Bir zamanlar moda, Merkez Bankası bilançosundan ekonomik yorum çıkarmaktı. Şimdilerde bu moda artık yok. Moda bütçe verilerine bakmakta... Ama bize kalırsa bütçe verileri klasik kıyafet gibi, hiçbir zaman modası geçmeyecektir.
Bütçe giderleri ilk 6 ayda geçen yılın ilk 6 ayına göre binde 1 oranında azalmış. Faiz hariç giderler yüzde 8 arttığına göre, bu daha çok faiz giderlerindeki gelişmeden kaynaklanmış. Ya vadeler uzadığından ya da faiz ödemesi gerekmediğinden bu yıl faizlere yüzde 23 daha az para ödenmiş.
Biz öteden beri mali disiplini irdelerken faiz-dışı giderlere bakarız. Yani ödenen maaşlar, sosyal güvenlik kurumlarına olan prim ödemeleri, mal-hizmet alımları, cari transferler ve yatırımlar vb. gibi. Bunlar enflasyonun altında seyrediyorsa tasarruf yapılıyor demektir. Bu yılın ilk 6 ayını değerlendirmek gerekirse faiz-dışı giderlerde belli bir dikkat gözleniyor. Çünkü yüzde 8 artış enflasyonun altında kalıyor.
Bütçe harcamaları içinde en çok iki kaleme dikkat edilmesi uygun olur: biri
Merkez Bankası (MB), geçen hafta gecelik borçlanma faizini 50 baz puan artırdı. Bazı yatırımcı kuruluşlar bu sürecin devam edeceğini, ağustos ayında Para Politikası Kurulu’nun (PPK) faizleri 50 baz puan daha artıracağını düşünüyor.
Geçen hafta faiz artırımından sonra yapılan açıklamada, bundan sonraki faiz artırımları dört etmene bağlanıyor. Birincisi küresel gelişmeler, ikincisi dış talep, üçüncüsü mali disiplindeki performans ve nihayet orta vadeli enflasyon görünümünü etkileyen diğer unsurlar.
Küresel gelişmelerin yakın vadede olumlu yöne doğru evirileceğini beklemek herhalde saflık olur. ABD’den gelen haberler sarsıntıların süreceğini gösteriyor. Bu tür olumsuz gelişmeler de bir süre sonra dış talebi etkileyebilir. (Ancak Türkiye henüz bundan pek etkilenmiş değil). Üstelik ABD’de durgunluk belirginleşirken, Avrupa Merkez Bankası bu gelişmelere pek de kulak asmayıp faizleri yükseltebiliyor.
Faiz artırma işareti
Geçenlerde açıklanan 6 aylık mali disiplin verileri aslında bir
Çin efsanelerinde ejderha vardır. Çin büyümesi adeta bir ejderhayı andırıyor. Hint efsanelerinde de kaplan vardır. Kaplanlar avlarına çullanmadan önce epeyce süzer ve hazırlık yaparlar. Bu iki ülkenin ekonomide gösterdikleri manzara da efsanelere benziyor. Bakalım dünyaya ejderha mı, kaplan mı hâkim olacak?
Çin, çektiği yabancı sermaye ve buradan sağladığı ihracatla birçok ülkenin dış ticaret dengesini altüst ediyor. Özellikle ABD’nin artan dış ticaret açığında Çin’in rolü malum. Bu etkinin bir süre daha sürerek birçok ülkenin dış ticaret dengesini sarsacağı görünüyor.
Çin bu özelliğiyle Türkiye ekonomisini de etkilemeye başladı. Türkiye hemen her yıl Çin’den daha fazla mal ithal ediyor. Hemen belirtelim, Çin, Türkiye’nin en fazla ithalat yaptığı üçüncü ülke. Bundan üç yıl önce, 2004 yılında toplam ithalatın yüzde 4’ü Çin’den yapılıyordu ve Çin beşinci sıradaydı. Bugün ise
2002 yılından bu yana CNBC-e, Tüketici Güven Endeksi hesaplatıyor ve bunu her ay yayımlıyor. Birkaç yıl sonra da TÜİK, Merkez Bankası ile benzer bir endeksi derlemeye ve yayımlamaya başladı.
Her iki endeks de yılbaşından itibaren hızlı bir düşüşe geçti. Bu düşüş nisan ayına dek sürdü. İki aydır da durağanlaşmış görünüyor. İlelebet düşüş olmayacağına göre bu çok doğal. Ancak olumsuz sürecin sonuna gelindiği henüz söylenemez. Çünkü herhangi bir yükselme başlamadığına göre moraller hâlâ düzelmiş değil.
Önce güven sarsıldı
Ancak kimi veriler (örneğin ilk 3 aya ilişkin büyüme verileri ile imalat sanayii aylık verileri) Türkiye ekonomisinin pek de önemsenecek bir durgunluğa girmediğini gösteriyor. Tüketici güveni bu kadar bozulmasına rağmen nasıl oluyor da bu, üretim verilerine yansımıyor?
Acaba gerçekten iç tüketimde herhangi belirgin bir daralma yok mu? İşte bunu aylık olarak izleyebilmek için elimizde iki veri seti bulunuyor. Biri yine
ABD’de mali piyasalar aylardır sakinleşemiyor. Hatta bu sallantılar giderek reel kesime yayılıyor. Bu arada ABD Hazine Bakanı Henry Paulson, hükümetin temel amacının en büyük konut finansman şirketleri olan Fannie Mae ve Freddie Mac’i desteklemeye odaklanmak olduğunu söyledi.
Fannie Mae ve Freddie Mac, ABD’deki tüm konut kredilerinin neredeyse yarısına denk düşen 5,3 trilyon dolar konut kredisi borcunu elinde tutuyor ya da garanti ediyor. New York borsası, bu iki şirketin sermaye sorunlarına ilişkin kaygılar ve petrol fiyatlarındaki zıplayış nedeniyle iki yıl aradan sonra ilk kez 11,000 puanın altına düştü.
ABD’de konut piyasasının temel direkleri olarak görülen bu iki şirketten Fannie Mae’nin hisseleri geçen hafta yüzde 45 ve yılbaşından bu yana yüzde 74, Freddie Mac’in hisseleri ise geçen hafta yüzde 47 ve yılbaşından bu yana yüzde 77 değer kaybetti.
Sistemik risk
Hazine Bakanlığı’nın şirketlerle ve düzenleyicilerle diyaloğunu sürdürdüğünü ifade eden Paulson, bu şirketlerin ana düzenleyicisi olan Federal Konut
Bir ülke ekonomisi rekor dış açık verir de dış borç vaziyeti iyiye gidebilir mi? Bunu savunmak için ya deli olmak gerek ya da cahil. Fakat son zamanlarda bazı aklıevvel meslektaşlar yeni bir kavram yarattı. Adı da “dış açığın finansmanındaki kalite”! Yani dış açığın finansmanında bazı yollar çok kaliteli, bazıları ise az kaliteli sayılıyor.
Mesela dış açık doğrudan yatırımla finanse ediliyorsa çok iyi niteleniyor. Ama portföy yatırımları yani sıcak parayla karşılanıyorsa pek iyi sayılmıyor. Nitekim 2006 ve 2007 yıllarında da doğrudan yatırımlar artınca olumlu bir hava doğmuştu. Açık artsa da bunun karşılığında giren para uzun süre ülkeden çıkmayacaktı.
Bu yıl kalite düştü!
Ancak bu yıl işler yine tersine döndü. Doğrudan yatırımlar azalmaya, (dün de yazdığımız gibi) özel sektörün dış kredileri hızla artmaya başladı. Aslına bakılırsa ülkeye giren her para bir anlamda borçtur. Fakat ne sıcak para ne de doğrudan yatırımlar dış borç kütüğüne yazılmaz. Sadece alınan krediler borç sayılır. İşte dış
Türkiye’nin temel sorunlarından biri oldum olası dış açık vermesidir. İthalatı ihracatından daha fazla olduğu için yahut da tüketimi ülke içindeki üretimden fazla olduğu için oldum olası dış borç almak zorunda kalmıştır. Geçmişte birçok mali kriz de bu nedenle oluşmuştur. Ancak bugün böylesi bir olasılığı pek dile getiren yok.
Son mali krizin hemen ertesinde dış borç 77 milyar doların altındaydı. IMF’den gelen paralarla borç 97 milyar doların üstüne çıktı. Sonra açıkçası 2005 yılına dek pek hızlı artmadı. 2005 yılında toplam net dış borçlar 123 milyar doların altındaydı. 2005 yılından sonra ise tekrar hızlıca bir büyüme trendine girdi. Nihayet bu yılın ilk üç ayında 196 milyar dolara tırmandı.
Bununla beraber ekonomi de hızla büyüdüğü için dış borçlar milli gelire oranla pek büyümedi. Hatta aksine son birkaç yılı dışarıda bırakırsak kriz yıllarında hep küçüldü. Yani Türkiye her nasılsa dış borçlarını rakamsal olarak
Bu ara Türkiye’de anlamakta zorluk çektiğimiz o kadar çok olay gelişiyor ki. Fakat ekonomide de anlaması güç olgular var. Örneğin, borsa çökmüş, faizler yükselmiş ama kur yerinde sayıyor. Risklerin bu denli yükseldiği, petrol fiyatının uçtuğu, dış açığın sürekli arttığı bir ortamda nasıl oluyor da kur aynı yerde kalıyor? Son aylarda en çok merak ettiğimiz konulardan biri bu.
Geçen yılın ilk 5 ayında dış açık 16.2 milyar dolardı. Bu yıl ise 21.5 milyar dolar olmuş. Yani yüzde 33 oranında büyümüş... Bununla beraber ihracattaki artış oranı yüzde 38.5, ithalattaki ise yüzde 37. Yani ihracat daha hızlı artmış. Hizmetler dengesinde de çok küçük bir miktar düzelme var. Her iki gelişme de olumlu. Ancak bu boyuta gelen dış açığı nasıl finanse ediyoruz da kur oynamıyor?
Geçen yıl 16.2 milyar dolar dış açık için 18.6 milyar dolar finans bulunmuştu. Net hata noksanla birlikte oluşan 7.2 milyar dolar da rezerv eksilmesini ve IMF borcunu kapatmaya yetti. Bu yıl ise 21.5 milyar dolarlık dış