Turizmin en hızlı aylarındayız. Malum, Türkiye yılda 12 ay turizm geliri yaratamayan bir ülke. Temmuz ve eylül aylarında döviz gelirlerimiz çok artıyor. Sonra düşüyor. Ama bunun 12 aya yayılmasını sağlamak, turizmi Antalya’dan İstanbul’a kaydırmak gerekiyor. AKP iktidarının yaptığı en önemli işlerden biri de bakan sayısını azaltmak ve Turizm Bakanlığı ile Kültür Bakanlığı’nı birleştirmek oldu. Çünkü kış turizmi yapabilmek için güneşin dışında kültürü de pazarlamak gerekiyor.
Peki, bu yönde ne yapılıyor? Turizm Bakanımız Ertuğrul Günay medyada sık sık boy gösteriyor. Bol bol açılışlara katılıyor, belagatiyle güzel demeçler veriyor. Anlaşılan, Bakan Günay’ın medyayla ilişkileri iyi. Bir hayli de koşuşturuyor. Ancak Bakan Günay’ın bir an önce turizmin mevsimsellik ve ortalama gelir konusuyla ilgilenmesi gerekiyor.
Aslına bakarsanız, her ikisi de birbiriyle ilintili. Yaz turizmi daha düşük gelir sağlıyor. Mevsimsellik ortadan kalkar da kültür turizmine geçilebilirse, gelirler de
Hükümet ile memur sendikaları arasında toplu sözleşmeler sürüyor. Özel kesimde her bireyin farklı niteliği ve verimi nedeniyle özel ücret pazarlığı kabul edilebilir olsa da, kamuda her memurun aynı verim ve etkinlikte olması gerekir.
Şimdi, hepimizin bildiği bir tespiti tekrarlayalım. Türkiye’de memurların ücretleri düşüktür. Bu düzeyde alınan ücretle devletin etkin çalışması olanaklı değildir. Üstelik de bu sosyal adalet açısından da kabul edilebilir değildir.
Buna karşılık, sunulan iki tez vardır: Biri, Türkiye’de memur sayısı fazla olduğundan yüksek zammın yapılamamasıdır; diğeri de bütçe denkliği sıkıntısıdır. İlk tezin doğru olmadığı ortaya çıkmıştır. OECD ülkeleriyle karşılaştırıldığında Türkiye’de nüfus başına düşen memur oranı yüzde 4’ü bulmamaktadır. Bu da OECD ortalamasının altındadır.
Bütçeyi sarsmaz
İkincisi, 2007 yılı kamu harcamaları 204 milyar YTL’dir. Personel giderleri ise 44 trilyonu bulmamaktadır. Yani yüzde 21. Kısacası, bugün memur maaşlarının
Geçenlerde dostum Metin Münir, Pekin Olimpiyatları’nda karşı karşıya olduğumuz başarısız performansı bir yazıyla değerlendirdi. Tabii o da aldığımız sonucu eleştirdi.
Aşağıda yer alan tabloda madalya sıralaması açısından ilk 15 ülke yer alıyor. İlk 15 içinde Türkiye yok. Türkiye, altın madalya sayısı açısından 37’nci, toplam madalya sayısı açısından ise 22’nci sırada. Ancak 22’nci sırada 3 ülke daha olduğunu da hatırlatalım. Jamaika’nın 13, Kenya’nın 15, Beyaz Rusya’nın 14, Romanya’nın 17, Etiyopya’nın 18, Brezilya’nın 23, Gürcistan’ın 27, Küba’nın 28, Kazakistan’ın 29, Tayland’ın 31, Moğolistan’ın da 31’inci olduğu düşünülürse, Türkiye’nin başarısızlığı daha iyi anlaşılır.
Çünkü (Brezilya hariç) bu ülkeler Türkiye’ye göre çok daha küçük. Hem nüfus açısından hem de milli gelir açısından. Üstelik Türkiye’nin aldığı kimi madalyalar da başka ülkelerden gelip Türkiye
Etrafımda hep ekonomist eleştirisi yapılıyor. Hele 2001 krizinden sonra bu eleştiriler büsbütün arttı. Kimisi “Ekonomistlerin tek anlaştığı konu birbirleriyle anlaşamadıkları” derken, kimisi “Ekonomistlerin dediklerinin tam tersi çıkar” diyor. Kimi de tam aksine, “Bunların dediğini yap, yaptığını yapma” diyor. Sanki biz camide imamız! Kimisi ise “Rakamlarla yalan söyleyen adama ekonomist denir” diyor. Biz de yiyip yutuyoruz!
Bu eleştirilerin bir kısmı yurtdışında da yapılıyor. Belli ki ekonomistler kıskanılıyor! Eh ne de olsa tıp ya da matematik gibi Nobel Ödülü’nün alınılabildiği bir dal ekonomi. Diğerlerine benzemiyor. Bireylerin ya da toplumların tek amacı vardır; zengin olmak ve refaha kavuşmak. Bu hiç bitmez. Bunun da bilimi ekonomidir.
Bal gibi anlaşırız
Biz ekonomistlerin kendi aramızda anlaşamadığımız da doğru değildir; safsatadır. Bal gibi aramızda anlaşırız. Elbette bazen anlaşamadığımız konular da olur. Bel fıtığı konusunda fizyoterapist operasyona (ameliyata) gerek yok derken ortopedist de çözümün ameliyatta olduğunu söylemez mi? Kimi
Yoksul vatandaşların geçim sıkıntısı nedeniyle fiyatları pahalı bulması normal. Enflasyon karşısında gelirleri daha düşük oranda artan, ya da değişen tüketim biçimleri karşısında yeni ürünleri satın almakta zorlanan yahut gücü yetmeyen vatandaşlar fiyatları pahalı buluyor.
Orta halli vatandaşlar da sıkıntıda. Onlar da gıda ve giyim için para yetiştirebilse de eğlence ve kültür harcamalarındaki pahalılıktan şikâyetçi. Türkiye’de sinema pahalı. Kitap da pahalı hale geldi. Uçak ya da otobüs fiyatları da (çok önceden bilet alınmadıysa) bütçeleri sarsıyor. Yurtdışından bir tatil beldesine gelseniz, yurtiçinde ödenecek paranın yarısından aza kalıyorsunuz. Yani vatandaşlar bir güzel söğüşleniyor!
2000 yılında alışveriş merkezlerinde vitrinlere baktığımda yahut lokantalarda hesap geldiğinde fiyatlar ürkütürdü. Önceleri kazancımın azlığına bağlardım. Fakat sonra yurtdışına çıktığımda gördüm ki iş farklı. Gördüğüm manzara beni isyan ettirirdi. Lokantalarda çok daha kaliteli
Petrol fiyatı 114 dolara düştü. Ama Türkiye için sorun sürüyor. Çünkü Türkiye enerji ihtiyacını büyük ölçüde doğalgaz ve petrolle karşılıyor. Petrolün de yüzde 92’sini ithal ediyor. Üstelik petrolün yüzde 40’ını, doğalgazın da yüzde 64’ünü bir tek Rusya’dan sağlıyor.
Son yıllarda bu bağımlılıktan kurtulabilmek için Türkiye bir sürü çaba gösteriyor. Bunlardan biri, içeride üretimi artırmak. Fakat bunun için de büyük paralar gerekiyor. Çünkü çoğu arama nafile harcamaya neden oluyor.
Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığını azaltmak için, Amerikan petrol devi Exxon Mobil’in ardından, Chevron da Karadeniz’de petrol aramak üzere TPAO ile yeniden görüşmeler içinde. Daha önce İngiliz petrol şirketi BP-Chevron ortaklığıyla arama yapılmış; olumsuz sonuç alınınca çalışmalara son verilmişti.
O arada Türkiye denizlerde aramalarıyla öne çıkan Brezilyalı Petro Brass ile
Osmanlı Devleti’nin belalısı Balkanlar’da da, Kafkaslar’da da hep Ruslar olmuştur. Balkanlar’daki soydaşlarına sahip çıkan Ruslar, Kafkaslar’da da Osmanlı’nın soydaşlarını tahakküm altına almaya çalışmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk Sovyetler’le iyi ilişkiler oturtsa da, bu uzun soluklu olamamıştır. Türkiye daha sonra bölgede batının sadık bekçisi rolünü üstlenmiştir. Sovyetler Birliği dağılıp, komünist sistem çökerken Türk kökenli de birçok ülke oluştuğunda Türkiye bu yeni cumhuriyetlerle yakın ilişki kurdu. Ancak bu çaba kimi zaman Rusya ile oldukça gergin süreçler yarattı. Mamafih, o zaman Rusya daha çok kendi başının çaresine bakıyordu. Zaten ekonomisi de bir hayli sorunluydu.
Buna rağmen Türkiye bu süreçte, paradoksal biçimde, çevresindeki bu büyük ve gelişen ekonomiden yararlanmaya çalıştı. Bu da Türkiye’nin bölgede ki rolünü bir hayli zorladı. Fakat Rusya şimdi daha etkin olmaya çalışıyor. Giderek
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz dürüst, mütevazı ve iyi yetişmiş, kurumuna bağlı bir insan. Ancak bu, Merkez Bankası’nın izlediği politikayı benimsemek anlamına gelmiyor. (Gerçi Yılmaz da çıkıp “Para politikasını belirleyen hükümettir, biz uygulayıcısıyız” derse diyecek bir sözümüz de kalmaz)
2000 Kasım krizinde de Merkez Bankası ürkek ve hatalı davranmış, para piyasalarında güven krizi yaratmış, sonunda da bir mali kriz oluşmuştu. Şimdi de büyük ölçüde küresel nedenlerle ortaya çıkan enflasyonist süreci gereksiz biçimde sıktığı para politikasıyla önlemeye çalışıyor. Bu da iki bakımdan çok maliyetli oluyor.
Birincisi, ulusal para YTL yüksek faiz nedeniyle değer kazanıyor ve dış ticaret açığını olumsuz yönde etkiliyor. İkincisi, aşırı sıkı para politikası haliyle yatırımlar yoluyla büyüme elde edilmesini engelliyor. Üstelik enflasyonda sanılanın da altında başarı kazanılıyor.
Yükselen enflasyon küresel nitelikli
Bununla beraber, MB geçenlerde