Önceki gün açıklanan büyüme verilerini kimilerini hayli ürküttü. Çünkü bu veriler açıkça bir daralma eğilimi gösteriyor. Bununla beraber, kimileri durgunluğun asıl nedenini AKP’yi kapatma davasına bağlıyor. Ortaya çıkan belirsizliğin birçok yatırımcıyı caydırdığını, kimi tüketiciyi de harcamadan alıkoyduğunu savunuyor.
Oysa bu tezin haklılık payı o kadar sınırlı ki. Defalarca yazdık. Ekonomideki soğuma eğilimi AKP’yi kapatma davasından çok önceden başladı. Üçüncü çeyrekte işlerin değişeceğini, verilerin büyük ölçüde farklılaşacağını düşünenler de yanılıyor. Bir ölçüde toparlanma olsa da bu sevindirecek boyutta olmayacaktır.
Geçtiğimiz kısa dönemde euro’nun hızla değer kaybetmesi çok önemli. Buna bağlı olarak da hem petrol fiyatları düşmeye başladı, hem de birçok metal ve emtia fiyatı. Euro değer kaybettiği zaman Türkiye’nin euro ile ihracatı (dolar olarak) azalacaktır.
Üstelik uzun süredir Avrupa ülkelerine
Dün açıklanan büyüme verileri kimseyi şaşırtmamalı. Aylardır büyümenin hızla düşeceğini belirttik. CNBC-e’nin Tüketim ve Tüketici Güven endekslerini okuyuculara sunduk. Hepsi ciddi bir “büyüme yavaşlamasına” işaret ediyordu. Şimdi bu açıkça görülür oldu. Kaldı ki sokakta, çarşıda bu sıkıntı hissediliyordu.
2007’nin ilk çeyreğinde ekonomi yüzde 8.1 büyümüştü. Bu yıl ilk çeyrekte ise yüzde 6.7 büyüme elde edildi. Yani büyümedeki düşüş daha ilk çeyrekten kendini göstermeye başladı. İkinci çeyrekte ise düşüş daha da belirgin hale gelmiş; geçen yılın ilk çeyreğindeki yüzde 4.1 büyüme yerine, yüzde 1.9 büyüme elde edilmiş.
Sektörlerin durumu ortada. Tarımda net bir daralma yaşanıyor. Üstelik geçen yıl da daralma yaşanmıştı. İnşaat sektörü tam bir durgunluğa girmiş görünüyor. İmalat sanayİi, iç ticaret ve ihracat büyümeyi olumlu etkiliyor. Ama etkiyi de
Üç gündür TÜİK’in yayımladığı bitkisel üretim verilerini değerlendiriyoruz. İngiltere’de bir deyiş vardır: An apple a day, keeps the doctor away (Her gün bir elma, doktoru uzak tutar). Kuşkusuz, meyve vitamin kaynağı ve sağlık açısından en yararlı gıda türü. Oysa Türkiye’de meyve tüketimi yetersiz olduğu gibi, üretimi de abartılamaz.
Meyvecilik tahıl tarımından daha fazla katma değer sağlayan ve iyi yapıldığında oldukça kârlı olan bir iş. Nitekim son yıllarda meyveciliğe ilgi artmaya başladı. Bu yıl toplam meyve üretiminde yüzde 10’luk bir artış bekleniyor.
Meyvecilikte ihracat da giderek büyüyor; döviz sağlıyor. Örneğin, narenciyenin yarısı ihraç ediliyor. Geçen yıl narenciyede ihracat yüzde 20’ye yakın düşmüştü. Ancak fiyatlar yükseldiği için bu düşüş pek hissedilmedi. Narenciyenin yüzde 5’i de endüstride kullanılıyor. Oysa bu rakam AB’de yüzde 25.
Özellikle portakalda don nedeniyle ihracat yüzde 42 oranında azalmıştı. Bu da portakal
Tarımsal üretim konusunda son yıllarda epeyce şey söylenir oldu. Türkiye artık kendi kendine yeterli olamıyor. Gıdada ithalatçı olmaya başladık. Her yıl olmasa da buğdayda ithalat yaptığımız oluyor. İkincisi, tarımda verimliliğin çok düşük olduğunu biliyoruz, ama gereğini yapmıyoruz. Yapamıyoruz. Zor geliyor. Büyük çiftçiler hariç verimlilik çok yavaş gelişiyor. Üçüncüsü, giderek tarımda boş araziler artıyor. Göç hızlanıyor.
Nihayet tarımsal katma değerin milli gelir içindeki payı sadece yüzde 7-8’ye düşmüş durumda. Bu da çok önemli bir sorun yaratıyor. İşsizlik hızla gelişiyor. Pahalıya besleniyoruz. Köylü yoksullaşıyor. Buna bağlı olarak diğer sorunlar da (bölücü terör dahil) hızla gelişiyor.
Oysa son yıllarda ortaya çıkan küresel ısınma ve kuraklık tarımı daha değerli hale getiriyor. Örneğin, fiyatlar hızla yükseliyor. Devlet de konuyla ilgilenmeye başladı. Başladı diyoruz çünkü geçen hafta TÜİK ilk defa tarımla ilgili tahminlerini ayrıntılı
Ağustos ayı enflasyonu (tüketici fiyatları) yüzde (eksi) 0.24 olarak açıklandı. Bu beklentilerden daha olumlu bir rakam. Hele üretici fiyatları üzerinden hesaplanan enflasyon daha da sert düştü; yüzde 2.34..
Şimdi birçokları düşen enflasyon karşısında MB’nin de faizleri daha hızlı indirmesi gerektiğini belirtiyor. Sanki para politikası günlük değişen emme basma tulumu. Tabii ki beklemek ve genel eğilimi gördükten sonra politika değişimine gitmek gerek.
Bu açıklamadan hemen sonra meslektaşlarımız böylesi bir sonucun nedenlerini yahut yapılması gerekleri tartışmaya başladı. Kimi de piyasaların bundan nasıl etkileneceğini tartışıyor. Ancak benim dikkatimi bir başka nokta çekti. Türkiye’de bölgeler arası çok önemli enflasyon farkları var. Ve bu, incelemeye değer bir konu.
Bölgeler arası enflasyon öylesine değişiyor ki. Örneğin geçtiğimiz ay Türkiye ortalaması yüzde 0.24 (binde 2.4) fiyatlar düşmüş. Ancak ülkenin Batı bölgesinde düşüş daha yüksek. Tüm Ege ve Akdeniz’de fiyatlar
Her gittiğim yerde işlerin durgunluğundan bahsediliyor. Durgunluk Avrupa’ya da sıçramış durumda. Geçen hafta Koç Holding Beyaz Eşya Grup Başkanı Aka Gündüz Özdemir ihracat rakamlarındaki sıkıntıyı açıkladı. Kaldı ki, 2006 yılından bu yana Türkiye ekonomisinde bir iç talep daralması da hissediliyor.
Ancak iç talepteki bu yavaşlamayı da kendiliğinden gelişmiş bir olgu gibi göstermek pek doğru olmaz. Birincisi, 2006 yılının ortasından bu yana para politikası bayağı sıkıldı. 2008 yılında da mali disiplin güçlendi. Yani kemerler sıkılmış durumda.
Öte yandan, iç talepte kendiliğinden oluşan bir yavaşlama da gözleniyordu. Küresel etmenlerin yanı sıra özellikle iç siyasal belirsizlikler güven sarstığından iç talepte yavaşlamaya neden oluyordu.
Aşağıdaki grafikte iç talebin toplumsal psikozunun en iyi ölçütü olan Tüketici Güven Endeksi ve onun alt endeksleri (Tüketici Beklenti ve Tüketim Eğilimi endeksleri) gözleniyor. Mayıs 2006’da hızla aşağıya inen bu endeksler temmuzda toparlanmaya başlamış.
İslamda sadaka, müminlerin zekât konusunda Allah’ın emirlerine uymada sadakatlerini gösterir. Çoğulu sadakat’tir. Sadaka kavramında üç temel özelliğin bulunması gerekir: İhtiyaç, mülkiyetin nakli ve temlikin Allah için olması. Ancak halk arasında sadaka dendiğinde dilenciye verilen küçük paralar anlaşılır.
Geçen hafta memur sendikalarıyla hükümet arasındaki toplu sözleşme sonucunda ortaya çıkan zam oranı İslami anlamda değil de, halk arasındaki anlamıyla sadakaya benzedi. Çünkü son derece yetersiz..
2009 yılında memur maaşları yüzde 8.7 zam görecek. Bu artış sendikaları tatmin etmiş görünse de memuru tatmin etmesi düşünülemez.
Memurların yoksullaşma süreci karşısında hükümetlerin hiçbir şey yapmadığı ortada. Hele son krizde büsbütün yoksullaştılar. Yanlış fiyat endeksleriyle ayarlanan zam oranları ve refah payının verilmemesiyle memurlar toplumda sürekli göreli bir yoksullaşma yaşıyor.
2007 yılında enflasyon yüzde 8.4 olmuştu. O yıl memurlara yüzde
Köşe yazarlığına 20 yıl önce bir yerel bir gazetede başlamıştım. Sonra, malum, Yeni Yüzyıl macerası. Sonra da küçük yaşlardan bu yana evimize gelen Milliyet gazetesinde köşe sahibi oluş! Ve tabii zevkten dört köşe oluşum.
Sekiz yıldır buradayım. Kuşkusuz Milliyet, yorum tarafı en güçlü gazete. Zaten öyle olmasaydı, internet gazetesi diğer tüm gazeteleri sollayamazdı.
Milliyet’e geldikten bir süre sonra aramıza Çetin Altan katıldı. Böylece Hasan Pulur ve Çetin Altan gibi kültleşmiş isimlerle aynı gazeteyi paylaşma gururunu yaşadım. Tabii Ece Temelkuran gibi sol duruşunu çağdaş ve ironik biçimde ifade eden gençleri de burada görmek ayrı bir mutluluk veriyor.
Gazetede birçok dostlar edindim. Yazı yazmaktan hep keyif aldım. Her konuyu kaleme almaya başladığımda bana bu köşenin verilme nedenini düşünürüm. Bu benim okuyucuya ne vermem gerektiğini de belirler. Ben aslında bir bilim adamıyım. Gazeteci değil. O zaman benden beklenen okuyucuyu eğlendirmem ya da taze haber yetiştirmem olamaz. Benden okuyucuyu