ABD'de son zamanlarda gözlediğimiz bir olay son birkaç haftadır bizde de yaşanıyordu. Beklenen ile gerçekleşen enflasyon karşılaştırılıyor, gerçekleşme beklentinin üstünde gelişirse bu bir olumsuzluk anlamına geliyor. Altında gerçekleşirse de tahminler aşırı karamsar kalıyor, bu nedenle daha iyimser olma gereği duyuluyor.Bir süredir küresel iklim değişikliğinin Türkiye'de bıraktığı izler yaşanıyordu. Burada en önemli etki de beklentilerin değişmiş olmasıydı. Enflasyon beklentisi değiştiği gibi, büyüme öngörüleri de farklılaşmıştı. Enflasyonist eğilimlerin önünü kesmede Merkez Bankası'nın (MB) temel silahı faiz. Bu konuda MB son haftalarda oldukça agresif bir politika izledi. Açıkçası, onlar da hayli kaygılandı. Nihayet haziran ayı enflasyon verileri açıklandı. Bu açıklama uzun zamandır merakla bekleniyordu. Çünkü kur dalgalanması bir ara yüzde 30'lara dayandığında enflasyon beklentilerinin birdenbire olumsuzlaşarak hatta belirsiz bir ortama girerek enflasyonist yapıyı körükleyebilir endişesi vardı. TÜFE rakamının beklentilerin çok altında gerçekleşmesi bu endişeleri büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Ancak şimdi anlaşılıyor ki, talepteki hızlı daralma karşısında maliyetler (ÜFE
Dünyada işgücünün çalışma öncesi çalıştığı sürenin dörtte biri kadar eğitim aldığı biliniyor. Yani, eğer 10 yıl eğitim aldıysanız, 40 yıl çalışıp emekli olabilirsiniz. 7 yaşında okula gidip 17 yaşında ortaöğrenimi bitirerek çalışmaya başlanabilir ve 57 yaşında emekli olunabilir. Ancak Türkiye'de işgücünün ortalama eğitim süresi çok düşük. Aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi, bu süre hızla artsa da dünya ortalamasının çok gerisinde. Bunun hızla yukarı çekilmesi şart. Çünkü yoğun biçimde marka ihracatından bahsediliyor. Oysa işgücünün bu denli niteliksiz olduğu bir ülkede ne marka tasarımı, ne yaratma, ne de buna dayalı üretim olabilir.Türkiye'nin eğitime önem vermediği rakamlardan belli oluyor. Çoğu ülke milli gelirinden eğitime daha fazla pay ayrılıyor. Bunun özel kesimden kaynaklanan harcamalarla sağlandığı da sanılmamalı. Örneğin, özel kesimin gayet ağırlıklı olduğu Kore'de bile kamunun milli gelirden eğitime ayırdığı pay Türkiye'nin toplam eğitime ayırdığından fazla. Hatta Yunanistan örneğinde bile aynı durum geçerli. Öğretmene verilen önemi de vurgulamakta yarar var. Türkiye'deki öğretmenlerin Hindistan veya Malezya'dakilerden daha az ücret aldığını biliyor muydunuz? On binlerce
Bazıları hemen sıcak paracılıkla suçlayabilir. Ucuz kur, yüksek faiz lobisine mensup olduğumu düşünebilir. Yanılmasınlar, ne döviz lobisine katılırım, ne de sıcak para. Cari açığın değil sıcak para, her türlü sermaye akımıyla finanse edilmesine karşıyım. Bu nedenle MB'nin döviz alımlarının hep artırılmasını savundum. Dünkü yazımızda hurafelere yanıt vermeye çalıştık. Ama olan oldu. Standard and Poors adlı kredi kuruluşu Türkiye'nin notunda değişikliğe gitti. Daha önce "pozitif" olan yön, "istikrarlı", ya da durağan oldu. Kredi notunun işaretinin düşürülmesi bir olumsuzluk. Oysa kur yükseldi ve cari açığın düşmesi bekleniyor. Bu durumda kendilerini yüksek faiz, düşük kurla mücadeleye adamış meslektaşlarımıza göre kredi notumuzun yükselmesi gerekmez miydi? Herhalde bu kuruluş büyük bir hata yaptı! 24 Mart 2006 tarihinde köşemde başlık şöyleydi: "Kur ne zaman yükselir?" Bu yazıda çareyi arzın sınırlanmasında aradık. Yani, kurun yükselmesi için çareler düşünüyorduk. Hızımızı alamadık. 31 Mart tarihinde, sıcak paranın çıkacağı öngörüsüyle: "Ne kadar çıkabilirler?" diye bir yazı yazdık. 12 Nisan'da konu hâlâ kafamızı meşgul ediyordu: "Cari açık daha ne kadar finanse edilebilir?" diye
Birinci hata, cari işlemler açığının sadece kura bağlanması. Defalarca yazdık. Cari işlemler açığı sadece kura bağlı değil. Sadece ihracat tarafı özellikle kura bağlı. İthalatın son yıllarda çok hızlı artmasının ise üç nedeni var: Birincisi, petrol ve diğer madenlerdeki fiyat artışları. İkincisi, büyüme hızındaki yüksek performans ve yatırım talebi. Ve nihayet, ucuz kurun getirdiği ithal tüketim malları. Kaldı ki, bir de Çin'den katlanarak artan ithalat var. Demek ki, önce büyüme hızının ve petrol fiyatlarının düşmesi gerek.Şimdi bu ekonomistler kurun gidebildiği kadar gitmesini ve cari açığı düzeltmesini istiyor. Keşke bu kadar kolay olsa. Oysa bu kısa vadede hem durgunluğa, hem de enflasyona neden olabilir. Medyada boy boy gördüğünüz kimi ekonomistler son zamanlarda öyle hatalı yorumlar yapıyor ki çıldırmamak elde değil. Her insanın kendisini ekonomist sandığı bir ülkede onlar da hata yapabilir tabii. Ancak birilerinin düzeltmesi kaydıyla. İkinci hata, yüksek faizlerin içeriye giren sıcak paranın nedeni olarak gösterilmesi. Külliyen yanlış! Üstelik bilgisizce. Öncelikle reel faizler hiç sanıldığı kadar yüksek olmadı. Üstelik 2003'ten bu yana sıcak para daha çok borsaya girdi.
Merkez Bankası (MB) borçlanma faizlerini piyasalarda beklentilerin bozulması ve enflasyonist eğilimlerin ortaya çıkması halinde yükseltir. Yüzde 2.25 artış da az değil. Fakat uzun vadeli borçlanma faizleri değişmediğine göre, bu hareket daha çok aşırı likiditeyi çekmeyi amaçlıyor. Demek ki, MB ortada aşırı likidite olduğu kanısında. Zaten, MB günde ortalama 10-15 milyar YTL'lik likiditeyi açık piyasa işlemiyle çekiyor. Faizler yükselip piyasadan TL çekildiğinde diğer tasarruf araçlarından çıkışların, ya da TL'ye yönelişlerin başlaması gerek. Nitekim, mart ve nisan aylarında açık piyasa işlemlerinin günlük ortalaması, mayıs ayının ortalamasından, hele haziran ayının da ortalamasından fazlaydı. Ve o zaman bir sorun çıkmamıştı. Geçen hafta döviz piyasalarındaki görünüm panayıra dönünce Para Politikası Kurulu pazar günü olağanüstü toplanarak üç karar aldı: 1) Kısa vadeli faiz oranlarının yükseltilmesi, 2) Döviz satım ihaleleri açması, 3) TL depo alım ihaleleri açması. Bu üç karar elbette belli saptamaları ve doğrultuları gösteriyor. Faiz artırımını destekleyen bir diğer karar da TL depo alım ihaleleri. Depo ihalelerinin vadesi 1 ve 2 hafta olarak belirlenmiş. Faizler her ihalede
At binicileri bilir. At binicisini önce bir dener. Kararlı görmezse, bildiğini okur. Şimdi spekülatörler de MB'den korkmaz hale geldi. Bunların cesaret kazanması da yatırımcıların güven yitirmesine neden oldu. Şimdi ülkeden çıkmayacak yatırımcı bile çıkmaya kalkışıyor.MB uluslararası dalgalanmanın (veya yabancı çıkışının) bitmesini, böylece yapacağı müdahalede döviz cephanesini savurmadan etkili olmayı istiyordu. Doğrusu da buydu. Ancak dalgalanma o kadar uzun sürdü ki, bu arada beklentiler değişti. Daha doğrusu beklentiler belirsiz, hatta olumsuz hale geldi. Bu nedenle MB'nin etkili olması artık çok daha zor. Üstelik, MB az cephaneyle iş yapmak istediğini piyasalara belli etti. Yani elini gösterdi. Oysa piyasalar MB'nin sonuna kadar gidebileceğini görmeliydi. Bugün Para Piyasası Kurulu olağanüstü toplanacak. Öyle anlaşılıyor ki, Merkez Bankası (MB) cuma günkü dövize müdahalesinde yeterince etkili olamayınca, büsbütün tedirgin oldu. Peşinen belirtelim, MB döviz kuruna müdahalede geç kaldı. Üstelik şimdi bir de piyasalara ürkek olduğu izlenimini verdi. Döviz kuru ile faiz arasında bir ilişkinin olduğuna kuşku yok. Gerçi küçük kur dalgalanmalarda enflasyon beklentileri
Hatta son günlerde yaşadığımız mali piyasalardaki dalgalanmayı bile ilgilendiriyor. Türkiye daha fazla ihracat yapabilse, ya da yüzde 7-8 büyüme hızı dış açığa neden olmasa, bu son dalgalanmadan daha az etkilenmez miydik? Tabii ki evet. O zaman raporun önemi daha da iyi kavranıyor. Çünkü rapor eğitime önem vererek daha yüksek ve sürdürülebilir bir büyüme yapısına kavuşabileceğimizi gösteriyor.Öncelikle şunu belirtelim, Türkiye ekonomisinde büyüme ve verimlilik artışı performansları gayet zayıf. Aşağıdaki ilk tabloda da bu görülüyor. Öteden beri Türkiye ekonomisinde büyüme yatırımlarla elde edilmiş. Hatta krize kadar olan dönemde bu giderek artmış. Fakat kriz sonrası en önemli yapısal değişim olarak, bunun yerini verimlilik artışı almış. Hâlâ Türkiye'de verimlilik artışının büyümeye katkısı Fransa, Almanya ve İsveç'ten düşük. 30 yıllık perspektiften bakıldığında da tüm gelişmiş ülkelerden düşük. Türkiye verimlilikte dünya liginde 30 yıl önce, İsviçre 108.8 ile birinciyken, yüzde 20.4 ile 41. sıradaymış. 2002 yılında Lüksemburg 165.8 ile birinci sıradayken, verimlilik performansı 18.3'e düşmesine rağmen Türkiye 40. sıraya yükselmiş. Yani ülkemizde verimlilikten bahsetmek olanaksız.
Önce bir makaleyle yola çıkalım. Yazılış tarihi 2001. Yazarlar İlan Goldfajn ve Gino Olivares. Yayımlayan UNCTAD (BM Ticaret ve Kalkınma Konferansı). Can Flexible Exchange Rates Still "Work" in Financially Open Economies? Yani "Mali sistemleri açık ekonomilerde esnek kur sistemi çalışabilir mi?" Salı günü öğlen dolar kuru 1.60 YTL düzeyindeydi. Parite de 1.254 düzeyinde. Çarşamba parite 1.26 düzeyini aşarken, dolar da 1.67 düzeyine geliverdi. Bu, yüzde 5'e yakın değer kaybı demek. Kimileri bunu global hareketlerden kaynaklandığı için önemsiz görürken, kimileri de ihracatta rekabet gücü sağlayacağını düşünüyor. Ancak bu denli dolarize bir ülkede ulusal para bir ayda yüzde 30'a yakın değer kaybediyorsa, buna kayıtsız kalınamaz. Artık aklımızı başımıza almakta yarar var! Bu çalışma temel olarak kurdaki değişimlerin (27'si gelişmekte olan) 46 ülkedeki şirket bilançolarına ve enflasyona etkisini inceliyor. Sonuçlar şöyle: Esnek kur sisteminin iyi bir tampon olması iki etmene bağlı. Biri, sermaye piyasalarıyla entegrasyon derecesi. İkincisi de, dış finansmanın kalitesi. Mali sistemleri açık ülkelerde dış açığın finansmanı oynak olan türdeki sermayeye bağlıysa esnek kur sistemi başarılı