1) Vadeli ithalatın sınırlandırılması. Bu tedbir cari açığın daraltılması için öneriliyorsa çok hatalı. Üstelik, ithalattaki artışın neredeyse yarısı petrol fiyatlarındaki artıştan kaynaklanıyor. Petrol ithalatını nasıl kısabiliriz ki? Ara mali ithalatının kısıtlanması ise büyümenin frenlenmesi anlamına gelir, yanlıştır.2) Tobin vergisi. Olsa iyi olur. Ama şu anda hiçbir faydası yok. Çünkü bu sıcak paraya girişte konan bir vergi. Ve bu ara giren yok. Çıkanlarla uğraşıyoruz!3) Hazine borçlanmasında döviz ve TL kâğıtların getirisinin eşitlenmesi. Getiriler piyasada belirlendiğine göre bu öneri hiç gerçekçi değil.4) Mevduatta TL'den dövize, ya da tersine hareketlerin vergilendirilmesi. Tasarruf ikamelerine sınırlama gelmesi hiç de hayırlı olmaz. Neye yarayacak o da belli değil.5) İç talebin ÖTV ve KDV oranlarıyla frenlenmesi. Olabilir. Ancak bunun sosyal adalet boyutları göz ardı edilmemeli. Yine de içinde bulunulan soruna ciddi bir çözüm getirmesi beklenemez.6) Yabancıya gayrimenkul satışının sınırlandırılması. Ne alakası var anlamak mümkün değil. İçeriye döviz akışını engelleyecek mantıksız bir öneri. 7) İhracat akla gelen her yöntemle desteklenmeli. Çok aklı başında ve yerinde
Önce geçen yıla göre değişimlere bakalım. Aşağıdaki ilk tabloda geçen yılın ilk 5 ayı ile bu yılın ilk 5 ayı karşılaştırılıyor. Harcamalar yüzde 25 artmış. Demek ki, enflasyondan fazla bir artış söz konusu. Üstelik faiz harcamaları yüzde 1.7 azalmış. Çünkü faizler düşüp vadeler uzadıkça bütçedeki faiz yükü de düşüyor.2006 yılının ilk 5 ayında iki önemli konu daha gözleniyor. Bunlardan ilki, faiz harcamalarında elde edilen tasarruf faiz dışı kalemlerde fazlasıyla sarf edilmiş: geçen yıla göre artış oranı tam yüzde 41. Ortalama enflasyonun tek haneli olduğu bir ortamda kamu harcamalarının bu denli artmasının hiçbir mantıklı açıklaması olamaz. Mal ve hizmet alımlarındaki yüzde 70'lik artış ise hükümetin adeta bir savurganlık içinde olduğunu gösteriyor. Gelirler tarafına baktığımızda ise, tüm kalemlerde benzer oranlarda artışlar gözleniyor. Bu artışların yüzde 35 civarında, yani yine enflasyondan yüksek olması olumlu bir gelişme. Böylece, geçen yıl aynı dönemde 3.8 milyar YTL açık veren bütçe, bu yıl 304 milyon YTL fazlalık vermiş oluyor. Aşağıdaki ikinci tabloda ise, ilk 5 ayın 2006 yıl sonu hedeflerine göre karşılaştırması yapılıyor. Burada görülen temel manzara ise, harcamaların,
Dalgalı kur sisteminin temel sıkıntısı, ödemeler dengesinin sadece cari işlemlerden oluşmamasıdır. Malum, cari işlemler açık verince kur esneyerek tekrar denge sağlanacaktır. Oysa, sermaye hesaplarındaki hareketler kuru kısa vadede ve ters yönde etkileyerek uzun süre denge sağlanamamaktadır. Örneğin, ülkemizde 2002 yılından bu yana cari işlemler açığı büyümesine rağmen, bunun finanse edilmesi nedeniyle, kur sürekli değer kazanmış ve denge elde edilememiştir. Dalgalı kur sisteminde merkez bankalarının (MB) rolünün pasif olduğu, piyasaya karışmaması gerektiği tezi genel olarak doğrudur. Ancak pratikte MB'ler her türlü kur hareketine kayıtsız kalamaz. Bu sistemi uygulayan birçok ülkede kura zaman zaman müdahale yapılmaktadır. O zaman yapılması gereken, MB'nin sermaye hareketleri kadar piyasaya ters yönde müdahale etmesi ve kurun sadece cari işlemler tarafından belirlenmesini sağlamaktır. Aksi takdirde, kısa vadedeki kur ile uzun vadedeki denge kur arasında ciddi bir fark oluşur. Böylesi bir politika, MB'nin ödemeler dengesinin sermaye hesaplarında giren (ya da çıkan) döviz kadar alım (ya da satış) yapmasını gerektirir. Nitekim, MB'nin bir günde 5 milyar dolardan fazla doğrudan alım
3.6 milyar doların bonodan, 260 milyon doların da borsadan çıktığı belirtiliyor. Ancak bu, eurotahvil piyasasından, yahut da gecelik faizde bekleyip sonra döviz alıp çıkan yabancıyı kapsamıyor. Kısacası, çıkışlar 5-6 milyar dolardan az olamaz. Ancak bu rakamın bile piyasaları bu denli sarması şaşırtıcı. Neden?İlk tez, 2001 krizinden bu yana bunun en büyük yabancı çıkışı olduğu. 1 Mart tezkeresinde bile bu denli bir çıkış olmamıştı. İkincisi de, içeride güvenin iyiden iyiye bozulduğu. Malum, dövizdeki hareketlilik benzer yapıdaki Brezilya ve Rusya gibi yükselen piyasalardan çok daha fazla oldu. Bir ekonomik program sadece ekonomik göstergelerle değerlendirilemez. Çok yönlü bir karne gerekir. Aşağıdaki tablo da böylesi bir karne, 2 yıllık fark değerlendiriliyor. Son haftalarda çıkan sıcak para, yahut yabancı yatırımcı konusunda farklı rakamlar telaffuz ediliyor. Kimine göre, 4 milyar dolardan ibaret, kimine göre ise 10 milyar dolara yakın. 2004 2006 Siyasal İrade/Kararlılık 9 7 Siyasal istikrar 9 5 Kredibilite 8 4 Sosyal uzlaşma ve dayanışma 5 4 Uygulamadaki uzmanlık 7 5 Programın teknik tutarlılığı 8 6 Uluslararası ortam 9 4 Dış destek 9 6 TOPLAM 64 37 (1) 1
MB'nin bu izlenime varmasında üç etmen rol oynadı. Birincisi, nisan ayı enflasyon rakamı beklenenden yüksek çıktı. İkincisi, mayıs ayındaki kur yükselişiyle beraber maliyetlerin fırlayacağı ve bunun olası enflasyonist etkileri düşünüldü. Nihayet en önemlisi, son haftalarda beklentiler hızla olumsuzluğa yönelmeye başladı. MB'ler faizleri ekonomik ısınma nedeniyle artırmaz. Ekonomik ısınmanın enflasyonist eğilim doğurma olasılığı varsa faizi artırır. Bu nedenle asıl bakılması gereken yer, bu eğilimdir. Yükselen faiz düzeyi ise iç talebi sınırlayarak fiyatları baskılar. Bu da ya yatırımlar, ya tüketim, ya da her ikisi üzerinden gerçekleşir. Merkez Bankası'nın (MB) faiz artırım kararının asıl gerekçesi çarşamba günü açıklanacak. Ancak teknik olarak biliyoruz ki, MB yeniden enflasyonist eğilimler güç kazandığı için faizi yükseltti. Son faiz artırımının yatırımları ciddi biçimde gemleyeceği düşünülebilir. Çünkü yatırım maliyetleri hem girdi, hem de finansman açısından bir hayli yükseldi. Üstelik Tüketici Güven Endeksi içinde olan Beklenti Endeksi de ciddi biçimde düştü. Yani yatırımların güdüsünü oluşturan ekonomik güven darbe yedi: Tüketici Beklenti Endeksi mayıs ayında bir önceki aya
Merkez Bankası uzun süre çalkantının yatışmasını bekledi. Ancak bir süre sonra beklentilerin hızla olumsuz bir sarmala kaydığını görünce Para Politikası Kurulu'nu (PPK) olağanüstü toplantıya çağırdı ve hiç beklenmeyen ölçüde faiz artırdı. Bu hareketiyle de, gerek ulusal, gerek uluslararası piyasalarda büyük saygınlık kazandı. Merkez Bankası'nın son uluslararası finans piyasalarındaki dalgalanmalar karşısında da haftalardır kayıtsız kalmasını birçokları gibi biz de eleştirdik. Bu dalgalanmalar Türkiye'deki mali piyasaları öylesine olumsuz etkiledi ki, nisan ayının yüksek enflasyon verisinden sonra konulan hedef tamamıyla güven yitirdi. Bu hareket MB'nin cesur olduğunu, radikal kararlar alabildiğini, ancak aynı zamanda sükûnetini koruyabildiğini gösteriyor. Yeni MB Başkanı gelişmeler sürecinde piyasaları demeçleriyle aydınlatabilirdi. Bunu yapamadı. Fakat son kararda kendisinin etkili olduğuna kuşku yok ve bu onun başkanlık kariyeri için iyi bir başlangıç oldu. MB, gelişmelere göre kademeli olarak da faiz artırabilirdi. Ama bunu yeğlemedi. Piyasalar yüzde 1'den fazla faiz artışı beklerken, yüzde 1.75'lik bir artış geldi. Malum, ekonomide beklenen gelişmeler etkili değildir. Çünkü
İki tezin de haklılık tarafları var. Beklentilerin değiştiğinde hemfikiriz. Artık herkes daha karamsar. CNBC-e Tüketici Beklenti Endeksi'nden bu açıkça görülüyor. Ancak bu, beklentilerin yeniden rayına oturmayacağı anlamına gelmez. Beklentiler olumlu hale gelebilir. Ama çok daha büyük çaba gerektirir. Gerçekten Merkez Bankası'nın enflasyon hedefini değiştirmesi normal değildir. Bu, politikasının ruhuna terstir. MB önceden yaptığı tahminlerde riskleri de hesaplar ve bunu hedefin altında veya üstünde tolerans marjları olarak koyar. Örneğin, 2006 enflasyon hedefi yüzde 5'tir ama artı-eksi 2 puanlık marjlar tanınmıştır. Artık Merkez Bankası'nın belirlediği yüzde 5'lik hedefin tutacağına dair güven kalmadı. Acaba Merkez Bankası daha fazla güven kaybetmeden bu hedefi değiştirmeli mi, yoksa sık sık hedef değiştiren konuma girmemek için aynı hedefi (olabildiğince) tutturmaya mı çalışsa? Şimdi anlaşılıyor ki, bu 2 puanlık risk marj (bizim daha önce eleştirdiğimizin aksine) dar gelmektedir. Şu anda tahminler yıl sonu enflasyonunun yüzde 7'nin de üzerinde gerçekleşeceği yönündedir. O zaman ya hedef değişecektir, ya da beklentiler. Ya da her ikisi. Beklentiler nasıl değişecek? Siyasal alanda
Şimdi kimilerinin keşke para politikasını gevşetseydik de, sıcak para girmeseydi iddiası beyhudedir. Borsaya giren para faizin yüksekliğinden mi girdi? Nitekim, faizler daha düşük bir noktada olsaydı şimdi yeniden artırmak gereği duyulmazdı. Aksine Merkez Bankası 2005 yılı sonunda faizlerin aşırı düşük olduğu baskısıyla bunaldı ve birçok gelişmekte olan ülkeden daha düşük bir faiz belirlemek zorunda kaldı. Maliye politikası yeterince sıkılmadı diyenler de nafile bir hücum içinde. Kamu maliyesi tarafında milli gelirin yüzde 6.5'i kadar bir faiz dışı fazlayı veren bir hükümeti "Neden işleri gevşettiniz?" diye eleştiremezsiniz. 2002 yılında kamu maliyesinde ne disiplin vardı da, herkes alkışlıyordu! Geçiniz! Sıcak paraya teslim olduğumuz ortada. 2002'nin sonlarından itibaren ekonomiye büyük boyutlarda sıcak para girdi, faizler ve kur aşırı ölçülerde düştü. Hayli sevindik. Gelinen noktayı ekonomik politikalardaki irade ve siyasal istikrara bağladığımızı unutmayalım! Sorun esnek kur sisteminin dış dengeyi sağlayamamasından kaynaklanmaktadır. Çünkü "sermaye hareketleri" bunu engellemektedir. Bunun dört çözümü vardır. Biri, dalgalı kur sisteminden vazgeçmektir. Ancak bunun için hem