Cuma akşamı açıklanan mayıs ayı enflasyon verilerinin ardından piyasa dengeleri iyiden iyiye bozuldu. Ardından da Merkez Bankası (MB) Başkanı'ndan bazı açıklamalar geldi. Oldukça olumsuz bir ortama girdiğimiz açık... Özellikle beklentiler hızla olumsuza doğru yayılıyor. Bu da enflasyon hedeflemesi gibi tamamıyla beklentilerin yönetildiği bir politikayı riske sokuyor. Bu yeni ortama neden girdik? Çıkılabilir mi? Müdahale edilse mi daha iyi, yoksa edilmese mi? Birincisi, hükümet MB atamasında çok kötü bir sınav verdi. Zaten Van Üniversitesi rektörüne yapılanlar geniş bir kesimde rahatsızlık yaratmıştı. Ardından bu atamadaki hata hem MB'ye saygınlık kaybettirdi, hem de hükümete olan güven sarsıldı. Bir Danıştay üyesinin öldürülmesi ise adeta tüy dikti. Şimdi hükümet ordunun kendilerini devirmek için gizli girişimler içinde olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Oysa hükümet etrafa savaş açacağına, hassas bir noktada olduğunu algılasa. İkincisi, son zamanlarda Türkiye yurtdışında farklı algılanmaya başladı. AB sürecinde tıkanıklıklar gözleniyor. Ekonomik programın en fazla dayandığı çapa olan AB ilişkisi zayıflarsa iş zorlaşır. Öte yandan, ABD'nin İran'a doğrudan müdahalesi, pek fark etmesek
Enflasyonu azaltmaya çalıştığınızda işsizlik artar. Ya da işsizliği azalttığınızda enflasyon yükselebilir. Şimdi Türkiye ekonomisi böylesi bir hedefler çatışmasının tam ortasına düştü. Hem de üç boyutlu olarak.İlk hedef çatışması büyüme ile cari açık arasında. Ekonomi yüzde 4-5 büyümeyi aştığında ortaya ciddi boyutta bir cari açık çıkıyor. Yani ithalat talebi artıyor ve dış ticaret açığı büyüyor. Ancak yanılmayalım; şu anda ithalat patlamasının tek nedeni iç talep büyümesi değil. Yurtdışında enerji gibi, bazı emtia fiyatlarının artmasının ciddi rolü var. Ekonomide tüm hedeflerin aynı anda elde edilmesi güçtür. Hatta kimi hedefe ulaşılırken, kimi tam aksi yöne gidebilir. Bunlardan en bilineni Philips eğrisi dediğimiz enflasyonla işsizlik arasındaki ters ilişkidir. Kaldı ki, bazen yüzde 4 büyüme milli gelirin yüzde 7'si kadar cari açık yaratıyor, bazen yüzde 10 büyüme milli gelirin yüzde 5'i kadar cari açık yaratıyor. Bu farkı da başta reel kur etkiliyor. İkinci hedef çatışması, büyüme ile enflasyon arasında. Ekonomiyi çok canlandırdığınız, ya da yeni tabirle, ısıttığınızda, enflasyon kafasını kaldırıyor. ABD'de de sık sık yaşanan bu olgu 2001'den bu yana bizde yaşanmamıştı. Hatta
Önce son dalgalanmaların nedenini açıklayalım. Birincisi, yurtdışında henüz taşlar yerli yerine oturmuş değil. ABD'de ekonomik canlılığın süreceği yönünde göstergeler olduğu gibi, enflasyonun daha fazla artmayacağı, hatta sınıra gelindiği yönde görüşler var. Yani ortalık net değil. Eğer ABD'de yeni bir faiz artış beklentisi oluşmazsa, gelişmekte olan piyasalardan çıkış duracak ve ortalık sukûnete kavuşacaktır. Bu hafta döviz kuru yeniden bir tırmanışa geçti. Faizler de tekrardan yükselmeye başladı. Borsa ise yo-yo gibi, bir iniyor, bir çıkıyor. Birkaç haftadır ortalığın durulacağını sananlar artık yanıldıklarını düşünmeye başladı. Acaba ortalık ne zaman sakinleşecek? Faiz ve kur hangi düzeyde dengelenecek? 2003'ten bu yana ucuz ve bol para olgusu (gelişmekte olan borsalar ve madenler gibi) riskli yatırım alanlarına kaymayı sağlamıştı. Faizler artık yükseldiğine göre, dalgalanmanın sona erebileceği düşünülebilir. Nitekim, 11 Mayıs'ta başlayan küresel satış süreci epeyce yavaşladı. Hatta son 10 gündür ABD bono faizlerinin düşmesi ve altın fiyatlarının gevşemesi bunun sona erebileceğini gösteriyor. Kısaca bu, içeride gözlediğimiz dalgalanmanın dış etkenlerinin (en azından şimdilik)
Dünkü yazımızda büyümeye üretim tarafından baktık. Bu açıdan 2006 yılında büyümenin düşeceği görülüyor. Ancak talep tarafına da bakmak gerek. Yani ihracata, yatırıma ve tüketime.İhracat geçen yıl sabit fiyatlarla önceki yıla göre daha az artmıştı. Bu kısmen Çin rekabetinden, kısmen de TL'nin değer kazanmasından kaynaklanıyordu. 2004 yılının ikinci yarısından itibaren müthiş bir yatırım patlaması yaşanmıştı. Ancak 2005'te gerek ihracat, gerek yatırım hızındaki yavaşlamadan ötürü ithalat daha yavaş gelişti. 2006 yılı için öngörülmüş yüzde 5'lik büyüme elbette bir hedef değil. Bir tahmin. Yani tutmazsa, hedef şaştı denemez. Ancak tahminden daha düşük bir performans oluşursa, en önemli ekonomik performans göstergesi olumsuz çıkmış olacak. Çünkü ekonomik refah büyümeyle artar. Amaç da refahın artmasıdır. 2005 yılında özel tüketim bir önceki yıla göre düşmüştü. Ancak bütçede (faizlerin düşmesiyle) sağlanan olanakla kamu harcamaları bir miktar artmış, böylece toplam tüketim harcamalarındaki artış hemen hemen aynı düzeyde kalmıştı. Aşağıdaki tablodan da gözlendiği gibi, 2004 ve 2005 yıllarındaki büyümenin asıl etmeni yatırım artışları olmuştu.2006 yılında ne olabilir? İlk üç ayda
2002 yılından bu yana hızlı bir büyüme performansı izleniyordu. Hatta gerçekleşmeler, sürekli tahminlerin üstünde gelişiyordu. Bu önceleri ihracatın yanı sıra, bir miktar da iç tüketimle sağlanıyordu. Son iki yıldır ise yatırımlar, son yılda da inşaat sektöründeki hızlanmayla elde edildi. 2005 yılının büyüme performansı ilk çeyreğinin sonuçlarını öğrenmemize daha bir ay var. Ancak bu bize pek ışık tutmayacak. Çünkü gerek dünyada, gerek Türkiye'de konjonktür büyük ölçüde değişti. Konjonktürün değişmesi tahminlerin de değişmesini zorunlu kılıyor. Acaba bu yıl yine hükümetin belirlediği yüzde 5'lik büyüme tahmini aşılacak mı? Zor görünüyor. Ancak büyümeyi sağlayabilecek sektörlere bakmak gerekiyor. 2004 yılında iç tüketim gayet canlıydı. Buna bağlı olarak sanayi ve ticaret kesimi büyük canlılık gösterdi. Bu bir ölçüde 2005 yılında da sürdü. Ancak talepteki canlılık hız kesti. Fakat asıl önemlisi yatırımlar hızlandı. Bu da özellikle inşaat kesiminde çok ciddi ölçüde bir patlama getirdi. Geçen yıl sanayi yavaşladı GSMH % büyüme2002 7.92003 5.92004 9.92005 7.6 Tarım geçen yıl, önceki yıldan daha hızlı (yüzde 5.6) büyüdü. Sanayi ise yüzde 6.5 büyüdü. Bu ise önceki yıla göre düşük
TL sürekli değer kaybediyor, çünkü son iki haftada 10 milyar dolara yakın para bono ve hisse senedi piyasasından çıkarak dövize döndü. Kurun düzey değiştirmesinden elbette ihracat ve turizm yararlanacak. Ancak ithalat gibi döviz gideri, ya da döviz borcu olanlar zarar edecek. Bu da gayet doğal ve olumlu. Bu bakışla kurun yukarı doğru hareketine müdahale zararlı olur. Dövizin iki haftada nereden nereye geldiği belli. TL, dolara karşı yüzde 18, euroya karşı da yüzde 22 değer kaybetti. Bu, çok ciddi ve oldukça hızlı bir yükseliş. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda bu hareket oldu. Ve bu hareketin temel nedeni cari açık filan değil, sıcak para çıkışı. Zaten olsaydı Brezilya ulusal parası da yüzde 10'a yakın değer kaybetmezdi. Çünkü Brezilya'da cari açık olmadığı gibi ciddi boyutta dış ticaret fazlası var. Dalgalı kur sistemi sıcak para çıkışını, ancak kur çok esnek olursa engelleyebilir. Yani yabancı yatırımcılar çıkmak istediklerinde kur aynı düzeyde kalırsa, kimse çıkmaktan çekinmez. Alır parasını gider. Bu nedenle, kur yukarı esnerken, kimileri bundan kaygı duysa da, Merkez Bankası'nın kendinden emin olması gerekir. Çıkış sürecinde dövize müdahale edilmesi, çıkanlara ucuz döviz
Gelelim tahminlere. Gerek petrol, gerek altın fiyatlarındaki gelişmeler nedeniyle cari açık tahmininin revize edilmesi normal. Her türlü istatistiki veri ilgili kamu kuruluşu tarafından herhangi bir zamanda revize edilebilir. Dış ticaret, büyüme, işsizlik verileri daha önceki tahminlerden farklı gelişebilir. Önceki gün Devlet Bakanı Ali Babacan basın toplantısında bir soru üzerine enflasyon, cari açık ve daha birçok veri tahmininin revizyona tabi tutulduğunu, olası gelişmeler karşısında da her türlü önlemin alındığını belirtti. Babacan alınmasın ama, doların 1.60 YTL'yi, ya da petrolün varil fiyatının 100 doları aşması durumunda ne yapacaklarını bildiklerini hiç sanmıyorum! Ancak, hedeflerin durumu farklı. Kamu otoritesi, hele bu hedefi tutturmakla sorumlu olan kuruluş değişikliğe giderse, ciddi sorunlar çıkabilir. Önce sorumlu kurum saygınlık kaybeder, daha önemlisi, yeni hedefin tutturulma olasılığı düşer. Özellikle de enflasyon gibi bir konuda, çünkü resmen enflasyon hedeflemesi politikası uygulanıyor. Merkez Bankası hedefini değiştirirse, bu tutturamayacağına yorulacağı için ciddi ölçüde saygınlık kaybeder ve yeni hedefini tutturması daha da zorlaşır. Üstelik, bu politika
İhalenin ikinci özelliği, gelen talebin yetersizliği. 1.56 milyar YTL'lik talep gelmiş. Bunun da çoğu Hazine'yi bu sıkıntılı dönemde silkelemeye yönelik olmuş. Haliyle Hazine bunun sadece 700 milyar YTL'lik kısmını uygun bulmuş. Yani geri kalan 544 milyar YTL'lik talep dışarıda bırakılmış. İhalenin üçüncü özelliği, vadesi uzun bir borçlanma senedinin riskli bir dönemde devreye sokulması. Ancak bundan kaçış da olanaklı değildi. Çünkü 28 Nisan'da ve geçen hafta perşembe günü Hazine hangi türdeki senetlerle ve ne kadar ihaleye çıkacağını açıklamıştı. Oysa, böylesi dönemlerde kısa vadeli borçlanılabilse yük ya da hasar çok daha az olur. Dünkü Hazine ihalesinde bileşik faiz yüzde 15.99'dan sonuçlandı. Bu elbette çok yüksek bir faiz. Üstelik anlaşılan, psikolojik olarak piyasalar olumsuz etkilenmesin diye Hazine ihaleyi faizin yüzde 16'nın altında kalacağı biçimde kesmiş. Bu borçlanmanın vadesi 686 gün, yani 22 ay vadeli. İlk yıl enflasyon yüzde 7 olsa, ikinci yıl da enflasyon yüzde 5 olsa, oldukça bol kepçe bir reel faiz bırakılmış oluyor. Yatırımcı ilk yıl yüzde 8.4, ikinci yıl da yüzde 10.5 reel faiz almış olacak. Toplamda da bu yüzde 20'ye yakın edecek. (Hazine 2003 yılında yüzde