya piyasaları sallandı. Özellikle de gelişmekte olan ülkelerin piyasaları. O gün kurdaki hareket çok hızlandı ve borsada ilk düşüş o gün başladı. Akşama doğru ortalık biraz yatışsa da, gece broker'larda tezgâhaltında döviz talebi devam etti.Pazartesi sabah Londra'dan gelen alımlarla hem döviz kuru büsbütün koptu, hem borsa büyük kayıplar verdi, hem de faizler yüzde 15.5'e kadar yükseldi. Dün ise ortalık yatışmış görünüyordu. Kur yüzde 5 gevşedi, borsada yatay bir seyir oluştu, faizler de yüzde 15'in altına indi. Önce hemen ne olduğunu özetleyelim. 8 Mayıs'tan itibaren içeride döviz alımları gözlenmeye başladı. Üstelik gelişmiş piyasaların çoğu olumlu bir havadaydı ve o ara dolar, euro karşısında düşmeye başlamıştı. Bu da dikkatlerden kaçmadı. Anlaşılan, ABD'de faiz artırımlarının kısa vadede sona ermeyeceği kanısı dünyada genel bir satış baskısı getirmişti. Ancak bu Türkiye'de daha erken başladı ve daha sonra diğer ülkelere
Baştan belirtelim: YTL'nin dolara karşı değer kaybı yüzde 14, euroya karşı ise yüzde 23'ü buluyor. Bu ciddi bir kayıptır. Hatta çok hızlı geliştiğinden mahzurlu sayılabilecek noktaya geldiği söylenebilir. İkincisi, piyasalarda fon yöneticilerinin şu veya bu işlem üzerine ekonomik yorum yapması yanlıştır. Makroekonomik temeli olmayan hiçbir finansal işlem kalıcı ya da etkili olamaz. Vadeli işlemlerde manipülatörlerin diğer yatırımcıları zarara sokmak için yaptığı hareketlerin mutlaka bir ekonomik temeli olması gerekir. Piyasalar haftaya yine olumsuz bir havada girdi. Aslına bakarsanız cuma akşamı piyasalar kapandıktan sonra yurtdışındaki tezgâhaltı işlemlerden böylesi bir gelişmenin olacağı belli oluyordu. Gerçi ortalık hâlâ yatışmış değil. Türkiye'den çıkmak isteyenlerin bitmediği görülüyor. Şu anda gelişen olay dış kaynaklıdır. Fakat Türkiye'de bu daha belirgin yaşanıyor. Bunun da bazı özgün nedenleri var. Özellikle enflasyon beklentilerinin değişmesiyle dış açık kaygısı bunda çok etkili oluyor. Siyasal kaygıların bir miktar payı olabilir. Ancak erken seçim olasılığı, bonolara getirilen stopaj uygulamaları, Merkez Bankası atamasının yarattığı güven hasarı, Sosyal Güvenlik
Kimileri (hatta birçokları) bunu ABD Merkez Bankası FED'in faiz artırımına, ya da FOMC'deki, yani Federal Açık Piyasa Komitesi'ndeki genel anlayış değişimine bağlıyor. Malum, çarşamba günü FED, faizleri yeniden yüzde 0.25 artırarak yüzde 5'e kadar getirdi. Bu son derece önemli.Son birkaç yıldır ABD'deki faiz değişimleri, gelişmekte olan ülkelerin mali piyasalarının temel belirleyicisi oldu. Ancak gerçekten Türkiye'deki son gelişmeler bu dış dinamikten mi kaynaklandı? Açıkçası, biz kuşkuluyuz.Elbette ABD faizlerinin bir etkisi var. Ancak bu etki daha çok içeriden kaynaklanıyor. Gelişmekte olan ülkelerin mali piyasaları geçen hafta gayet sakindi. Mesela Peru, Hindistan, Kolombiya, hatta Başkan Chavez'in petrol üzerindeki vergilerin yüzde 34'ten 50'ye çekileceğini açıklamasına rağmen Venezüella ve Endonezya piyasaları gayet sakindi. Brezilya ve Rusya, aksine, olumlu sinyaller veriyordu. Demek ki, gelişmekte olan diğer piyasalar etkilenmediğine göre, global bir etkilenmeden bahsetmek doğru değil. Son birkaç gündür Türkiye'de piyasalar önemli bir çalkantı içinde. Borsa oldukça durağan, kur son derece oynak ve bono faizleri de bir hayli yükselmiş bulunuyor. O zaman Türkiye'ye özgü bazı
Petrol fiyatı Türkiye için birçok bakımdan önemli. Birincisi, Türkiye'nin en büyük ithalat kalemi enerji. Petrol fiyatlarındaki artış dış açığı daha da artırıyor. Önceki gün açıklanan dış açık rakamında bu açıkça görülüyor. Unutmayalım, petrol fiyatı arttığında dünyada doğalgaz fiyatları da artıyor. 2004 yılında Türkiye 4.4 milyar dolarlık doğal gaz, 8.6 milyar dolarlık da petrol ithal etmişti. 2005 yılında doğalgaz faturası 7 milyar dolara, petrol faturası da 12 milyar dolara çıktı. Kısacası, en az 6 milyar dolarlık bir ek yük bindi. 2004 yılına göre bu ek yük 10 milyar doları aşacak görünüyor. En az 25 milyar dolarlık enerji ithal edeceğiz. İkincisi, petrol fiyatının tüm maliyetler üzerinde etkisi var. Yani hem enflasyona neden oluyor, hem de hayat pahalı hale geliyor. Nisan ayı enflasyon verilerinde bu açıkça görüldü. Ulaşım ve birçok bağlı sektörde fiyat hareketliliği yüksek çıktı. Eskiden en çok değindiğimiz konu döviz kuruydu. Okuyucularımız en çok bu konuyu merak ederdi. Son zamanlarda kur, hatta enflasyon bile cazibesini yitirdi. Şimdi ilgi daha çok petrol fiyatına. Petrol fiyatlarının artmasının bir başka sakıncası da, bazı alternatif enerji alanlarının ekonomik hale
Savaş sonrası Başkan Franklin Roosevelt'in New Deal (Yeni Anlaşma) olarak bilinen politika açılımını sağladı. 1960'lı yıllarda Keynesyen politikaların egemen olmasında kritik bir rolü oynadı. Ve Başkan John Kennedy'nin de en güvendiği danışmanı, hatta sırdaşıydı.Harvard Üniversitesi'nin önde gelen bu hocası The Affluent Society (Refah Toplumu) isimli yapıtıyla dünya çapında etkili oldu. İlginçtir; en çok esinlendiği İngiliz iktisatçı Keynes gibi o da Hindistan'da görev yaptı: 1961'de ABD hükümetinin büyükelçisiydi. John Kenneth Galbraith 10 gün önce yaşama veda etti. Boyu gibi (2 metreye yakın) çok uzun (97 yıl) yaşadı. Aslen Kanadalı olan bu iktisatçı uzun yıllar Amerikan Demokratlarının ekonomi politikalarının fikir babası oldu. Galbraith bir global sosyal demokrattı. Kaldı ki, kendini sosyalist olarak nitelemekten çekinmedi. Yoksulluk ve gelir dağılımı sorunlarıyla yakından ilgilendi. Fakat hiçbir zaman teknik iktisat alanında literatüre katkıda bulunmadı. Birçok sol iktisatçı gibi piyasaya güvenmedi ve devletin rolünün gerekliliğini (hatta planlamayı) savundu. Teknik ekonominin aksine, Galbraith siyasal çıkarlar ve toplumsal güçlerin önemini kavrayarak farklı bir yaklaşım
Gerek bu gerçek, gerek kızlarımın baskısıyla sigarayı neredeyse yine bıraktım. Darısı herkesin başına! (Bu arada sigarayı yasaklayan her kamu görevlisini de kutluyorum.)Biz ABD'deyken çok gelişme oldu. Birincisi, ekonomi dünyasının en bilinen isimlerinden John Kenneth Galbraith öldü. Yarınki yazımızda (geç de olsa) bunu işleyeceğiz. Yine geçen hafta, Türkiye'de dış ticaret verileri açıklandı. İhracat sanıldığı kadar kötü olmasa da, ithalatın hızla arttığı görüldü. Turizm verileri bu yılın gidişatının pek parlak olmayacağını gösterdi. IMF'ye borçları erken ödeme yeniden gündeme geldi. Ve bereket sürdürülmedi. Dün mart ayı sanayi üretimi açıklandı ve ekonominin oldukça canlı olduğu izlenimi teyit edildi. Ancak en önemlisi, geçen hafta açıklanan nisan ayı enflasyonuydu. Bu, tahminlerden olumsuz çıktı. Geçen hafta kızlarımla birlikte ABD'deydim. Bu seyahatimde en çok ilgimi çeken, artık Amerika'da sigara içmenin olanaksız hale gelmesi oldu. Daha önce bunu gözlememiştim. Çünkü 1986'dan bu yana sigara kullanmıyordum. Nisan ayında tüketici fiyatları yüzde 1.34 artmış. Elbette bu çok yüksek. Hele yıllık hedefin yüzde 5 olduğu bir yerde! Bu ilk bakışta hedefin şaşma olasılığının çok